271"Eğer sadakaları açıktan verirseniz o, ne güzel Eğer onları gizler ve fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Günahlarınızdan bir kısmını bağışlar Allah ne yaparsanız, ondan hakkıyla haberdârdır" . Bil ki Allahü teâlâ önce, peşisıra başa kakma eziyyet olan infâk ile, böyle olmayan infâkı beyan buyurup, bu iki kısmın herbirinın hükmünü zikretti. Sonra ikinci olarak, infâkın bazan malın iyisinden, bazan da düşüğünden olduğunu zikredip, bu iki kısmın herbirinin hükmünü de beyan etti. Bu âyette ise, infâkın bazan açıktan, bazan da gizlice olacağını bildirerek, herbirinin hükmünü belirtti ve şöyle buyurdu: "Eğer sadakaları açıktan verirseniz o, ne güzeli" Bu tabirle ilgili birkaç mesele vardır: Sahâbe-i kiram, Hazret-i Peygamber'e, "Gizli verilen sa- daka mı, yoksa açıktan verilen sadaka mı daha faziletlidir?" diye sordular. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. (sadaka) kelimesi, hem farz olan zekât, hem de nafile olan sadaka ve harcamalar hakkında kullanılır. Allahü Teâlâ, "Matlarından onları temizleyecek bir sadaka al" (Tevbe, 103) toy ve "Sadakalar ancak..., fakirlere mahsustur" (Tevbe, 60) buyurmuştur.Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Kişinin ailesi için harcadığı her şey, bir sadakadır" Tirmizi. Bir ve Sıtâ, 42 (4/344). buyurmuştur. "Zekât" kelimesi ise, ancak farz olan malî ibâdet hakkında kullanılır. Lügatçiler, "sadaka" kelimesinin aslının harfleri olduğunu; bu tertibin sıhhat ve kemâl mânasını ifâde etmek üzere vaz'olunduğunu söylemişlerdir. Arapların "Görüşü doğru olan adam" "Karşılaşılması iyi olan adam"; " "Savaşa sadık kaldılar "falanca sevgisi mükemmel olandır" "Bu iyice eskimiş bir sirkedir." "iyice tatlı bir şey" sözleri bu köktendir. Yine birisi birşeyin haberini olduğu gibi dosdoğru verdiği zaman denilir. Dost da, sevgi ve dostluğunda doğru olduğu için diye; nikâh akdi kendisi ile tamamlandığı için mihir de diye isimlendirilmiştir. Allahü teâlâ, mal kendisi ile mükemmel ve şer'i manada tam mal olduğu için, zekâtı da "sadaka" diye adlandırmıştır. O halde sadaka, ya malın tam mal olması ve devam etmesi için bir sebeptir, veyahut da kulun imanında sâdık ve mükemmel olduğunu istidlal etmeye bir sebeptir. Ayetteki tabirinin aslıdır. Fakat bu radakı iki "mim" den birisi diğerine idğam edilmiştir. Bu kelime üç türlü okunur: 1) Ebu Amr, Kâlûn ve Âsim'in ravisi Ebû Bekir, nûn harfinin kesresi ve ayn harfinin sükûnu ile (......) şeklinde okumuşlardır ki bu, Ebu Ubeyd'in de tercih ettiği kıraattir. Ebu Ubeyd: "Çünkü bu okunuş, Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm)'in, Amr b. As (radıyallahü anh)'a "Salih (helâl) mal sâlih insana ne kadar yakışır. Müsned, 4/202. dediğinde kullandığı şekildir. Bu hadiste kelime, ayın harfinin sükûnu ile rivayet edilmiştir" demiştir. Nahivciler de şöyle demişlerdir: "Bu okunuş, iki sakin harfin bir arada bulunmasını gerektirir ki bu caiz değlidir. Bu, ancak iki harften birincisinin med veya lîn harfi olması durumunda caizdir. Mesela, (......) ve (......) kelimelerinde olduğu gibi. Çünkü harfteki med, harekeden bedeldir. Hadîse gelince, bu duyular iki sakinin bir arada bulunmasının mümkün olmadığına delâlet ettiği için, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu kelimeyi telâffuz ederken "ihtilas" (harekeyi kısmen belirtme) yolu ile, ayn'ı hafifçe harekelediğini anlamış oluruz. 2) İbn Kesir, Verş'in rivayetine göre Nâfi ve Hafs'ın rivayetine göre Âsim nûn ve ayn harflerinin kesresi ile (......) şeklinde okumuşlardır. Bu okuyuşun şu iki izahı vardır: a) Onlar, ayn harfini harekeleme ihtiyacı duydukları için, onu, makablinin (kendinden önceki harfin) harekesi cinsinde harekelemişlerdir. b) Bu, kelimeyi nûn ve ayn harfinin kesresi ile (......) şeklinde kullanan kimselerin diline göre okunmuştur. Sibeveyh, Huzeyl Kabilesi'nin kelimeyi böyle telâffuz ettiğini söylemiştir. 3) Diğer kıraat imamları ise, kelimeyi, nûn harfinin fethası ve ayn harfinin kesresi ile (......) şeklinde okumuşlardır. Bu şekilde okuyanlar, kelimeyi aslına uygun olarak okumuş olmaktadırlar. Kelimenin aslı şeklindedir. Şâir Tarfe "İyi ve güzel işe koşanlar ne güzeldirler" demiştir. Zeccâc, "Buradaki o şey manasınadır ve da "O, ne güzel şeydir" manasına getir" demiştir. Ebu Ali el-Ceyyid de: "Bu terkib hakkında şu denilebilir: Bu lâfızdaki "şey" manasınadır. Çünkü mâ burada nekre olarak getirilmiştir. Dolayısıyla onu nek'ire olarak "şey" manasına almak, daha zahirdir. Onun nekire oluşunun delili ise, nekire değil de marife olması halinde mutlaka bir sılasının bulunmasının gerekli oluşudur. Halbuki burada sılası yoktur. Çünkü ondan sonra ayette lâfzı gelmiştir. Bu ise tek bir kelimedir, bir cümle değildir. Müfred bir kelime ise, sıla olmaz. Böylece, Zeccâc'ın görüşü bâtıl olunca, biz deriz ki: "Mâ" kelimesi, temyiz olduğu için mahallen mansubtur. Bunun takdiri ise, "Sadakaları açıktan vermek ne güzel bir şeydir" şeklindedir. Sözden anlaşıldığı için buradaki muzafı hazf edilmiştir" demiştir. Âlimler, âyette geçen "sadakalar" ile nafile sadakalar mı, zekât mı veya her ikisinin birden mi kastedildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir: Birinci Görüş: Bu, çoğu âlimlerin görüşüdür. Buna göre, buradaki "sadakalar" ifadesi ile, nafile sadakalar kastedilmiştir. Bu görüştekiler, "Çünkü nafile sadakaları gizlice vermek, zekâtı ise açıkça vermek daha efdaldir" demişlerdir. Bu hususta iki bahis vardır: Birinci Bahis: Sadakayı Gizli Vermenin Fazileti Birinci bahis, nafile sadakaları açıkça mı, yoksa gizlice mi vermenin daha efdal olduğu hususundadır. Biz önce, nafile sadakaların gizlice verilmesinin efdai olduğunu gösteren delilleri zikredelim: a) Gizlice vermek, riya ve gösterişten son derece uzak bir davranış olur. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, desinler diye, riyakârca ve başa kakarak sadaka verenlerin sadakasını kabul etmez" buyurmuştur. Hiç şüphesiz verdiği sadakayı anlatan kimse, gösteriş ve desinleri; insanların kalabalık olduğu yerde sadaka veren de riya yapmayı istemektedir. Halbuki sadakayı anlatmamak ve gizlice vermek insanı gösteriş ve riyadan koruyacak tek çâredir. Bazı kimseler sadakayı tamamen gizli vermek maksadıyla, işi daha ileri götürerek, alan kimsenin kendisini tanıyıp bilmemesi için gayret sarfetmişler ve bundan dolayı bazıları, sadakasını âmâ olanların eline vermiş, bazıları fakirin geçeceği yola, veyahut da fakirin vereni göremeyeceği, fakat parayı, görebileceği ve oturacağı bir yere koymuşlardır. Bazıları fakir uyurken, sadakayı fakirin elbisesinin bir tarafına bağlarken, bazıları da başkasının eli ile sadakasını ona gönderir. Bütün bunlardan gaye, riya, gösteriş, desinler ve başa kakmadan uzak kalmaktır. Çünkü fakir, kendisine sadaka vereni tanıdığında hem riya, hem de başa kakma söz konusu olabilir. Fakat fakirin aracı olan şahsi tanımasında riya söz konusu değildir. b) İnsan sadakasını gizlice verdiğinde, diğer insanlar arasında bu hususta bir şöhreti bulunmaz, bundan dolayı medh-ü sena edilmez ve kendisine saygı gösterilmez. Böylece bu, sadaka verenin nefsine çok ağır gelir. Binaenaleyh bu şekilde veriş, daha çok sevabı gerektirir. c) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)"Sadakanm efdal olanı, malca sıkıntıda olan kimsenin, fakire gizlice verdiği sadakadır Benzer bir hadis için bkz. Nesai, Zekât 49 (5/58): Ebu Davud. Vitr, 12 (2/69); Müsned. 5/178-179. ve: "Kut gizli olarak bir iyilik yaptığında, Allah onu, onun için gizlice yazar. Eğer kul, yaptığı iyiliği açığa vurursa, Allah da o dilini sır olmaktan çıkarır, onun alenî işler hesabına yazar. Eğer o kimse, bu iyiliğinden insanlara bahsetmeye başlarsa, Allahü teâlâ o hem gizli, hem de aleni olmaktan çıkararak, riya olarak yazar" buyurmuştur. Yine meşhur bir hadiste: "Yedi kişi var ki, Allahü teâlâ onları, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, gölgesinde gölgelendirecektir. Onlardan birisi, sadaka verirken sağ elinin verdiğini sol eli dahi bilmeyen kimsedir" Buhari Zekât, 16; Müslim. Zekat, 91 (2/715). (Hadisin tamamı). ve "Gizlice verilen sadaka, Rab Teâlâ'nın gazabını söndürür" Tirmizi Zekat, 28 (3/52). ("gizlice kaydı" olmaksızın.) Bu şekli ile: Keşfu'l Hafa, (2/22). buyurulmuştur. d) Sadakayı açıktan vermek, alana bir çok yönden zarar verebilir. Halbuki gizlice verme, bir zarar taşımaz. Bu sebeple gizli vermenin efdal olması gerekir. Açıktan sadaka alan kimseye şu zararlar dokunabilir: 1) Sadakayı açıktan vermek, fakirin şerefini zedeler ve fakir olduğunu ortaya çıkarır. Çoğu zaman fakir, bundan hoşlanmaz. 2) Sadakayı açıktan vermek fakirin, utanma ve dilenmeme halini yok eder. Halbuki Cenab-ı Allah, bundan sonra gelen, "(O fakirlerin hallerini) bilmeyen, utanma ve istiğnalarından dolayı onlan zengin zanneder Sen, o gibi kimseleri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir şey isteyemezler" (Bakara, 273) âyet-i kerimesinde, bu hali medh-ü sena etmiştir. 3) İnsanlar bazan o fakirin bu sadakayı almasını yadırgar ve onun, ihtiyacı olmadığı halde o sadakayı aldığını zannederler. Böylece fakir, bir kınama konusu olur ve insanlar onun gıybetini yapmaya başlarlar. 4) Sadakayı açıktan vermek, alanı zelil ve hakir düşürür. Mü'mini küçük düşürmek caiz değildir. 5) Sadaka, hediye sayılır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yanında başkaları var İken birisine bîr hediye verilse, diğer insanlar o hediyede onunla ortaktırlar" Keşfu'l-Hafâ. 2/231. buyurmuştur. Fakir kimse çoğu kez, kendisine verilen sadakadan, orada bulunup o sadakaya ortak olması gereken kimselere bir şey vermez. Sadaka ona açıktan verildiği için fakir, uygun olmayan bir davranışta bulunmuş olur. Nafile sadakayı gizlice vermenin evlâ olduğunu gösteren delillerin tamamı, bunlardan ibarettir. Nafile sadakanın açıktan verilmesinin de caiz oluşunun izahı ise şöyledir: İnsan, sadakayı açıktan verdiğinde, bu, sadaka verme konusunda başka insanlara örnek olup fakirlerin bundan istifâde edeceğini bilirse, sadakayı açıktan vermesi caizdir. Hatta bu durumda sadakayı açıktan vermek daha faziletli olur. Nitekim İbn Ömer (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir. Fakat bu hususta başkalarına örnek olmak İsteyen kimsenin sadakayı açıktan vermesi efdaldir" buyurduğunu rivayet etmiştir. Muhammed b. İsa el-Hakim et-Tirmizi şöyle demiştir: İnsan, halkın nazarından uzak gizli bir iş yapar, bir taraftan da halkın kendisini bu işi yaparken görmesini ister; derken bu arzuyu da yenmeğe çalışırsa, şeytan ona musallat olmuş demektir. Şeytan, ona başkalarının görmesini telkin eder, kalbi ise bu arzuyu reddeder. Bu haldeki insan, şeytanla mücâdele eden bir insandır. Böylece onun gizlice yaptığı iyiliğin sevabı, açıktan yaptığının sevabından yetmiş kat daha fazla olur. Sonra Allahü Teâlâ'nın nefislerinden memnun olan seçkin kulları vardır. Hak teâlâ bu kullarına, çeşit çeşit hidayetler lütfetmiş ve böylece onların kalblerinde marifetullah nurlart kat kat olmuş, nefsin vesveseleri onlardan uzaklaşmıştır. Çünkü onların arzu ve istekleri sönmüş ve kalbleri Allah'ın azamet denizine gark olmuştur. Bundan dolayı bunlardan herhangi biri açıktan bir iyilik yaptığında, nefsi ile ceddelleşmeye ihtiyaç duymaz. Çünkü nefsinin şehveti sona ermiş ve mücâdele gücü kırılmıştır. Böylece onlardan biri açıktan iyi bir iş yaptığında, başkalarına örnek olmayı murad eder. Böyle bir kimsenin zâtı kemâle ermiştir ve başkasının da tam ve hatta tamamın üstünde olması için gayret sarfetmektedir. Görmüyor musun, Allahü teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de bazı kimseleri medh-ü sena etmiş, onları, "Rahman'ın kullan" diye adlandırmış ve cennette onlara en yüksek dereceleri va'adederek, "işte onlar (cennetin) sarayları ile mükâfaatlandırılacaklardır" (Furkan, 75) buyurmuş; sonra onların dua edip istedikleri hasletlerden bahsederek, "Bizi takva sahiplerine rehber (İmam) kıl" (Furkan. 74) dediklerini belirtmiştir. Yine Hak teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm)'nın ümmeti içindeki bazı kimseleri överek, "Musa'nın kavminden, (halkı) hakka irşâd eden ve hak ile, adalet üzere hükmeden bir topluluk vardı" (A'râf. 159); ümmet-i Muhammed'i de medhederek, "Siz, insanların fâidesi için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği yayar kötülükten (insanları) sakındırırsınız" (al-i imran, 110) buyurmuş ve sonra kötülüğün ne olduğunu müphem bırakarak, "yarattıklarımız içinde, hakka rehberlik eden ve adaleti de hak ile tatbik eden bir ümmet vardır"(A'râf, 181) buyurmuştur. İşte bu kimseler, hidayet rehberi, din büyüğü ve insanların efendisi olan kimselerdir. İnsanlar Allah'a doğru giderken bunları kılavuz edinirler. Neden Sadakayı Gizleme Daha Efdaldir? İmdi eğer, "Durum sizin söylediğiniz gibi ise, Allah'ın, "Eğer onları gizler ve onları fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır" buyruğunda, sadakayı gizlice vermek açıkça vermeye niçin tercih edilmiştir?" denilir ise, buna şu iki şekilde cevap verilir: 1) Âyetteki, "İşte bu sizin için daha hayırlıdır" sözünün, bir tercihi gösterdiğini kabul etmiyoruz. Çünkü âyetin mânâsının, "Sadakayı gizli olarak vermek, hayırlardan bir hayır ve bir taattir" şeklinde olması muhtemeldir. Buna göre âyetten murad, bir tercihi göstermek değil, o fiilin, aslında bir hayır ve taat olduğunu beyân etmektir. 2) Bu tabirden muradın, bir tercihi gösterme olduğunu kabul etsek bile, âyetten kastedilen, gerek açıktan vermede, gerek gizli vermede durum eşit olduğunda, efdal olanın gizli verme olduğunu göstermektir. Fakat sadakayı açıktan verme hususunda bir tercih sebebi bulunduğunda, açıktan vermeyi, gizli vermeye tercih etmek tuhaf bir ihtimal olmaz. İkinci Bahis: Farz olan zekâtın açıkça verilmesi efdaldir. Buna şunlar delâlet eder: 1) Allahü Teâlâ, devlet reislerine zekâtı toplamaları için, bu işle görevli kimseleri zekâtı istemeye göndermelerini emretmiştir. Zekâtın, zekâtı toplamakla görevli memurlara verilişi açıktan olur. 2) Zekâtı açıktan verme, insanların "zekât vermiyor" diye itham etmelerine mani olur. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, farz namazlar dışındaki diğer namazların çoğunu evinde kıldığı rivayet edilmiştir. İnsanların töhmetini savuşturmak için farz ve nafile namazların hükmü, açıktan kılınma ve gizlice kılınma şeklinde farklı olduğuna göre, farz ve nafile sadakalarda da hüküm aynı olur. 3) Zekâtı açıktan vermek, Allah'ın emrine ve mükellefiyetine koşma manasını taşır. Onu gizlice vermek ise, farz ibadetleri yerine getirmedeki arzunun terkedildiği vehmini verir. Binaenaleyh farz olan zekâtı, açıktan vermek efdaldir. İşte bütün bunlar, âyette geçen "sadakalar"dan muradın, sadece nafile sadakalar olduğunu söyleyenlerin görüşünün izahı hususundadır. İkinci Görüş: Açıktan Vermede Görülen Zorluklar Bu, Hasan el-Basrî'ye aittir ve bu görüşe göre, bu âyetteki "sadakalar" sözü, hem farz olan zekâta, hem de mendub olan sadakalara şamildir. Hasan el-Basri farz olan zekâtın açıktan verilmesinin evlâ olduğunu söyleyenlere karşı şu bakımlardan cevap verir: 1) Malların zekâtını açıktan vermek, malın ne kadar olduğunun ortaya çıkmasını gerektirir. Bu da, çoğu zaman, zalim kimselerin, zekât veren kimsenin malına tamah edip çokça haset etmeleri sebebiyle, zararlara sebebiyet verir. Efdal olan, o kimsenin malını gizlemesi olduğuna göre bundan, hiç şüphesiz zekâtın da gizlenmesinin evlâ olduğu neticesi çıkar. 2) Bu ayet, Hazret-i Peygamber ile sahabenin zekâtı vermemeden dolayı itham edilmedikleri günler esnasında nazil olmuştur. Binaenaleyh hiç şüphesiz, riyadan ve gösterişten daha uzak olduğu için, zekâtı gizlice vermek, onlar için daha evlâ olmuştur. Ama şu anda, insanların birbirlerini itham etmeleri söz konusu olunca, işte bu töhmetin bulunması sebebiyle zekâtı açıktan vermek daha evlâ olur. 3) Hak teâlâ'nın, buyruğunun bir tercihe delâlet ettiğini kabul etmiyoruz. Bunun izahı daha önce geçmişti. Hak teâlâ'nın, "Eğer onları gizler ve onları fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır" buyruğuna gelince, ihfâ, izhâr etmenin zıddı olan bir hareket tarzıdır. sözü de fiilinden anlaşılan, "ihfâ" gizlemek, masdarına racidir. Çünkü fiil, masdarına delâlet eder. Buna göre mâna, "Gizli vermeniz sizin için daha hayırlıdır" şeklinde olur. Halbuki biz, âyetteki "sizin için daha hayırlıdır" beyanından muradın, "O haddizatında hayırlardan bir hayırdır" manası olmasının muhtemel olduğunu söylemiştik. Nitekim bu manada "Tirid yemeği iyidir" denilir. Bu ifâdeden muradın, bir tercihi ifâde etmek olması da muhtemeldir. Allahü teâlâ, gizlice vermenin daha efdat olması hususunda, o sadakayı fakirlere vermeyi şart koşmuştur. Çünkü gizlice verirken, o kimsenin, zekâtı fakirlere değil de, zekâta müstehak olmayan dost ve arkadaşlarına verebileceği akla gelir. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, gizlice sadaka vermede, onu fakirlere vermeyi şart koşmuştur. Bundan maksad ise, tasadduk eden kimseyi, sadaka verilecek kimseleri araştırmaya sevketmek, böylece de onun fakirleri tanıyıp, onları fakir olmayanlardan farketmesini sağlamaktır. Binaenaleyh sadaka veren kimse, bu araştırmayı yapıp sonra da gizlice tasaddukta bulunduğu zaman, o sadakadan beklenen fazilet meydana gelir. Cenab-ı Allah'ın, "Günahlarınızdan bir kısmını bağışlar" buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır: Arapça'da "tekfir" "örtmek ve gizlemek" demek- tir. Silahını gizleyen kimseye denilir. Yine "Yemini bozma günahını, sadaka vererek örten kimse için "Yemininden dolayı kefaret ödedi" denilir. Keffâret, meydana gelen günahı iyice örten demektir. İbn Kesir, Ebû Amr ve Ebu Bekrin rivayetine gö- re Âsim, nün harfi ile ve râ harfini zammeli okuyarak (Biz bağışlarız) şeklinde okumuşlardır. Bu şekilde okuyuşun sebepleri şunlardır: a) Bu kelimenin cümlesindeki fâ'nın başında bulunduğu cümlenin mahalline atfedilmesidir. b) Bu ifâdenin, mahzuf bir müptedânın haberi olmasıdır. Yani demektir. c) Bu ifâdenin, fiil cümlesi olarak, makabli ile ilgisi olmayan müste'nef bir müptedâ olmasıdır. Hamza, Nâfi ve Kısâ'i ise bu kelimeyi, nûn ile ve meczûm olarak (......) şeklinde okumuşlardır. Bunun izahı ise, bu kelimenin sözünün mahalline atfedilmesidir. Çünkü, bu son sözün mahalli meczumdur. Baksana, birisi, "Eğer sadakayı gizli olarak verirseniz, o sizin sevabınızın en büyüğü olur" demiş olsa, mutlaka fiilini böyle meczum okur. Binaenaleyh böylece, ifâdesinin cezm mahallinde olduğu ortaya çıkmış olur. Mahalline atfedilme hususunda bunun benzeri, diğer bir misal ise, "Allah kimi saptırırsa. artık onu yola getirecek yoktur. O, onları bırakır, ." (Araf, 186) ayetindeki fiilini meczûm okuyanların kıraatidir. İbn Âmir ile Âsimin râvisi Hafs da bu kelimeyi ya harfi ile, fa'nın kesresi ve râ'nın ötüresi ile (......) şeklinde okumuşlardır. Buna göre mânâ, "Allah veyahut da gizli vermeniz günahlarınızdan bir kısmını örter" şeklinde olur. Böyle okuyanların delilleri, bundan sonraki cümlesinin müstakil bir cümle olarak ve faili müfred olarak getirilmiş' olmasıdır. Buna göre ifâdesi, kendisinden sonrasına daha çok benzer. Birinciler bunlara cevap vererek şöyle demişlerdir: Önce cemi lâfzın zikredilip, sonra da müfred lâfzın getirilmesinde bir beis yoktur, Nitekim Hak teâlâ, "Kulunu bir gece yürüten (Allah, eksikliklerden) münezzehtir"(İsra, 1) buyruğunda ilk önce faili müfred getirmiş, daha sonra da ve Musa'ya da kitabı verdik" (İsra, 2) sözünde faili cemi olarak getirmiştir. Keşşaf sahibi, dördüncü bir kıraat olarak fiili, "te" harfi ile ve merfû ve-ya meczum olarak, ve şeklinde bir okunuş nakletmiştir. Bu okunuşta fail, lâfzıdır. Bir beşinci kıraat ise, Hasan el-Basrî'nin "te" ile ve başında gizli bir ile nasbederek şeklindeki okuyuşudur. Buna göre mana, "Eğer sadakaları gizlice verirseniz, sizin için hayırlı olur. O, sizin günahlarınızı örterse bu sizin için daha hayırlıdır" şeklinde olur. (......) sözündeki (......) harfinin burada gelmesinin sebepleri şunlardır: 1) Bundan murad, "Biz sizin günahlarınızın bir kısmını örter, bağışlarız" manasıdır. Çünkü bütün günahlar değil, bazı günahlar sadakalar ile örtülür. Cenâb-ı Hak, bu bazı günahların neler olduğunu açıkça belirtmemiştir. Çünkü onları açıkça belirtmek, kulun onların bağışlanacağını bilmesi halinde, o günahları yapmaya bir teşvik gibi olurdu. Halbuki gereken, insanın her halükârda havf ile recâ (korku ile ümid) arasında olmasıdır. Bu da ancak sözü müphem bırakmakla olur. 2) Buradaki harf-i cerh, (.... den dolayı) manasındadır. Buna göre âyet, "günahlarınızdan dolayı biz sizi bağışlıyoruz" manasındadır. Nitekim sen, "Kötü ahlâkından dolayı seni dövdüm" dersin. 3) Buradaki zâiddir, yani mânâda bir tesiri yoktur. Bu, Hak teâlâ'nın; "Orada, bütün meyveler var" (Muhammed, 15) ayetindeki harfi gibidir. Buna göre mânâ, "Biz, sizin bütün günahlarınızı örteriz (ve bağışlarız) " şeklinde olur. Birinci görüş daha evlâ ve daha doğrudur. Cenâb-ı Allah'ın, "Allah ne yaparsanız, ondan hakkıyla haberdardır" buyruğu gizlice verilen sadakanın, açıkça verilen sadakadan üstün olduğuna işarettir. Mânâsı, "Allah gizli ve açık verilen sadakaları bilir. Sizler sadakalarınızla sadece Allah'ın rızasını taleb ediyorsunuz. Böylece sadakaları gizlice vererek, maksadınız hasıl olmuştur. O halde, bu açıktan vermenin manası nedir?" şeklindedir. Bununla sanki onlar, riyadan uzak olsun diye, sadakalarını gizlice vermeye teşvik edilmişlerdir. |
﴾ 271 ﴿