268"Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Size kötülüğü emreder. Allah ise size, kendisinden bir bağış ve bir bolluk vaad ediyor. Allah geniş olan, herşeyi hakkıyla bilendir" . Bil ki Allahü Teâlâ, insanların sahip oldukları helâl ve güzel mallardan infaka teşvik edince, bundan sonra insanları şeytanın vesvesesinden sakındırarak, "Şeytan sizi fakirlikle korkutur;" Yani şeytan: "Malının iyisini infak edersen fakir olursun" der. Fakat sen, şeytanın böyle demesine aldırma, çünkü rahman olan Allah size kendisinden bir bağış ve bir bolluk va'adediyor" buyurmuştur. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Âlimler burada şeytanın kim olduğu hususunda ihtilaf etmişler; bunun "iblis", diğer şeytanlar, insan ve cin şeytanları veya insanın nefs-i emmâresi (devamlı kötülüğü emreden nefsi) olduğunu söylemişlerdir. "Va'ad" kelimesi, hem hayır hem de şer hakkında kullanılır. Nitekim Hak teâlâ "(O) ateştir ve Allah onu kâfirlere va'at etmiştir" (Hacc, 72) buyurmuştur. Bu kelimenin, "Onları elem verici bir azâbla müjdele.. "(Al-i İmran. 21) âyetinde de olduğu gibi "tehekküm" (istihza etme) manasına hamledilmesi de mümkündür. "Fakr ve fukr kelimeleri aynı manaya gelen iki kullanıştır. Bunlar, mai azlığı sebebi ile olan güçsüzlük manasınadır. Çünkü lügatte "fakr" kelimesinin asıl manası "fakar"ın (bel kemiğinin) kırılmasıdır. Bir insanın beli kırıldığında denilir. Şâir Tarfe de: "Ben beli bükük bir rehine değilim" demiştir. Keşşaf sahibi: "Bu kelime fakr vefakar (......) şeklinde okunmuştur" demiştir. "Vesvese" nin ne olduğu hususundaki izahımızı, eûzübesmele'nin tefsiri esnasında, kitabın başında yapmıştık. İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'un, "Şeytanın bir lümmest (telkini vesvesesi) vardır. O, kötülük ile korkutmaşıdır. Meleğin de bir lümmesi (ilhamı) vardır. O da hayır va 'adetmesidir, Kim gönlünde hayır va 'adini bulur iser bilsin ki bu Allah 'dandır. Kim de birincisini bulur iser Allah'ın rahmetinden koğulmuş şeytandan Allah'a sığınsın" Tirmizi, Tefsir, 3(5/219). hadisini rivayet edip, tefsir etmekte olduğumuz âyeti okuduğu rivayet edilmiştir. Hasan el-Basri de, bazı muhacir ve bazı ashabın şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Şeytanın yerini bilmekten hoşlanan herkes, onun yerinin kötülükleri yapmaya insanın arzu duyduğu yer olduğunu düşünsün." Hak teâlâ'nın, size tülügü emreder" âyetiyle ilgili birkaç izah şekli vardır: Birinci İzah: Âyetteki "fahşâ" (kötülük) cimrilik manasınadır. "(O şeytan) size kötülüğü emreder" sözü, "sizi, bir âmirin memurunu teşvik etmesi gibi, cimri olmaya teşvik eder" manasındadır. Araplara göre "fahiş", cimri demektir. Nitekim Şair Tarfe, "Ölümün iyi insanları seçtiğini ve son derece cimri kimselerin mallarının iyisini tercih ettiğini görüyorum." Şiirdeki (......) kelimesi, bir insanın süt içmeyi arzuladığında söylenen (......) tabirinden alınmıştır. Şâir, buradaki "fahiş" kelimesi ile de "cimri" manasını kasdetmiştir. Nitekim Hak teâlâ, "Gerçekten insanr malı çok sever" (Adiyât, 8) buyurmuştur. Allahü Teâlâ, tefsir ettiğimiz âyette şu inceliğe dikkat çekmektedir: Şeytan, insanı önce fakir olmakla korkutur. Sonra da bu korkutması sayesinde ona kötülüğü emredebilir ve cimriliğe teşvik edebilir. Bu böyledir, çünkü cimrilik bütün insanlarca kötü bir sıfat kabul edilir. Bundan dolayı şeytan, insanın gözünde cimriliği ancak önce fakirlikten korkutarak güzel gösterebilir. İkinci İzah: Şeytan, "Ey insan, fakir düşmemen için, Allah yolunda malının iyisini infâk etme" der. İnsan, eğer şeytanın bu vesvesesine uyar ise, şeytan işi daha da ileri götürerek, onu tamamen infâktan meneder. Böylece o insan, malının ne iyisini ne de kötüsünü infâk eder. Hatta üzerine vacib (farz) olan mükellefiyetleri bile yerine getirmez ve böylece de ne zekât verir, ne sıla-i rahim yapar, ne de emânetleri yerine ulaştırır. İnsan bu hale gelince, gözünde günâhlar önemsiz hâle gelir ve günah işlemeye artık aldırmaz bir hale girer. Böylece aradaki uçurum iyice açılır ve bütün günahları işler hale gelir. İşte "fahşâ" budur. Bunun daha ileri izahı şudur: Her insanın iki zıt hâli ve bir orta hali vardır. Kâmil ve mükemmel olan hal, o insanın bütün mal ve mülkünün iyisini de kötüsünü de Allah yolunda harcamasıdır. Bunun zıddı olan hal ise, insanın Allah volunda iyi kötü hiçbir malını harcamamasıdır. Orta hal ise, kişinin malının iyisini değil de kötüsünü infak etmesidir. Buna göre şeytan, insanı en mükemmel halden, en kötü hale geçirmek istediğinde, önce onu orta noktaya çekmek suretiyle bunu yapabilir. Bu noktada insan şeytana karşı çıkarsa, şeytanın arzusu ümidsizliğe dönüşür. Fakat insan bu noktada şeytana uyarsa, şeytan onu bu noktadan, daha alt noktaya çekme hususunda cesaretlenir. Bu izaha göre, orta olan hâl, âyetteki, "(O şeytan) sizi fakirlikle korkutur" buyruğu ile; en alt nokta ise, "(O) size kötülüğü emreder" buyruğu ile anlatılmıştır. Sonra Hak teâlâ, şeytanın vesveselerinin derecelerini zikretmesinin peşisıra, kendisinin insana olan ilhamlarından da bahsederek: "Allah ise size, kendisinden bir bağış ve bir bolluk va'adediyor" buyurmuştur. Buna göre bağış (mağfiret), âhiretteki menfaatlere, bolluk (fazl) ise Allah'ın dünyada iken insana vereceği şeylere işarettir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir "Bir melek her gece", Allah'ım infâk eden her insana, tnfak ettiğinin yerine mal ver, İnfak etmeyen kimsenin de malını telef et" Buhârî. Zekât, 27. (Az farklı bir şekli...). der.Bu âyetteki bir diğer incelik de şudur: Şeytan senin dünyadaki geleceğin hususunda seni fakirlikle korkutur. Allah ise âhiretteki istikbalin hususunda sana mağfireti va'adediyor. Âhiretteki istikbalin hususundaki va'adini kabul etmek, şu hususlar bakımından daha uygundur: 1) Dünyadaki istikbalin elde edilmesi şüpheli bir şeydir. Âhiretteki istikbali elde etmek ise katî olan bir husustur. 2) Dünya istikbalini elde etsek bile, kendisinde cimrilik yapılan mal bazan geriye kalır, bazan da kalmaz. Âhiret istikbalini elde etmemiz halinde ise, Allah tarafından va'adolunan mağfirete mutlaka erişilir. Çünkü O, yalan söylemesi mümkün olmayan bir sâdıktır. 3) Dünya istikbali uğrunda cimrilik yapılan mal geriye kalacak olsa bile, insan bir korku veya hastalık veyahut da diğer bir işle meşguliyetinden dolayı ya o malından istifâde edemez veyahut bazan edebilir. Ahiret istikbalinin elde edilmesi halinde ise, bundan istifâde Allah'ın mağfireti, fazlı ve keremi ile gerçekleşir. 4) Dünya istikbali uğruna cimrilik yapılan maldan istifâde edilmesi ihtimalini kabul etsek bile, şüphe yok ki bu, kesintiye uğrayacak ve bakî olmayacak bir istifade olur. Allahü teâlâ'nın mağfireti, fazlı ve keremi ile meydana gelen istifâde ise, kesintiye uğramayan ve zeval bulmayan bakî bir istifâdedir. 5) Dünyevi lezzetlerden istifade birçok sıkıntı ve zararlarla karışıktır. Binaenaleyh senin göreceğin her dünya lezzeti, âhiret nimetlerinin aksine, türlü türlü meşakkat ve çilelere sebeb olur. Çünkü âhiretin faydaları, her türlü şaibeden uzaktırlar. Bu zikrettiğimiz hususlar üzerinde kim iyice düşünürse, Rahman'ın mağfiret ve lütfuyla ilgili va'adine inkiyat etmesinin, şeytanın va'adine inkıyâd etmesinden daha evlâ olacağını anlamış olur. Bunu iyice anlayıp kavradığın zaman biz deriz ki, âyet-i kerimede zikredilen mağfiretten maksat, Hak teâlâ'nın tıpkı:"Onların mallarından, onları temizleyecek ve onları bereketlendirecek bir sadaka al" (Tevbe, 103) buyurduğu gibi, insanların günâhlarını örtüp bağışlamasıdır. Âyette, bu mağfiretin çok mükemmel olduğuna delâlet eden iki husus vardır: a) "Mağfire" kelimesinin nekre olarak getirilmiş olması. Buna göre mâna, "Mağfiret ama, ne mağfiret!.. (Mükemmel bir mağfiret)" şeklindedir. b) Hak teâlâ'nın buyurmastdır Buna göre (minha) ifâdesi, o mağfiretin durumunun mükemmel olacağına delâlet eder, işaret eder. Çünkü Allahü Teâlâ'nın kereminin mükemmel, cömertliğinin sınırsız olduğu, bütün insanlarca bilinen bir husustur. Yine, herkesi bağışlamanın, ancak O'nun tarafından olacağı malûmdur. Cenâb-ı Hak bu mağfireti "O'ndan!..." diye tavsif edince, bundan maksadın, o mağfiretin durumunu ta'zîm etmek olduğu anlaşılmış olur. Çünkü veren zâtın büyük olması, verilen hediyyenin büyüklüğünü gösterir. Bu mağfiretin mükemmel oluşundan maksadın, O'nun bir başka âyetinde, "İşte Allah o kimselerin günahlarını iyiliğe çevirir" (Furkan, 70) şeklinde buyurduğu şey olması muhtemel olduğu gibi, bundan muradın o kimseyi diğer günahkârların günahlarının bağışlanması hususunda bir şefaatçi kılması da muhtemeldir. Bir üçüncü ihtimal de şudur: O mağfiretin mükemmel oluşundan maksat, dünyada yaşadığımız müddetçe akıllarımızın kendisine ulaşamıyacağı bir iş olmasıdır. Çünkü ahiretle ilgili işlerin tafsilâtının pek çoğu, dünyada olduğumuz sürece bize kapalıdır. (......) kelimesinin mânasına gelince bu, yapılan tasaddukun yerine, Cenâb-ı Hakk'ın bu dünyada iken hemen bir başkasını vermesidir. Bana göre buradaki fadlın şu şekilde olması muhtemeldir: a) Bu fadl'dan murad, nefste meydana gelen bir fazilettir. Bu da, cömertlik ve sehavet faziletidir. Bu böyledir, çünkü saadet mertebeleri nefsanî, bedenî ve haricî olmak üzere üç çeşittir. Mal sahibi olmak, harici faziletlerden, cömertlik ve sehâvet huyu ise nefse ait faziletlerdendir. Âlimler bu üç mertebeden en şereflisinin nefse ait saadetler, en aşağısının ise harici saadetler olduğu hususunda ittifak etmişler; buna göre mal infak edilmediği müddetçe harici saadet bulunmuş olur. Fakat bununla beraber nefsâni noksanlık da mevcut olmuş olur. Mal infak edildiği zaman ise hem nefsanî kemâl, hem de harici noksanlık beraber bulunmuş olur. Hiç şüphe yok ki bu ikinci durum daha mükemmeldir. Binaenaleyh sırf infak, Allahü teâlâ'nın va'adettiği bolluğun meydana gelmesini gerektirir. b) İnsanda infak etme melekesi meydana geldiğinde, dünyevi nimetlerle meşgul olup, onları isteme uğrunda tehlikelere girme arzusu ruhtan kalkar. Ruhta Allah'ın nurunun tecelli etmesine mâni olan şey, sadece dünya sevgisidir. Nitekim, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şeytanlar, insanların kalblerine vesvese vermemiş olsalardı insanlar göklerin melekûtunu seyrederlerdi" buyurmuştur. Kalbin yüzünden dünya sevgisinin tozu-toprağı temizlenince, o kalb kutsi âlemin nurları ile aydınlanarak, inci gibi parlayan yıldızlar misâli olur ve meleklere karışır. İşte fazl-i İlâhi budur. c) Yapılan izahların en güzeli şudur: İnsanın hayır yollarında mal infak ettiği bilindiğinde, diğer insanlar onun mal kazanması ve zengin olması hususunda güçlük çıkarmazlar. Böylece o kimseye dünyanın kapıları açılmış olur. Bir de, kendilerine infâk edip mal verdiği kimseler, onlara dua ve himmetleri ile yardımcı olurlar. Böylece de Allahü teâlâ, o kimseye hayır kapılarını açmış olur. Allahü teâlâ bu ayeti, "Allah geniş olan, herseyi hakkıyla bilendir", yani "O, mağfireti geniş ve bol, sizi zengin etmeye ve infâk ettiğiniz şeylerin yerine yenisini vermeye muktedir olandır. Hakkıyla bilendir. İnfâk ettiğiniz şeyler ona gizli kalmaz ve böylece o infak ettiğinizin yerine bir başkasını verir" buyurarak sona erdirmiştir. |
﴾ 268 ﴿