267

"Ey iman edenler, kazandıklarınızın güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan Infâk ediniz. Kendinizin ancak gözünüzü yumarak (tiksinerek) aldığınız âdi kötü şeyleri vermeye yeltenmeyin. Bilin ki muhakkak ki Allah her şeyden müstağnidir; asıl hamde lâyık olan odur" .

Bil ki Cenâb-ı Allah, insanları infakta bulunmaya teşvik etmiş, sonra bu infâkın, peşisıra başa kakma ile incitme olan ve olmayan diye iki kısım olduğunu beyan etmiştir. Sonra da, bu iki kısımdan herbiriyle ilgili hususları açıklayıp, herbiri hakkında bir mesel getirmiş ve böylece mânayı iyice açıp en güzel bir biçimde ondan kastının ne olduğunu ortaya koymuştur.Cenâb-ı Allah bu âyette, Allah yolunda infâk edilmesini emrettiği malın nasıl bir mal olması gerektiğini belirtmiş ve buyurmuştur. Âlimler emrinden muradın ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.

Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Bundan murad, farz kılınmış olun zekâttır." Başkaları ise bundan muradın, "tatavvû (gönüllü, nafile) olarak verilen sadakalardır" demişlerdir. Bir üçüncü görüşe göreyse bu tâbir, hem farz olan zekâta, hem de nafile olan infaka şamildir. Bundan muradın, farz kılınmış olan zekât olduğunu söyleyenlerin delili şudur: "Cenab-ı Hakk'ın, "İnfâk ediniz" buyruğu bir emirdir. Emrin zahiri ise, vücûb ifâde eder. Vâcib olan infâk ise, ancak zekât ile vâcib olan diöer infâklardır." Bundan muradın tatavvû (nafile) sadaka olduğunu söyleyenlerin delilleri ise, Ali İbn Ebî Talib (radıyallahü anh) Hasan el-Basrî ve Mücâhid'den rivayet edilen şu haberdir: Bazı müslümanlar, meyvelerinin en kötülerini ve mallarının da en âdilerini tasadduk ediyorlardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bu âyeti indirdi. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre, bir gün bir adam âdi bir hurma salkımı getirerek, onu sadakaların içerisine koydu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bu salkımın sahibi ne kötü iş yaptı!" buyurdular. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak da bu âyeti indirdi. Bu âyete, hem tarz olan zekât, hem de nafile olan sadakanın dahil olduğunu söyleyenlerin delili ise şudur: Emirden anlaşılan, kendisinde, onu terketmenin caiz olup olmadığının beyanı bulunmaksızın, yapma tarafının yapmama tarafına tercih edilmesidir. Anlaşılan bu mâna ise, farz ile nafile arasında müşterek bir husustur. Binaenaleyh, her ikisinin de bu emre dahil olması gerekir.

Bu Ayetteki İnfakı Zekât Olarak Tefsir Edenler

Sen bunu anladığın zaman biz diyoruz ki, onun farz olan zekâtı ifâde ettiğini söyleyen birinci görüşe göre, bu âyetten birçok mesele çıkmaktadır:

Birinci Mesele

Âyetin zahiri, insanın kazandığı bütün mallarda zekâtın verilmesinin vâcib olduğunu gösterir. Bundan dolayı buna, ticaret malının, altın ile gümüşün ve hayvanların zekâtı dahildir. Çünkü bunlar, insanın kazandığı şeyler diye vasfedilmektedir. Aynı zamanda âyetin zahiri, İmâm-ı Ebu Hanife (r.h.)'nin görüşüne göre, toprağın bitirdiği her şeyde de zekâtın verilmesinin vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Ebu Hanife'nin bu âyetle istidlal etmesi, gerçekten açıktır. Ancak ne var ki O'nun muhalifleri, âyetin bu umumî ifâdesini, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Sebzelerde zekât yoktur" Câmıu's-Sağir. 2/137. hadisiyle tahsis etmişlerdir. Yine Ebu Hanife'nin mezhebine göre, ister az olsun, ister çok olsun, yeryüzünde biten herşeyden zekât vermek vâcibtir. Âyetin bu zahiri de, O'nun bu görüşüne delâlet etmektedir. Ne var ki O'nun muhalifleri, âyetin (bu bakımdan olan) umumi manasını "Beş "vesk" den az olan şeylerde zekât yoktur" Buhari. Zekat, 4. hadisiyle tahsis etmişlerdir.

İkinci Mesele

Âlimler, âyetteki "güzel, hoş şeyler" den muradın ne olduğu hususunda ihtilâf ederek, İki görüş belirtmişlerdir:

Birinci Görüş: Bu, malın adisi değil, iyisidir. Burada lâfzı, istiâre yoluyla iyi mal anlamında kullanılmıştır. Bu açıklamaya göre âyette geçen (......) kelimesinden murad da, malın kötüsüdür.

İkinci Görüş: İbn Mesûd ve Mücahidin görüşüdür. Buna helâl mal ise haram mal demektir. Birincilerin delili, birkaç yöndendir:

1) Biz, âyetin sebeb-i nüzulü olarak, müslümanların mallarının kötülerini tasadduk ettiklerini; bunun üzerine de bu ayetin nazil olduğunu söylemiştik. Bu âyetteki Kelimesinden muradın, malın iyisi olduğuna delâlet eder.

2) Haram olan şeyi, ne tiksinerek, ne de tiksinmeyerek almak caiz değildir. Ayet-i kerime, "habîs" olan malın tiksinerek alınmasının caiz olduğuna delâlet eder. Kaffâl (r.h.) şöyle demiştir: "Buna şu şekilde cevap vermek mümkündür: Tiksinerek almaktan maksat malı gelişigüzel ve fazla incelemeden almaktır. Buna göre âyetin manası, "Siz, onun haram olduğunu bildiğiniz hâlde, ancak kendinize haram olan şeyi almak, ruhsatını tanımak ve, onu haramdan mı, yoksa helâldan mı aldığınıza aldırış etmemek suretiyle bu malı alırsınız" şeklindedir.

3) Bu görüş, Cenâb-ı Allah'ın, "Sevdiğiniz şeylerden İnfak etmedikçe, birr'u takvaya nail olamazsınız" (Al-i imrân, 92) âyetiyle de kuvvet bulmaktadır. Bu âyet (......) kelimesinden muradın, sahip olunması arzulanan, nefîs şeyler olduğuna; herkesin yanından ve evinden uzaklaştırarak çıkartması gerekli olan âdî ve kötü şeyler olmadığına delâlet etmektedir. Kâdi, ikinci görüş lehine şöyle diyerek delil getirmiştir: "Bu âyetteki dan muradın, ya "iyi" veya "helâl" demek olduğu hususunda icmâ ettik. Birincisi bâtıl olunca ikincisi kesinlik kazanır. Biz birincisinin bâtıl olduğunu söyledik, çünkü bundan murad eğer malın iyisi olsaydı, o zaman bu emir, ister haram ofsun, isterse helâl olsun, mutlak mânada güzel olan malı infâk etme hususunda bir emir olurdu. Bu ise caiz değildir. Öte yandan tahsis cihetine gitmek de, aslolanın hilâfınadır. Böylece, bundan muradın malın iyisi değil, helâli olduğu sabit olmuş olur." Burada, şu şekilde üçüncü bir görüşü söylemek de mümkündür: Âyetteki (......) kelimesinden murad, "Her bakımdan hoş olan şey" demektir. Buna göre (......) malın hem helâli hem de iyisi anlamında olur. Bir kimse çıkıp, "Birden çok mânâya gelen bir lâfzı o iki mânasına hamletmek caiz değildir" diyemez. Çünkü biz, helâlin akıl ve din bakımından hoş görüldüğü için "tayyib" diye; iyi malın da, insanın meylini ve arzusunu hoş görmesinden dolayı "tayyib" diye isimlendirilmiş olduğunu söyledik. Hoşa gitme bu iki kısım arasında müşterek olan bir mânadır. Buna göre lâfzı, bu müşterek mânaya hamledilmiş olur. Bundan muradın, helâl olan iyi mal olduğu sabit olunca biz deriz ki: Zekât mallarının ya hepsi değerlidir, veya hepsi değersizdir, ya da ikisi ortasıdır, veyahut da karışıktır.Eğer malın hepsi iyi olursa, o maldan alınan zekat da böyle olur. Eğer malın tamamı değersiz ve kötü ise, ondan alınan zekat da değersiz ve kötü olur. Bu, âyetin hilâfına bir davranış değildir. Çünkü bu durumda verilen zekât, o malın âdisi olmamaktadır. Eğer bir malın içinde hem iyisi hem de kötüsü var ise, bu durumda zekât veren kimseye, "zekâtını malının kötü tarafından verme" denilir. Fakat mal karışık olur ise, bu durumda gereken, malın orta hallisinden vermektir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Muaz b. Cebel (radıyallahü anh)'i Yemen'e gönderirken "Onlara, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir sadakanın (zekâtın) farz olduğunu bildir. Mallarının en kıymetlilerini (zekât olarak) almaktan sakın" Buhari, Zekât, 41. buyurmuştur. Bütün bunlar, âyetteki "Kazandıklarınızın güzellerinden infak ediniz" emrinden ancak farz olan zekâtın kastedilmiş olduğunu söylediğimizde söz konusudur. Fakat bundan muradın, ikinci görüşe göre, nafile sadakalar olduğunu veyahut da bundan muradın, hem farz zekat, hem de nafile sadakalar olduğunu söylediğimizde, biz deriz ki: Büyük bir hükümdara hediyeler sunarak yakın olmak isteyen kimsenin sunacağı o hediyenin mutlaka malının en iyisi ve kıymetlisi olmasının gerekmesi gibi, Allahü teâlâ da, insanlara sahip oldukları şeylerin en iyisi ile kendisine yaklaşmalarını mendub kılmıştır. İşte, âyette de bu ifâde edilmektedir.

Geriye âyetle ilgili şu tek soru kalmaktadır: Hak teâlâ'nın "Ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan., buyruğunda (min) harf-i cerrinin getirilmesindeki mana nedir? Buna şöyle cevap verilir: Âyetin takdiri: "Kazandıklarınızın güzellerinden infâk edin ve sizin için yerden çıkardıklarımızın güzellerinden infak edin" şeklindedir. Fakat "tayyibât" lâfzı ilk cümlede söylenip ikincisine delâlet ettiği için, ikinci cümlede tekrarlanmamıştır.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Kötü şeyleri vermeye yeltenme " buyruğu ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Hepsi "kastettim, niyet ettim" mânâsında olmak üzere (......) ve (......) kelimesi kullanılır. Şâir A'şâ şu beyti söylemiştir:

"Hays kabilesini kastettim (ona yöneldim); ancak ne var ki, ona ulaşıncaya kadar, şerefli daha nice uzak ve çöl araziler bulunmaktadır."

İkinci Mesele

Sadece İbn Kesir âyeti, (ve letteyemmemû) şeklinde okumuştur. Çünkü bunun aslı, biri muhatab "tâ"sı, diğeri de fiilin asli harfi olmak üzere şeklinde iki tâ vardır. Bunlardan biri diğerine idgâm edilmiştir. Diğer kıraat imamları ise, tâ harfini fetha ile ve şeddesiz olarak okumuşlardır. Benzer ihtilâf, Kur'an'ın yirmiüç yerinde geçen bu kelimenin benzeri şu fiillerde de söz konusudur: (Al-i İmran, 103), (Maide, 2), (Enam, 153), (Araf, 117), (Enfal, 20), (Enfal, 46), (Tevbe, 24), (Enfal, 40), (Hud, 105), (Nur, 15), (Ahzab, 33), (Ahzab, 52), (Saffat, 25), (Hucurat, 12), (Hucurat, 11), (Hucurat, 13), (Kalem, 38) (Kalem, 38), (Abese, 10), (Leyl, 14), (Kadr, 5). Burada iki bahis vardı.

Birinci Bahis: Ebû Ali, böyle bir idgâmın caiz olmadığını, çünkü idğam edilen harfin sakin olduğunu; harf sakin olunca da, mazî kalıplarında meselâ ve kelimelerinde hemze getirildiği gibi, bu kelimeleri de okumak için, başlarına hemze getirmenin gerektiğini, ne var ki nahivcilerin, muzari kalıplarının başına vasi hemzesinin gelemiyeceği hususunda ittifak etmiş olduklarını söylemiştir.

İkinci Bahis: Âlimler, umumun kıraatine göre hazfedilen bu tâ harfinin hangi tâ harfi olduğu hususunda ihtilâf ederek, bazıları bunun birinci tâ harfi olduğunu söylemişlerdir. Sibeveyh ise, ikinci tâ'nın olabileceğini söylerken; Ferrâ: "Diğeri hazfedilenin yerine geçeceği için, hangisi hazfedilirse edilsin, caizdir" demiştir.

Hak teâlâ'nın, "Ondan infâk edersiniz" buyruğuna gelince, bil ki bu âyetin kendisinden önceki âyetlerle münasebeti hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Cümle ifâdesinde tamamlanmakta, Cenâb-ı Allah söze burada tekrar başlayarak buyurmaktadır. Buna göre kısmı istifhâm-ı inkârı ile birlikte zikredilmiştir. Mânâ, "Siz, ancak gözünüzü yumarak, tiksinerek alabileceğiniz bir maldan infak edeceksiniz, öyle mi!" şeklindedir.

b) Cümle Hak teâlâ'nın sözü ile tamamlanır. Bu durumda da bir kelimesi takdir edilmiş olur. Buna göre takdir ise, "İnfâk etmek istediğiniz, fakat sizin ancak gözlerinizi yumarak, (hoşlanmayarak) alabileceğiniz kötü mala yönelmeyiniz, ona elinizi sürmeyiniz" şeklinde olur. Bunun bir benzeri de, (Bakara.256) ifâdesinde (......) kelimesinin takdir edilmesidir. Mana ise, Şeklinde olur: "Kopması olmayan çok sağlam bir kulpa tutunmuştur."Hak teâlâ'nın, "Onu, ancak gözünüzü yumarak, (hoşlanmayarak) alırsınız" buyruğu hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) gözü yummak, ve göz kapaklarını üst üste getirmek anlamına gelir. Bu kelimenin aslı "gizlilik" demek olan, tabirinden gelir. Meselâ denilir. Yani, "Bu, anlaşılması güç, kapalı bir sözdür". Yeryüzünün alçakta kalan ve kolay kolay görülmeyen yerlerine de, denilir.

İkinci Mesele

Bu ayette (îğmad) kelimesinin mânası hakkında şu görüşler ileri sürülmüştür:

a) Burada iğmad'ın mânası, işi kolayından almak, müsamahadır (müsâhele). Bu böyledir, çünkü insan hoşlanmadığı bir şeyle karşılaştığında onu görmemek için gözlerini yumar. Bu durum çokça meydana geldiğinden alışveriş ve diğer hususlardaki her türlü görmezlikten gelme ve işi kolayından alma, iğmâd olarak vasfedilmiştir. Buna göre sözünün mânası, "Şayet bu gibi şeyler size hediyye edilirse ancak utanarak ve gözünüzü yumarak alırsınız. O halde da razı olmadığınız şeye, benim hakkında razı oluyorsunuz?" şeklinde olur.

b) Âyet-i kerimede iğmad fiilinin müteaddî olarak düşünülmesidir. Nitekim Araplar yani, "Ölünün gözünü yumdum, kapattım" derler. Buna göre mâna "Ancak satıcı kimsenin, gözünü kapatıp ona gözünü yummasını ve parasından indirim yapmasını emrettiğinizde alabileceğiniz..." şeklinde olur.

Hak teâlâ, âyetini "İyi bilin ki Allah herşeyden müstağnidir; asıl hamde lâyık olan O'dur" sözüyle sona erdirmiştir. Buna göre (......) kelimesinin mânası, "O'nun sizin sadakalarınıza ihtiyacı yoktur." (......)'ün mânası ise, "gerekli açıklamaları yaparak size in'âmda bulunup lütfettiği için, mahmûd, hamdedilmiş, övülmüş" demektir.

Burada yapılabilecek bir başka izah da şudur: Hak teâlâ'nın (......) tavsifi âdî şeyleri sadaka olarak vermeye karşı söylenmiş olan bir tehdit gibidir. Hamîd ise, hâmid manasında olup, "Sizin yapmış olduğunuz hayırlı şeylere karşı size teşekkür ederim" demektir. Bu, Hak teâlâ'nın tıpkı "İşte bunların çalışmaları meşkûr olur"(İsra, 19) âyeti gibidir.

Şeytan Fakir Düşme Endişesi İle İnfakı Önlemek İster

267 ﴿