270"Verdiğiniz her nafakayı, adadığınız her nezri Allah elbette bilir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur" . Bil ki, Allahü Teâlâ infâkın, malın en iyisinden yapılması gerektiğini beyan ettiği zaman, insanları önce, "Âdi şeyleri vermeye yeltenmeyin" (Bakara, 267) sözüyle; ikinci olarak, "Şeytan sizi fakirlikle korkutur" (Bakara, 270) âyetiyle; üçüncü olarak da, "Verdiğiniz her nafakayı, adadığınız her nezri Allah elbette bilir (Bakara. 270) âyetiyle buna teşvik etmiştir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: (......) buyruğu, kısalığına rağmen, itaat e- denler için büyük bir va'adi, inatçı kâfirler için de şiddetli bir vaîdi (tehdidi) ifâde etmektedir. Bunun izahı birkaç şekildedir: a) Hak teâlâ, tasaddukta bulunanın kalbindeki ihlâs ve kulluk ya da riya ve gösteriş gibi niyetleri bilir. b) Allahü Teâlâ'nın tasaddukta bulunan kimsenin niyetinin keyfiyyetini bilmesi, bu tâatların kabulünü gerektirir. Nitekim Cenâb-ı Allah, "Allah, ancak müttakilerden kabul eder"(Maide, 27) ve "İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onu görecek, kim de, zerre ağırlığınca şer yaparsa, onu da görecek"(Zilzal, 7-8) buyurmuştur. c) Allahü Teâlâ, kulun bu niyyet ve sebeplerden dolayı hakedeceği sevâb ile ikabın miktarını bihakkın bilir ve bundan hiçbir şeyi ihmal etmez, bu hususta hiçbir şeyi birbirine karıştırmaz. Ayette denildi de denilmedi. Bunun iki sebebi vardır: a) Buradaki mef'ul zamiri, bir önceki cümleden sonra gelen (adak) kelimesine râcidir. Nitekim şu âyette de böyledir: "Kim bir hata veya bir günah kazanır da, sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa..." (Nisa, 112) (Yani, buradaki mef'ul zamiri (......) kelimesine râcidir). Bu Ahfeş'in görüşüdür. b) Buradaki zamir, buyruğundaki râcidir. Çünkü o, isimdir. Cenâb-ı Hakk'ın "Ve, size öğüt vermek için, size kitaptan ve hikmetten indirdiği şeye... (Bakara, 231) âyetinde de deki "hüve" zamiri ism-i mevsûlüne râcidir. "Nezr" insanın kendisine vacib kılmak suretiyle yapmasını üstlenmiş olduğu şeydir. Bu mânâda olmak üzere denilir. Bunun esas manası, "korku" dur. Çünkü insan, nezretmek suretiyle, kendisince mühim olan bir iş hususunda hata yapma korkusuna karşı kendisini sağlama alır. Bir topluluğu korkutarak uyardığında denilir. Din ıstılahında ise nezr, "müfesser" ve "gayr-i müfesser" olmak üzere iki kısımdır: Müfesser olan nezr, "Allah için bir köleyi azâd edeceğim" ve "Allah için haccedeceğim" şeklinde adanmış olan şeyin açıklanmış olduğu nezrdir. Bu gibi nezrlerde söylenilen şeyin aynen îfâ edilmesi gerekir, başkası onun yerini tutamaz. Gayr-i müfesser nezr ise, bir kimsenin "Allah için şunu yapmamaya nezrediyorum." "Allah'a bir nezrim olsun.." şeklinde, açıkça belirtmeden yaptığı nezrlerdir. Eğer bir kimse, yapmamaya nezrettiği bir fiili yaparsa, bundan dolayı yemin keffâreti gerekir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuş "Kim bir adak adar da, onu açıkça belirtirse, onun açıkça belirttiği şeyi yapması gerekir. Kim bir adak adar da, onu açıkça belirtmezse, ona yemin keffâreti gerekir. İbn Mace. Keffarât, 17 (1/687): Ebu Dâvud, Eyman, 30 (3/241). (Kısmen...). Allahü Teâlâ'nın, "Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur" ifâdesi ile ilgili iki mesele vardır: Ahirette Kâfirlerin Yardımcısı Yoktur Bu tâbir, zalimler için şiddetli bir tehdittir. Zulüm iki kısımdır: Biri kişinin kendi nefsine yaptığı zulüm, ki bu bütün günahlarda meydana gelmektedir. Diğeri, kişinin başkasına yaptığı zulüm ki bu da, meselâ insanın infâkta bulunmaması veya verdiğini müstehak olana vermemesi, ya da hak edene verdiği infâkdaki niyetinin riya ve gösteriş olması, veyahut da günahlar içleyerek, yapmış olduğu infâkı ifsad etmesi şeklinde olur. Bu son iki şekil de, yine insanın başkasına değil de, kendisine karşı yapmış olduğu zulümler cümlesindendir. Mutezile, büyük günah sahiplerine şefaat edilmeye- ceği görüşüne bu ayeti delil getirerek, şöyle demiştir; "Çünkü birisine yardım eden, ondan zararı def eden kimsedir. Eğer şefaat edenlerin şefaatiyle bu büyük günah sahiplerinin cezası savuşturulmuş olsaydı, şefaat edenler, büyük günah sahiplerinin yardımcıları olmuş olurlardı. Bu ise, Cenâb-ı Hakk'ın, sözüne zıddır. Bil ki örfen, şefaat eden, "yardımcı" diye isimlendirilmemiştir. Bunun delili, Cenâb-ı Allah'ın, "Öyle bir günden korkunuz ki, hiç kimse, hiç kimse namına bir şey ödeyemez. Ondan herhangi bir şefaat kabul olunmaz. Ondan bir fidye alınmaz, onlara yardım da edilmez.." (Bakara, 48) âyetidir. Allahü Teâ-lâ bu âyette, şefaat ile yardımı ayrı ayrı zikretmiştir. Binaenaleyh, zâlimlere yardım edilmeyeceğini söylemek, onlara şefaat edilmeyeceği anlamına gelmez. Buna, ikinci bir şekilde şöyle cevap verilir: Zalimlerin tamamı için yardımcılar olmayacaktır. Binaenaleyh siz niçin, bazı zalimler için de yardımcıların bulunmayacağını söylüyorsunuz? Buna mukabil eğer, "zalimler" ve "yardımcılar" kelimeleri cemi (çoğul)dur. Cemi kelimeye mukabil, cemi kelime getirildiğinde, o cem'in her bir ferdine mukabil bu cemiden bir ferd düşer. Buna göre âyetin mânası şu şekilde olur: "Zalimlerden hiçbirisi için, herhangi bir yardımcı yoktur" denilirse biz deriz ki: Biz, cemi kelimeye mukabil cemi kelime getirildiğinde, o cem'in herbir ferdine bu çoğuldan da bir ferdin düşmesi gerektiğini kabul etmiyoruz. Çünkü bundan muradın o çoğuldaki herbir ferde mukabil, bu çoğuldan bir ferdin düşmesi değil, sadece çoğul kelimeye, çoğul bir kelime ile mukabele edilmesi ihtimalidir. Buna üçüncü bir şekilde de şöyle cevap veririz: Şefaatin olmadığını gösteren bu delil, herkes hakkında ve bütün zamanlar için umumidir. Şefaatin bulunduğunu ifâde eden delil ise, bazı kimselere ve bazı zamanlara hâstır. Hâs olan delil, âmm olan delilden öncedir, (o tercih edilir). Allah en iyisini bilendir.Buna dördüncü olarak şöyle cevap verilir: Biz daha önce, umûmî lâfzın, herkesi içine alma (istiğrak) hususunda katiyyet ifâde etmediğine, aksine zann-ı gâlıb yoluyla, zahirî bir mâna ifâde ettiğini, böylece de onun, zannî bir delil olduğunu açıklamıştık. Bu mesele ise, zannî bir mesele değildir. Binaenaleyh, bu mesele hakkında bu âyete tutunulamaz. "Ensâr" kelimesi, şerif kelimesinin cem'inin eşraf; ve habib kelimesinin cem'inin ahbâb olması gibi, nasîr kelimesinin çoğuludur. |
﴾ 270 ﴿