272"(Ey Muhammed) o (insanları) hidayete erdirmek senin üzerine borç değildir. Fakat Allah, dilediğine hidayet eder. İnfâk edeceğiniz hayır, kendi faydanızadır. Zaten siz, ancak Allah'ın rızasını aramak için infak edersiniz. İnfak ettiğiniz hayır (mal), size tamamen geri ödenecektir, haksızlığa uğratılmayacaksınız" . İşte bu, infakla ilgili dördüncü hükümdür ve infakın kimlere yapılabileceğini beyan etmektedir. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci mesele, ayetin sebeb-i nüzulü hakkındadır. Bu hususta şu rivayetler nakledilmiştir: Birinci Rivayet: Bu ayet, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in kızı Esmâ'nın annesi Nüfeyle ile Esma'nın büyük annesi, müşrik olarak Esma'dan bir şeyler istemek üzere geldiler. O da, "Hazret-i Peygamber ile müşavere etmedikçe, size hiçbirşey vermem. Çünkü siz, benim dinimde değilsiniz" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bu hususta istişare edince, Allahü teâlâ işte bu âyeti indirdi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de Esma (radıyallahü anhnha)'ya, onlara tasaddukta bulunmasını emretti. İkinci Rivayet: Ensar'dan bazılarının Kureyza ve Nadir yahûdileri içinde akrabaları vardı. Bunlar o akrabalarına tasadduk etmiyor ve "Müslüman olmadığınız müddetçe size hiçbirşey vermeyiz" diyorlardı, işte bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Üçüncü Rivayet: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere tasadduk etmiyordu. Bu âyet nazil olunca, onlara tasadduk etti. Bütün bu rivayetlere göre âyetin mânâsı, "Sana muhalif olanlara hidayet etmek senin görevin değildir ki, İslâm'a girsinler diye onlara sadaka vermeyesin. O halde Allah rızası için onlara da tasadduk et. Sadakayı, onların müslüman olmaları şartına bağlama" şeklinde olur. Bunun bir benzen de, 'Allah sizi, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik etmekten men etmez..., " (Mümtehine, 8) âyetidir. Allahü teâlâ bu âyette, müşriklere iyilik yapma hususunda, bir nevi ruhsat vermiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ'nın da: "Demek, bu (Kur'an'a) inanmazlarsa, bir üzüntü duyarak arkalarından kendini adetâ tüketeceksin" (Kehf, 6)"Onlar, mümin olmayacaklar diye nerede ise kendine kıyacaksın" (Şuara, 3) "Sen, hepsi mümin olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?" (Yûnus, 99) ve "Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Size çok düşkündür" (Tevbe, 128) âyetlerinde beyan ettiği gibi, bütün insanların iman etmesini çok arzu ediyordu. Fakat Allahü teâlâ O'na, kendisini bir beşîr (müjdeleyen) ve nezîr (uyaran) olarak, Allah'ın izni ile Allah'a çağıran, ışık saçan ve delilleri açıklayan bir peygamber olarak gönderdiğini, onların hidayete ermelerinin ne Hazret-i Paygamberden, ne de Hazret-i Paygamber sebebi ile olabileceğini bildirdi. Buna göre buradaki "hidayet", o kâfirler hidayete erseler de ermeseler de, ihtida (hidayete erme) manasınadır. Binaenaleyh "Yardımını, iyiliğini ve sadakanı, o müşriklerden kesme" demektir. Burada şöyle bir açıklama da yapılabilir: Onlara sadaka vermemek suretiyle, onları imana yönelmeye mecbur etmek, senin görevin değildir. Çünkü böyle bir imandan, onlar istifâde edemezler. Aksine onlardan beklenen iman, isteyerek, arzularıyla girecekleri bir imandır. "O İnsanları hidayete erdirmek, senin üzerine borç değildir" buyruğu, zahiren Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yönelik bir hitaptır. Fakat bununla, hem O, hem de ümmeti kastedilmiştir. Görmüyor musun, Hak teâlâ, "Eğer sadakaları açıktan verirseniz.." buyurmuştur ki bu umûm ifâde eden bir hitaptır. Bundan sonra da, "O, insanları hidâyete erdirmek, senin üzerine borç değildir" buyurmuştur. Bu ifâde de zahiren hususi bir hitaptır. Yine bundan sonra, İnfâk edeceğiniz hayır(mal) kendi faydanızadır" buyurmuştur ki bu da umûmi bir ifâdedir. Binâenaleyh gerek âyetin öncesinin, gerek sonrasının umûmi oluşundan, bunun da umûmi olduğu anlaşılmış olur. Allahü Teâlâ'nın, 'Fakat Allah, dilediğine hidayet eder" buyruğu ile, âlimlerimiz, Allah'ın hidayetinin umumî değit, aksine sadece mü'minlere mahsus olduğuna istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, "Fakat Allah, dilediğine hidayet eder" sözü, Hak teâlâ'nın, "O insanları hidayete erdirmek, senin üzerine borç değildir" buyruğu ile, nefyedilmiş olan hidâyeti isbât etmiş olur. Ancak ne var ki, ifadesiyle nefyedilmiş olan, ihtiyarî ve iradî olan ihtidanın bulunuşudur. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın, "Fakat Allah, dilediğine hidâyet eder" beyanı ihtiyarî ve iradî olarak meydana gelen ihtidadan ibaret olmuş olur. Bu da, ihtiyarî olarak meydana gelen ihtidanın, Allah'ın takdiri, yaratması ve tekvini ile meydana gelmesini gerektirir ki elde edilmek istenen netice de budur. Mutezile, Hak teâlâ'nın "Fakat Allah, dilediğine hidâyet eder" buyruğunun aşağıdaki hususlara ihtimali olabileceğini söylemiştir: a) Allahü Teâlâ, hakeden kimselerden dilediğini, sevâb ve mükâfaat ile hidâyete erdirir. b) Allahü Teâlâ lütufları ve hidayetini arttırması sebebiyle, dilediği kimseleri hidayete erdirir. c) "Her nekadar yapmasa bile, yapabilir" manasında, "Allah istediği kimseleri, zorla hidayete erdirir." d) Allahü teâlâ, dilediği kimselere ismen ve hükmen hidayet verir. Binaenaleyh kim hidayete ererse, medhedilmeyi haketmiş olur. Âlimlerimiz, Mu'tezile'nin bütün bu görüşlerine şu şekilde cevap vermişlerdir: Cenâb-ı Hakk'ın, "Fakat Allah, dilediğine hidayet eder" beyanındaki hidayet, daha önce geçen, "O, (insanları) hidayete erdirmek senin üzerine borç değildir" ifâdesinde nefyedilmiş olan hidayettir. Fakat, bu söz ile daha önce nefyedilmiş olandan murad, ihtiyarî ve iradî olan hidayettir. Binaenaleyh buyruğu ile kabul edilmiş olan hidayetin, ihtiyari ve iradî olarak meydana gelmiş olan ihtida olması gerekir.Bu takdirde göre, Mu'tezile'nin ileri sürmüş olduğu görüşlerin hepsi düşer. İnsanın Yaptığı İyilik, Aslında Kendisinedir Hak teâlâ'nın, "lnfak edeceğiniz hayır, kendi faydanizadır" buyruğunun mânâsı, "Hayır olan nafakalardan infâk etmiş olduğunuz her nafaka, sadece kendiniz içindir. Yani, bunların faydası sizin yararınızadır. Binaenaleyh onların küfrü, size zarar veremez" şeklindedir. Hak teâlâ'nın, "Zaten siz, ancak Allah'ın rızasını aramak için infök edersiniz" beyanıyla ilgili birkaç mesele vardır: Bu ayetle ilgili olarak şu hususlar ileri sürülmüştür: a) Mananın "Siz müşrik olan akrabalarınıza, sadaka verirken, sadece Allah'ın rızasına nail olmayı istiyorsunuz. Kalblerinizde bunun yattığını Allah bilmektedir. Binaenaleyh, sıla-i rahim ve sıkıntıya düşmüş bir kimsenin ihtiyacını giderme hususunda vermiş olduğunuz bu sadakalarla, sadece ve sadece Allah rızasını talep ediyorsanız, onlara infâk ediniz!. Onların doğru yolu bulması size ait olmadığı için, bu sizi, onlara infâk etmekten alıkoymasın" şeklinde olmasıdır. b) Bu ifâdenin zahiri her ne kadar bir haber cümlesi ise de, bu cümlenin mânası nehy ifâde eder (inşaî bir cümledir). Yani, "Sırf Allah rızası için infâk ediniz" demektir. Haber cümleleri, çoğu kez emir ve nehiy mânalarına gelirler. Nitekim "Anneler, çocuklarını emzirirler" (Bakara. 233) (Yani, emzirsinler) ve "Boşanmış kadınlar kendilerini tutup beklerler" (Bakara, 228) (yani, beklesinler) âyetleri böyledir. c) Hak teâlâ'nın ifâdesi, "Bununla Allah'ın rızasını talep etmediğiniz müddetçe, övgüyü gerektiren bu isme, "münfik" (infâk eden) ismine müstehak olmak için, (boşuna) infâkta bulunmayınız" anlamına gelir. Hak teâlâ'nın sözündeki (......) kelimesi hakkında şu iki görüş belirtilmiştir: a) Sen, "Bunu Zeyd'in rızasını kazanmak için yaptım" dediğinde bu, senin "Bunu onu için yaptım" demenden daha üstün bir ifâde olur. Çünkü bir şeyin vechi, o şeyde bulunanların en şereflisidir. Sonra bu kullanış iyice yaygınlaşınca, "şeref" bu lâfız ile ifâde edilmeye başlandı. b) Sen, "Bu işi, onun için yaptım" dediğinde, burada hem onun için, hem de başkası için yaptım" denilmesi de muhtemel olur. Ama "Bu İşi sadece onun rızasını kazanmak için yaptım" dediğinde bu, senin bu işi başkası için değil, sadece onun için yapmış olduğuna delâlet eder. Âlimler, müslüman olmayana zekât verilmesinin caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Böylece bu âyet, sadece nafile olan sadakalara tahsis edilmiş olur. Ebu Hanife (radıyallahü anh) zımmîtere "sadaka-ı fıtır" verilebileceğini caiz görmüştür. O'nun dışındakiler ise, bunu kabul etmemişlerdir. Ulemânın bazısının şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sadaka vermiş olduğun kimse, mahlukatın en şerlisi bile olsa, senin yaptığın harcama ve infâkm sevabı sana döner, sana gelir." Hak teâlâ'nın, "İnfak ettiğiniz hayır (mal), size tamamen geri ödenecektir" buyruğunun mânası, vermiş olduğunuz sadakaların karşılığı size, ahirette tastamam ve fazlasıyla ödenecektir" şeklindedir. Âyette geçen (te'diye olunur, ödenir) mânasını ihtiva ettiği için harf-i cerriyle kullanılması uygun olmuştur. Hak teâlâ'nın (......) ifâdesinin manası, "Amellerinizin mükâfaatı hiçbir surette eksiltilmeyecektir" demektir. Çünkü Hak teâlâ, "Bu iki bağ mahsûlünü vermiş ve bundan birşeyi eksik bırakmamıştı " (Kehf, 35) "yani noksanlaştırmamıştır" buyurmuştur. |
﴾ 272 ﴿