260

"Hani İbrahim: "Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demiş, (Allah da) "inanmadın mı yoksa?" demiş; o da, "İnandım, fakat kalbimin itminan bulması için (istiyorum)" demişti. Allah da, "Dört kuş tut, onları kendine alıştır, sonra onların her parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da çağır. Koşarak sana geleceklerdir" demişti. Bil ki şüphesiz ki Allah, azizdir, hakimdir" .

Üçüncü kıssa da, dirilmenin sıhhatine, doğruluğuna delâlet eder. Hak teâlâ'nın bu âyetiyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu âyetin başındaki (......) edatının müteallâkının ne olduğu hususundadır. Bu hususla ilgili iki görüş vardır:

Zeccâc, âyetin takdirinin "Hatırla o zamanı ki, İbrahim., demişti" şeklinde olduğunu söylemiştir. Başkaları ise bu ifâdenin Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbi hakkında İbrahim ile çekişeni görmedin mi.. "(Bakara, 258) âyetine affedildiğini, takdirinin ise, "Rabbi hususunda çekiştiği zaman görmedin mi?" Yine, İbrahim, 'Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" değidiğf zaman görmedin mi?" şeklinde olduğunu söylemişlerdir.

Hazret-i İbrahim(aleyhisselâm)'in Talebinde Riayet Ettiği Edeb

Allahü Teâlâ "Yahut o kimse gibisin ki o, bir kasabaya uğramış..." diyerek Üzeyir'in açıkça söylemedi; halbuki bu iki kıssadan maksat aynı olmakla birlikte, burada ise İbrahim (aleyhisselâm)'in ismini yerdi. Bunun sebebi şudur:

Üzeyr(aleyhisselâm), edebe riâyet etmeyerek dedi İbrahim(aleyhisselâm) ise, edebe riâyet ederek, ilkönce Allah'ı, "Rabbim" diyerek övdü, daha sonra da "Bana göster" diyerek, istekte bulundu.. Yine İbrahim (aleyhisselâm)edebe riâyet ederek, diriltme ve öldürme fiillerini kuşlar hakkında; Üzeyr (aleyhisselâm)ise, edebi gözetmeyerek bu fiilleri kendi nefsi hakkında istemiştir.

Hazret-i İibrahim'in Bu İsteğinden Güdülen Maksad

Alimler, Hazret-i İbrahim'in sorusunun sebebi hususunda şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:

Birinci Görüş: Hasan el-Basri, Dahhâk, Katâde, Atâ ve İbn Güreye şöyle demişlerdir: Hazret-i İbrahim denizin kıyısında bir leş görür. Deniz kabardığında, leşi götürür ve böylece onu denizdeki canlılar yer.. Med olmadığında onu vahşi hayvanlar yer. Vahşi hayvanlar çekip gittiğinde de kuşlar gelerek, onun geri kalan kısmını yerler ve uçar giderler... İşte bundan dolayı Hazret-i İbrahim, "Ya Rabbi, canlıların parçalarını, yırtıcı hayvanların, kuşların ve denizdeki canlıların karnından toplayarak tekrar nasıl bir araya getireceğini bana göster" dedi. Bunun üzerine kendisine, "İman etmedin mi, yoksa?" denildiğinde O; "Evet, ettim; ancak benim bu sorumdan maksadım istidlal ile elde ettiğim ilmimin zaruri bir bilgi hâline dönüşmesini istemektir" dedi.

İkinci Görüş: Muhammed İbn İshâk ile Kâdî şöyle demişlerdir: Bu sorunun sebebi şudur: Hazret-i İbrahim, "Benim Rabbim, hem diriltir, hem öldürür" (Bakara, 258) dediğinde Nemrûd da: "Ben de diriltir ve öldürürüm" diyerek, bir kişiyi salıverip, bir kişiyi de öldürmek suretiyle münazara ettiklerinde Hazret-i İbrahim, "Bu bir öldürme ve diriltme değildir" dedi; bunu müteakiben de bu mesele hem Nemrûd, hem de O'na bağlı olanlar huzurunda ortaya çıksın, açıklık kazansın diye, "Rabbim nasıl dirilttiğini bana göster.."dedi. Rivayet edildiğine göre Nemrûd, "Rabbine söyle, diriltsin; aksi halde seni öldürürüm.." dedi. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim de Allahü Teâlâ'dan bunu istedi. Buna göre sözünün manası, "Öldürülmekten kurtarılmam için..." veyahut da-" delilim ve burhanım kuvvetli olsun diye" şeklinde olur. "Şüphesiz benim bu delilden başka bir delile geçişim, o delilin zayıflığı sebebiyle değil, aksine dinleyen kimsenin cehaleti sebebiyledir."

Üçüncü Görüş: İbn Abbas, Saîd İbn Cübeyr, ve Süddî (radıyallahü anh) şöyle demişlerdir: Allahü Teâlâ Hazret-i İbrahim'e "Ben bir beşeri dost, halîl edineceğim" şeklinde vahyettiğinde, Hazret-i İbrahim bunu gözünde büyüterek "Allah'ım, bunun alâmeti ve nişanı nedir?" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Bunun emaresi, o kimsenin duâ ederek, ölüleri diriltmesidir" buyurdu. Hazret-i İbrahim'in, kulluğun derecelerinde ve peygamberliğin ifasında makamı yücelince, onun hatırına, "Belki de o dost ben olurum..." düşüncesi geldi. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim, Allah'tan ölüleri diriltmesini istedi. Allahü Teâlâ da, "İnanmadın mı yoksa?" deyince O, "inandım, fakat benim, senin dostun olduğuma kalbim tam bir itminan duysun diye" demişti.

Dördüncü Görüş: İbrahim (aleyhisselâm) bunu, kavmi için istedi. Bu böyledir, çünkü peygamberlere tâbi olan kimseler, onlardan bazan bâttl bazan da hak olan şeyler taleb etmişlerdir. Meselâ onların Hazret-i Musa'ya, "Nasıl onların ilâhları var ise, sen de bize bir ilâh yap" (A'râf, 138) şeklinde demeleri gibi.. Bunun gibi, İbrahim (aleyhisselâm) de, bunu taleb etmişti. Bundan maksadı ise, kavminin bunu müşahede etmesi ve böylece de kalblerindeki İnkârın yok olmasıdır.

Beşinci Görüş: Aklıma şöyle bir düşünce geldi de ben de şöyle dedim: Şüphesiz bu ümmet, peygamberin peygamberlik iddiasında doğru söylediğini anlamaları hususunda, onun elinde zuhur edecek bir mucizeye nasıl muhtaç iseler, bu peygamber de, melek yanına gelip, ona, Allah'ın onu bir peygamber olarak gönderdiğini haber verdiğinde, o peygamber de kendisine gelenin kovulmuş bir şeytan değil de kerîm bir melek olduğunu bilebilmesi için, o meleğin elinde zuhur edecek bir mucizeye muhtaçtır... Yine, melek Allah'ın kelâmını dinlediğinde, o da bu kelâmın, başkasının değil de Allah'ın kelâmı olduğuna delâlet edecek bir mucizenin zuhuruna muhtaç olur. Durum böyle olunca, şöyle denilmiş olması mümkündür: Melek, Hazret-i İbrahim'e gelerek, ona Allahü Teâlâ'nın kendisini insanlara bir peygamber olarak göndereceğini haber verince, Hazret-i İbrahim bir mucize talebinde bulunarak, "Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demiş, Allah da "inanmadın mı yoksa?" deyince, o da, "inandım, fakat gelen zâtın kovulmuş şeytan değil, kerim bir melek olduğuna, kalbim tam bir itminan duysun diye (istiyorum)" demiştir.

Altıncı Görüş: Bu, tasavvuf ehlinin görüşüdür: Âyette geçen (......) kelimesinden murad, mükâşefe ve tecelli nurlarına karşı perdelenmiş kalblerdir. "Diriltmek" ise, bu ilahi tecelli ve nurların zuhur etmesinden ibarettir. Binaenaleyh, buna göre Hazret-i İbrahim'in demesi, o tecelli ve mükâşefeleri istemektir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak ona, "Yoksa iman etmedin mi?" deyince de, "Evet, ona, gaybî bir imanla iman ettim. Ne var ki o tecellinin meydana gelmesi sebebiyle kalbim mutmain olsun diye, onun meydana gelmesini istiyorum..." dedi.

Kelâmcılar da şöyle demişlerdir: İstidlali olan ilme, bazen şek ve şüpheler arız olabilir... Böylece Hazret-i İbrahim, kendisine şek ve şüphenin ârız olmayacağı ve kendisiyle, kalbin tam bir istikrara kavuşacağı zarurî bir ilim talebinde bulunmuştur.

Yedinci Görüş: Belki de İbrahim (aleyhisselâm) Allah'ın kendisine indirmiş olduğu sahifelerden, soyundan gelecek olan Hazret-i İsa'nın duası sayesinde ölüleri diriltme payesiyle Allah tarafından şereflendirileceğim öğrenince, O da bunu istedi. Bunun üzerine kendisine, "İnanmadın mı yoksa?" denilince O "Evet, inandım; fakat benim mertebemin senin yanında, torunum İsa'nın mertebesinden daha az olmadığına kalbim mutmain olsun diye.." dedi.

Sekizinci Görüş: Hazret-i İbrahim'e oğlunu kurban etmesini emretmiş, O da bu emre uyarak, sonra da, "Bana, canlıyı cansız kılmamı emrettin, ben de yaptım. Ben de senden, cansız olanı canlı kılmanı istiyorum" demiştir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Yoksa inanmadın mı?" deyince de, "Ne demek, inandım; ne var ki beni dostun edindiğine kalbim mutmain olsun istedim.." demiştir.

Dokuzuncu Görüş: Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) kendi kalbine nazar ettiğinde, oğlunu sevmesinden dolayı kalbini adeta ölü olarak gördü de, Allah'tan utanarak, "Ya Rabbi, ölüleri nasıl diriltirsin?" dedi. Yani, "Gafletinden dolayı kalb öldüğü zaman, o kalbin, Allah'ın zikriyle ihyâsı, diriltilmesi nasıl olur?" demektir.

Onuncu Görüş: Âyetin takdiri şöyledir: "Bütün canlılar kıyamet gününde "haşr"ı müşahede ederler. Binaenaleyh, sen bana bunu bu dünyada göster.." deyince, Cenâb-ı Hak, "Yoksa iman etmedin mi?" dedi. O da, "Evet, iman ettim, ne var ki bana bu dünyada böyle bir şerefi tahsis edip, verdiğine dair kalbim mutmain olsun istedim" diye cevap verdi.

Onbirinci Görüş: Hazret-i İbrahim'in maksadı, Allah'ın ölüleri diriltmesi değildir. Aksine O'nun maksadı, arada hiçbir vasıta olmaksızın, ilahî kelâmı dinlemektir.

Onikinci Görüş: Bazı câhil kimseler şöyle demişlerdir: "Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), gerek "mebde", gerekse "maâd" hususunda şüphe içindeydi. O'nun mebde hususundaki şüphesi O'nun, "(Sizce) Rabbim budur" (En'âm, 76) ve "Andolsun ki, eğer Rabbim beni hidayete erdirmeseydi, muhakkak ki ben, sapıtmış olan kimselerden olurdum"

(Enam, 77) sözleriyle ortaya çıkmaktadır. Maâd hususundaki şüphesi de, işte bu âyette kendisini göstermektedir.

Bu görüş son derece zayıf, hatta küfürdür. Çünkü Allah'ın ölüleri diriltebileceğini bilmeyen kimse, kâfirdir. Mâsûm olan peygamberi böyle bir şeye nisbet eden kimse, o masum peygamberi küfre nisbet etmiş olur ki. asıl böyle diyen kimse kâfir olur. Bu görüşün bâtıl olduğuna şunlar da delâlet eder:

a) Hak teâlâ'nın sözü- Eğer Hazret-i İbrahim şüphe etmiş olsaydı, bu şekilde söylemesi doğru olmazdı.

b) Cenâb-ı Hakk'ın, sözü.. Bu, daha fazla yakın isteyen arif bir kişinin sözüdür.

c) Allah'ın kudreti hususunda şüphe etmek, "nübüvvet" hususunda da şüphe etmeyi gerektirir. O halde o daha nasıl kendi nübüvvetini bilebilir? Hak teâlâ'nın, "Yoksa inanmadın mı?" sözüyle ilgili şu iki açıklama yapılmıştır:

a) Bu sözün başındaki hemze, istifhâmı takrîrî'dir. Nitekim şair, "Sizler bineklere binenlerin en hayırlısı değil misiniz? (Evet en hayırlısısınız.)" İnsanların en cömerdi Hân soyundan olanlardır.

b) Bu sorudan maksad etraftaki kimselere karşı onun buna inanıp, bilen olduğunu ispatlamaktır. Böylece bu sorudan başka bir maksat güdülmüştür. Hak teâlâ'nın, 'Evet, inandım, fakat kalbimin itminan bulması için.." buyruğuna gelince, bil ki (......) sözündeki lâm harfi, mahzûf bir fiile taalluk eder. Buna göre kelamın takdiri, "Kalbimin mutmain olmasını istediğim için bu talepte bulundum" şeklindedir. Âlimler, bu ifâdeden muradın, istidlal eden kimseye arız olan bazı düşüncelerin yok olmasıdır. Yoksa, her iki durumda da yakînî inanç bulunmaktadır. Burada aklî bir mübâhese de söz konusudur. O da şudur: Bu açıklama, ilimlerin bir kısmının diğerinden daha kuvvetli olduğunun cevazı meselesine dayanır. Burada çetin bir soru ortaya çıkmaktadır ki o da şudur: İnsan, ilim sahibi olduğunda, o şeyin zıddını ya caiz görür, veyahut da görmez. Şayet, herhangi bir şekilde onun zıddını caiz görür, tecviz ederse, bu kesin ve kat'î bir itikad değil, kuvvetli ve gâlib bir zan olmuş olur. Eğer o, ilmin zıddını hiçbir şekilde tecviz etmezse, ilimlerde bir farklılık söz konusu olmaz. Bil ki, böyle bir müşkil, biz, maksadm "Allah'ın diriltmeye kadir olduğu hususundaki inanç hususunda bir itminan temin edilmesi olduğunu" söylediğimiz zaman söz konusu olur. Ama, maksat başka bir şeydir dersek, böyle bir müşkil zâ'ri olmuş olur.

Kuşların Dirilmesi ve Bundaki Hikmet

Hak teâlâ'nın, "Dört kuş tut" emrine gelince, İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: "İbrahim (aleyhisselâm) bir tavus, kerkenez, karga ve horoz yakaladı." Mücahid ve İbn Zeyd'e göre, İbrahim (aleyhisselâm) diğer üç kuşun yanında, kerkenezin yerine güvercin yakalamıştır. Burada birkaç bahis bulunmaktadır:

Birinci Bahis: Cenâb-ı Hak, hayvanlar içerisinden, öldürüldükten sonra diriltilme halini neden kuşlara tahsis etmiştir? Bu hususta âlimler şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir:

Birinci Görüş: Uçmak, gökyüzünde ; yükselme ise havada olur. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in himmet ve gayesi, melekût alemine ulaşıp oraya yükselmektir. Bunun için onun mucizesi de, himmet ve gayreti doğrultusunda, ona benzer bir biçimde olmuştur.

İkinci Görüş: İbrahim (aleyhisselâm) kuşları kesip, onları parçalayarak, her dağın tepesine onların karışımından birer parça koyup da, sonra da onları çağırdığında, karışım içerisindeki her bir cüz kendi parçasına doğru uçmaya başladı. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim'e, "Her parça kendi parçasına doğru Koştuğu gibi, kıyamet gününde de, her parça kendi parçasına doğru uçar. Böylece de bedenler teşekkül eder ve ruhlar onlarla birleşir" denildi. Bunu Cenâb-ı Hakk'ın, "Hepsi, çıvgın çekirgeler gibi kabirlerden çıkacaklar" (Kamer, 7) âyeti de ortaya koymaktadır.

İkinci Bahis: Bu diriltme ve öldürmeden maksat, tek bir hayvanla da ortaya konabilir. O halde daha niçin Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrahim'e dört kuş almasını emretmiştir? Bu hususta da iki görüş vardır:

Birinci Görüş: Bunun mânâsı şudur: "Sen, kulluğuna göre tek bir şey istedin.. Ben ise sana, Rabbi olduğum için dört tane kuş al diyorum."

İkinci Görüş: Bu dört kuş, canlıların ve bitkilerin bedenlerinin kendisinden meydana geldiği dört esas rükne, asla işarettir. Bu işaret ise şöyledir: Sen, bu dört kuşu birbirinden ayırdedemediğin sürece senin ruhun rubûbiyyet göklerine ve kudsiyyet aleminin safalarına uçamaz, yükselemez.

Üçüncü Bahis: İbrahim (aleyhisselâm), özellikle bu dört kuşu seçip aldı. Çünkü tavus kuşu insanın kalbindeki zînet, makam ve yükselme sevgisine işarettir. Nitekim Hak teâlâ "Nefsin isteklerini sevme insanlara süstü gösterildi" (Al-i İmran, 14) buyurmuştur Kerkenez kuşu da, yemeye çok düşkün olmaya işarettir; horoz, şehvetperestliğe işarettir; karga da, derleyip toplamaya olan ihtirasa ve tutkuya işarettir. Çünkü karganın gece gündüz uçup, o çok soğuk günlerde bile bir şeyler toplar, .a arzusu içinde olması, onun bu hırsından ileri gelmektedir. Burada şuna işaret edilmektedir; İnsan, nefsinin ve tercinin şehvetini kırmada; hırsını alt edip onu yenmede ve başkaları için süslenmeyi terketme hususunda çaba sarfetmediği müddetçe, kalbinde Allah'ın celâlinin nurlarından feyezan eden bir rahatlık duyamaz.

(......) Fiilinin Mânaları Hakkında

Hak teâlâ'nın, "Onları kendine alıştır" ifâdesine gelince, bunda birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hamza sâd harfinin kesresiyle diğer kıra- at imamları da sâd'ın dâmmesiyle (......) şeklinde okumuşlardır. Damme ile okumadaki gaye hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

Birinci Görüş: Bir şeyi bir şeye meylettirdiğin zaman, yine boynu eğri olan kimse için de denilir. Yine, birisi bir kimseye bir şey söyleyip, ona eğildiğinde (......) denilir. Yapılan bu açıklamaya göre, bu ayette bir hazf bulunmuş olur. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: "O kuşları kendine yaklaştır, ve onları parça parça et! Sonra her bir dağın üzerine onlardan bir parça koy!" Binaenaleyh, söz kendisine delâlet ettiği için, (......) kısmı hazfedilmiştir. Bu, Hak teâlâ'nın, "Değneğinle denize vur... Derhal deniz yarıldı" (şuara, 63) âyetinde olduğu gibidir. Yani (Vurdu, bunun üzerine deniz derhal yarıldı) takdirindedir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın (......) sözü, kuşları parçalamış olduğuna delâlet eder. Buna göre eğer: "Onları yakaladıktan sonra Hazret-i İbrahim'in onları kendisine yaklaştırıp alıştırmasının faydası nedir?" denilirse, biz deriz ki; "Bunun faydası Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in onlar yeniden dirildikten sonra onları başka kuşlarla karıştırmaması ve bu kuşların onlar olmadığı vehmine düşmemesi için, onları iyice incelemesi, şekil ve durumlarını iyice tanımasıdır."

İkinci Görüş: Bu, İbn Abbas, Sald İbn Cübeyr, Hasan el-Basri ve Mücahid'in görüşüdür. Buna göre mânâsı, "Onları parça parça et, parçalara ayır" demektir. Bir kimse bir kimseyi bölüp parçaladığı zaman denilir. Şair Ru'be, amansız bir düşmanı tavsif ederken, "Biz onu, hükmümüzle param parça ettik" demektedir. Buradaki (......) kelimesinin mânası, demektir. Bu görüşe göre, harhangi bir takdire ihtiyaç duyulmaz. Sâd harfinin kesresiyle okuyan Hamza'nın kıraatine gelince, o zaman bu kelime, bazan "meylettirmek", bazan da "parçalamak, parça parça etmek" anlamına gelmektedir. Kelime meylettirmek anlamına gelince;Ferrâ: "Bunun, Hüzeyl ve Süleym lügati olduğunu söylemiştir. Bir kimse bir şeyi eğdiği zaman, denilir. Ahfeş ve diğer âlimler ise (......) kelimesinin mânasının, parça parça etmek mânâsına olduğunu söylemişlerdir. Nitekim, bir kimse bir şeyi parça parça ettiğinde denilir. Ferrâ ise şöyle demiştir: "Zannediyorum ki bu fiil, "kesti" mânasına olan fiilinden maklûbdur (çevrilmiştir). Buna göre, sondaki yâ harfi ortaya geçmiştir. Nitekim Araplar, hem (asâ), hem de (âse) demektedirler." Müberred ise, "Bu doğru değildir, çünkü bu iki lâfızdan her biri, başlı başına birer asıldırlar. Bundan dolayı birini diğerine bağlı kılmak caiz değildir" demiştir.

Ebû Müslim'in Öbür Müfessirlerden Ayrı Görüşü

Müfessirler, âyetteki (......) kelimesinin "Onları kes ve parçala" manasında olduğunda, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in de o kuşların uzuvlarını, etlerini, tüylerini ve kanlarını parçalayarak birbirine kattığı hususunda ittifak etmişlerdir. Ebu Müslim bu görüşe katılmayıp, bunu yadırgayarak şöyle demiştir: "Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), Hak teâlâ'dan ölüyü diriltmesini isteyince, Cenâb-ı Hak ona, bu işi kolayca anlamasını sağlayacak bir misal gösterdi. Buna göre, emrinden maksad, "Onları kendine alıştır" ve "seslendiğinde sana gelmeyi onlara öğret;" yani "Bu dört kuşu çağırdığında sana cevap verip gelecek hale gelmelerini sağlayacak kadar, bu alıştırmayı tekrar tekrar yap O kuşlar bu hale gelince, herbirini sağ olarak bir dağın tepesine koyup, sonra, onları çağır. Onlar sana hızlıca gelecekler" demektir. Bundan maksad ise ruhların, yer aldıkları bedenlerine kolay bir şekilde dönmeleri konusunda müşahhas bir misal zikretmektir. Ebu Müslim âyetteki bu ifâdenin, "Onları parçala" manasında olduğunu kabul etmeyerek, şunları görüşünün delili olarak zikretmiştir:

a) Arapça'da emrinin meşhur manası, "Onları meylettir" şeklindedir. Bunun "parçalama ve kesme" manasına gelmesine ise âyette delâlet eden herhangi bir husus yoktur. Binaenaleyh ayete bu manayı vermek, bir delilin delalet etmediği bir manayı ayete katma olur ki bu caiz değildir.

b) Eğer bu sözden maksad, "onlan parçala ve cüzlerine ayır" manası olsaydt Cenab-ı Hak, bu kelimeden sonra (sana) kelimesini kullanmazdı. Çünkü bu kelime parçalama mânâsına alındığında (......) harf-i cerri ile kullanılmaz. Kelime "meylettirme" manasına geldiğinde, bu harf-i cerr ile kullanılır. Buna göre eğer, ifâdede bir takdim ve te'hirin olduğu, bunun takdirinin ise, "Dört kuşu kendine al ve onları parçala" şeklinde olduğu söylenir ise, biz deriz ki: Bir delil olmaksızın, burada takdim ve te'hirin bulunduğunu kabul etmek, insanı zahirin hilâfına bir manayı kabul etmeye mecbur eder.

c) Âyetteki "Sonra onları çağır" buyruğundaki "onları" zamiri, o kuşların parçalarına değil, kendilerine râcidir. Parçalar ayrı ayrı olup her dağın tepesine de onlardan bir parça konunca, bu zamirin onların kendilerine değil, parçalarına râci olması gerekir ki bu da âyetin zahirinin hilâfına olur. Yine "Koşarak sana geleceklerdir" sözündeki zamir de, o kuşların parçalarını değil, kendilerini göstermektedir. Halbuki, sizin görüşünüze göre, onların parçaları birbirlerine koşup geldiğine göre, bu ifâdedeki zamir, kuşların kendilerine değil, parçalarına râci olmuş olur. Müfessirlerin ittifak ettiği meşhur görüşün sahipleri ise delil olarak şunları zikretmişlerdir:

a) Ebu Müslim'den önce gelen bütün müfessirler, bu kuşların, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) tarafından kesilip parçalandığında İttifak etmişlerdir. Binaenaleyh Ebu Müslim'in bu görüşü kabul etmemesi, onların icmâ'ını kabul etmeme demektir.

b) Ebu Müslim'in verdiği mana, Hazret-i İbrahim'e has bir şey değildir. Binâenaleyh bunda, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in, başkalarından farklı bir meziyeti olmuş olmaz.

c) Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), Allah'dan, kendisine ölüleri nasıl dirilttiğini göstermeşini istemiştir. Âyetin zahiri de Cenâb-ı Hakk'ın onun bu isteğine icabet ettiğini gösterir. Ebu Müslim'in izahına göre ise, hakikatte böyle bir icabetin olduğundan bahsedilemez.

d) Hak Teâla'nın, "Sonra onların her parçasını bir dağın üzerine bırak" buyruğu, o kuşların parça parça edildiğini gösterir. Ebu Müslim, bu maddeye şöyle cevap vermiştir: "Allahü teâlâ, bu parça parça oluşu dört kuşa nisbet etmiştir. Binaenaleyh bu parçalardan maksad, o kuşlardan her biridir." Buna şu şekilde cevap veririz: "Senin söylediğin şey de her nekadar muhtemel ise de, "cüz" (parça) kelimesini, bizim söylediğimiz mânâya hamletmek daha zahirdir. Buna göre kelâmın takdiri: "Onların her birinden, her bir dağa bir parça koy" şeklindedir.

Dağlara Yerleştirme Keyfiyeti

Allahü Teâla'nın, "Sonra her bîr dağın üzerine onlardan birer parça (cüz) bırak" buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âyetteki "Her bir dağın üzerine" sözünün zahirine göre, bahsedilen her bir dağ, dünyanın bütün dağlarıdır. Mücahid ve Dahhâk bu ifâdenin, mümkin olduğu kadar umûmi olduğuna kaildirler. Buna göre sanki şöyle denilmek İstenmiştir: "O kuşların parçalarını, dağıtabildiğin kadar, her bir dağın tepesine dağıttı " İbn Abbas, Hasan el-Basri, Katâde ve Rebî, bahsedilen dört kuşa ve dört ana yöne, yani doğu, batı, kuzey ve güneye göre, bunun dört dağ olduğunu söylemişlerdir. Süddî ve İbn Cüreyc ise, bunların yedi tane dağ olduğunu, çünkü bu ifâdeden muradın, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in görebildiği ve kuşları çağırabileceği dağların olması olduğunu, bu çağırmanın ise ancak görme ile tamam olduğunu ve Hazret-i İbrahim'in görebildiği dağların da yedi tane olduğunu söylemişlerdir.

İkinci Mesele

Rivayet edildiğine göre, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'e o kuş- lan kesip, tüylerini yolup, parça parça etmesi, kanları ile etlerini birbirine karıştırıp başlarını yanında alıkoyması emrolunmuştur. Daha sonra da, " her bir dağa, her bir kuşun dörtte biri gelecek şekilde, onların parçalarını dağların üzerine koyması, sonra da "Allah'ın izni ile gelin" diye onları çağırması emrolunmuştur. Sonra parçalar birbirine doğru uçuşmaya başlamış, böylece kuşların tamamlanıp, her bir beden birleşmek üzere başına yönelmiş ve her bir baş, bedeni ile birleşerek Allah'ın izniyle can bulmuştur.

Üçüncü Mesele

Ebu Bekir'in rivayetine göre Âsim ve Fadl, bu kelimeyi Kur'an'ın her yerinde hemzeli ve şeddeli olarak şeklinde; diğer kıraat imamları ise, hemzeli, fakat şeddesiz olarak (......) şeklinde okumuşlardır ki ikisinin demanası aynıdır.

Kuşların Dirilip Koşarak Gelmeleri

Cenâb-ı Allah'ın, "Sonra da onları çağır, koşarak sana geleceklerdir" emrine gelince, buradaki (......) kelimesinin "koşarak ve ayakları üzerinde yürüyerek" manasında olduğu, çünkü bunun daha kuvvetli bir hüccet olduğu söylenmiştir. Yine bu kelimenin, "uçarak" manasında olduğu da söylenmiştir. Fakat bu mânâ doğru değildir. Çünkü kuşun uçmasını ifâde etmek için (......) fiili kullanılmaz. Bu ikinci görüşte olanlardan bazıları "Buradaki den murad, çabuk hareket edip gitmektir" diyerek cevap vermişlerdir. Binaenaleyh eğer hareket, uçma şeklinde olur ise, bundaki çabuk ve hızlı oluş da "Say" olarak ifâde edilir. Âlimlerimiz, hayatiyyetin bulunması için, bir bedenin bulunmasının şart olmadığına bu âyeti delil getirmişlerdir. Çünkü Allahü teâlâ, o parçalardan herbirini, çağırıldıklarını anlayan ve koşup hızlıca gelebilen birer canlı kılmıştır. Bu, hayatiyyetin bulunabilmesi için bir bünyenin şart olmadığına delâlet eder. Kâdî ise parçalamanın, o bünyenin canlılığını yok edeceğini ileri sürerek, âyetin, mutlaka bir bünyenin bulunması gerektiğine delâlet ettiğini söylemiştir. Onun bu görüşüne şu şekilde cevap verilir: "Sizin bu görüşünüz zayıftır, çünkü mukarenetin (ruh ve beden birliğinin) bulunması, bu birliğin mutlaka gerekli olduğunu göstermez. Fakat bazı durumlarda, ruhun bedenden ayrılması hususuna gelince, bu hususun söz konusu olduğu yerler, böyle bir birliğin gerekli olmadığına delâlet eder. Âyet, davetin anlaşıldığına ve parça parça iken, o parçaların süratlice gelebildiğine delâlet ettiğine göre, bu, hayatiyyet için bir tam bünyenin bulunmasının şart olmadığına kesin bir delil olur: Cenab-ı Hakk'ın, "İyice bil ki Allah, azizdir ve hakimdir" âyetindeki "Aziz" in manası, "bütün mümkinâta galiptir"; "Hakim"in manası ise, "İşlerin neticelerini ve herşeyin sonucunu bihakkın bilendir" şeklindedir.

Allah Yolunda İnfak

260 ﴿