252

"Bunlar Allah'ın ayetleridir ki onları, hak olarak sana okuyoruz. Sen muhakkak ki, gönderilen peygamberlerdensin".

Bil ki Hak teâlâ'nın, “Tilke" sözü O'nun, binlerce kişinin memleketlerini terketmeleri, Allah'ın onları öldürüp, sonra diriltmesi, Tâlût'u onlara kral yapması, gökyüzünden Tâbût'un inmesi şeklinde tecelli eden mucizeyi göstermesi, fakir bir çocuk olan Davud'un eliyle zorba olan Câlût'u mağlup etmesi gibi hâdise ve kıssalara işarettir. Bütün bunların, Allah'ın kudretinin, hikmet ve rahmetinin kemâline delâlet eden apaçık birer mucize olduğu hususunda herhangi bir şüphe yoktur. Buna göre eğer, edatı ile, hazır olan bir şeye değil, gaibe işaret edilmesi yanında, ayrıca Hak teâlâ niçin, değil de, ifâdesini kullanmıştır?" denilirse, biz deriz ki:

Biz Hak teâlâ'nın, "İşte, kitap budur. Onda hiçbir şüphe yoktur" (Bakara, 2) âyetini tefsir ederken, lâfızlarının, ve, manalarına gelebileceklerini söylemiştik. Bir de, bu kıssalar zikredilince, zikredildikten sonra olmuş bitmiş mesabesinde olurlar. Böylece de gâib hükmünde kabul edilirler. İşte bu sebebten dolayı Cenâb-ı Hak, buyurmuştur.

Hak teâlâ'nın kavlinin mânası, "Cibrîl onu sana okuyor" demektir. Ancak ne var ki, Allahü Teâlâ Cibril'in okumasını kendisinin okuması olarak kabul etmiştir. Bu da, Cibril'in ne kadar büyük bir şerefi haiz olduğunu göstermektir. Bu Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Sana beyât edenler (bilsinler ki), Allah'a beyâi ediyorlar" (Fetih, 10) âyeti gibidir.

Cenâb-ı Hakk'ın, tâbiri ile ilgili bazı açıklamalar vardır:

a) Bu kıssaların zikredilmesinden maksat, geçmiş ümmetler içinde mü'min olan kimselerin bu tür sıkıntılara katlandıkları gibi, cihada dair çetin meşakkattara göğüs germe hususunda, hem Hazret-i Muhammed'in, hem de ashabının ibret almasıdır.

b) tâbirinin mânası, "Ehl-i kitabın kendisinden şüphe etmeyeceği bir yakîn ve hakikat olarak.." demektir. Çünkü bu husus, arada kesinlikle hiçbir fark bulunmaksızın, onların Kitaplarında da yer almıştır.

c) Bu ifâdenin mânası, "Biz bu âyetleri, kendilerinde fesahat ve belegatın bulunmasından dolayı, senin peygamberliğine delâlet edecek bir biçimde indirdik" demektir.

d) düş ifadelinin mânası, "Bu ayetlerin sana, şeytanın ilkâ (vesvese)'sı, kâhinlerin ve sihirbazların bozması ve gözboyaması olarak değil, Allah tarafından indirildiğini bilmen gerekir" demektir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, buyurmuştur. Allahü Teâlâ bunu şu sebeplerden dolayı, kendisinden önce geçen ifâdenin peşinden getirmiştir:

a) Sen, bu kıssaları başkasından öğrenmeden ve bu konuda ders almadan haber verdin. Bu da senin, onları, ancak Allah'tan aldığın vahiy sebebiyle bildiğini ve anlattığını gösterir.

b) "Sen bu âyetlerle, İsrailoğulları içindeki peygamberlerin başına gelen korkuları ve sözlerinin reddedilişlerini gördün ve anladın. Binaenaleyh, seni inkâr edenlerin inkârı ve sana muhalefet edenlerin muhalefeti sana ağır gelmesin. Çünkü sen de onlar gibisin. Allahü Teâlâ bütün peygamberleri risaletini yerine getirmeleri ve emrine istemiyerek değit, kendi irade ve itaat arzularıyla uymaları için yollamıştır. Binaenaleyh onların bu konuda muhalefet etmeleri ve inkâra sapmaları sebebiyle, sana bir itâb ve azar yoktur. Bu husustaki vebal ve günah, onlara aittir." Böylece bu ifâde, Hazret-i Peygamber'i, kâfir ve münafıklardan gördüğü ve karşılaştığı sıkıntı ve eziyyetler hususunda bir teselli olur ki, Hak teâlâ'nın, "Sen. muhakkak ki gönderilen peygamberlerdensin" ifâdesi de bu hususa bir dikkat çekme gibi olmuştur.

252 ﴿