277"İman eden, sâlih ameller yapan, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı veren kimseler (yok mu?) Onların Rableri katında mükâfatlan vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değiller " . Bil ki, Cenâb-ı Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de, ne zaman bir vaîd ve tehdit zikretse, bunun peşinden mutlaka bir va'ad ve müjde getirmek şeklinde muttarid ve sürekli bir âdeti bulunmaktadır. Bundan dolayı burada, ribâ ile alışveriş yapan kişi hakkında, son derece şiddetli bir tehdit ve vaîd getirince, bunun peşinden de va'ad-i ilahî ve müjdesini getirmiştir. Bu âyetin tefsiri birçok yerde geçmiştir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele "Amel-i sâlih'in", iman'dan başka olduğunu soyleyenler bu âyeti kerimeyi delil getirmişlerdir. Çünkü Allahü Teâlâ "İman eden ve sâlih ameller yapan kimseler..." buyurmuş ve iyi işler yapmayı, imân etme üzerine atfetmiştir. Atfedilen şey, matufun aleyhden başkadır. Bazı kimseler buna cevap vererek şöyle demektedirler: Namaz kılıp zekât vermenin, Hak teâlâ'nın ve sâlih ameller yaptılar" ifâdesinin muhtevasına girdikleri hususunda herhangi bir münakaşa olmadığı halde Allahü Teâlâ bu âyetteurmamış mıdır? Zikrettiğimiz şeyde de böyledir. Yine Hak Teâla "Küfredip, Allah'ın yolundan men eden kimseler..." (Muhammede Küfredip de âyetlerimizi yalanlayanlar..." (Bakara, 39) buyurmuştur. İlk istidlal eden kimsenin buna şu şekilde cevap vermesi mümkündür: Asıl olan, her lafzı, ayrı ve yeni bir mânaya hamletmektir. Ancak imkânsızlık durumunda, onunla (o lafızla) amel terkedilir. Binaenaleyh, imkânsız olmadığı durumlarda aslı üzere kalır. İkinci Mesele Hak Telâlâ'nı "Onların, Rabları katında mükâfatlan vardır, , buyruğ "Onların mükâfaatları Rab Teâlâ üzerinedir. O'na teretüb eder" ifâdesinden daha güçlüdür. Çünkü birinci ifâde, o kimsenin o şeyi, peşin olarak sattığı mânasını gösterir. Buna göre sanki o peşinat orada, satan kimsenin onu dilediği zaman alabileceği mânasında olmak üzere, hazır demektir. Halbukiifâdesi, o kimsenin o şeyi, veresiye ve parası da onu satan kimsenin üzerinde kalmak üzere, satması anlamına gelir.. Buna göre, birincisinin daha üstün olduğu hususunda hiç bir şüphe yoktur. Âlimler, Hak teâlâ'nın "Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değiller" âyetinde ihtilâf etmişlerdir. Buna göre İbn Abbas (radıyallahü anh), "yüzyüze kalacakları kıyamet korkularından onların korkulan yoktur ve dünyada yapmadıkları şeyler sebebiyle de onlar mahzun olmayacaklardır. Çünkü bir halden, o hatin üstünde başka bir hale geçen kimse, hernekadar ikinci hale gıpta etse bile, alışık olduğu ve âdet haline getirdiği için, daha önce sahib olup da kaçırdığı bazı şeylerden ötürü üzülür. Bundan dolayı Allahü teâlâ, bu kadarcık bir üzüntünün bile mükâfaat ve sevap ehline ulaşmayacağını beyân etmiştir" demiştir. Esamm ise bu âyeti şu şekilde manalandırmıştır: "Onlara, kıyamet azabından dolayı herhangi bir korku yoktur ve diğer cennetliklere verilen büyük mükâfaatları kaçırmış olmaları sebebi ile de onlar mahzun olmazlar. Çünkü artık âhirette yarışma yoktur. Yine onlar, "Dünyada iken yaptığımız ibâdetten daha fazlasını yapmış olsaydık ve şu anda elde ettiğimiz sevaptan daha fazlasını elde etmiş olsaydık" diyerek de üzülmezler. Çünkü bu tür düşünceler âhirette bulunmaz. 26. İman eden, salih ameller yapan, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı veren kimseler (yok mu?) Onların Rabb Teâlâ katında miikâfaatian vardır" âyeti hakkında bir müşkil vardır ve o da şudur: Kadın, müslüman olarak bulûğa erdiğinde hayız olsa ve peşisıra da ölse, veyahut da erkek müslüman olarak bulûğa erse ve kendisine zekât ve namaz henüz vâcib olmadan ölse, bunlar ehl-i sünnet ve'l-cemaat âlimlerince ittifak ile, sevap ehlindendirler, cennetliktirler. Binâenaleyh bu, sevap ve mükâfaatı haketmenin, amellerin yapılmasına dayanmadığını gösterir. Yine bizim mezhebimize göre, Cenâb-ı Allah, hiçbir amel yapmamış olan mü'min ama fasık kimseye de bazan mükâfaat verebilir. Durum böyle olduğuna göre, artık, Allahü teâlâ'nın, ücretin ve sevabın elde edilmesini, amellerin yapılmasına bağladığı söylenebilir mi? Cevap: Allahü teâlâ, bu özellikleri, mükâfaata müstehak olmanın bunlara bağlı olduğunu belirtmek için değil, aksine bunların herbirinin sevabı elde etmede bir tesiri olduğunu belirtmek için zikretmiştir Nitekim O, bu ifâdenin zıddında "Onlar, Allah'ın yanında bir başka tanrıya daha tapmazlar" (Furkan, 68) buyurmuş, daha sonra da "Kim bunlardan (birini) yaparsa cezaya çarpar" demiştir. Allah'ın yanında, bir başka ilâha tapan kimsenin, azabı haketmesi için, daha başka birşey yapmasına gerek olmayacağı herkesçe malumdur. Fakat Cenâb-ı Allah bu âyette, (bu iki ifâdenin arasında), herbirinin ilâhî azabı gerektirdiğini beyân etmek için, insanın Allah'tan başkasına tapmasının yanında, helâl görerek zina etmesini ve adam öldürmesini de zikretmiştir. |
﴾ 277 ﴿