10

"O İnkâr edenler yok mu? Ne malları, ne evlâdlan, Allah'dan gelebilecek hiçbir şeyden onları asla kurtaramaz... İşte onlar, ateşin yakacağı kimselerin ta kendileridir" .

Bil ki, Allah (c.c) mü'minlerin yalvarış ve yakarışlarını anlatınca, bunun peşinden kâfirlerin durumunun keyfiyyeîini; cezalarının çok elim ve çetin olacağını açıklamıştır. İşte, âyetin makabli ile münasebeti budur. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hak teâlâ'nın: "O inkâr edenler yok mu? Ne malları, ne evlâtları, Allah'dan gelebilecek hiçbir şeyden onları asla kurtaramaz" buyruğu hakkında şu iki görüş bulunmaktadır:

Birinci görüş: Bu âyette söz konusu edilenler, Necran heyetidir.. Çünkü biz, onların kıssasını anlatırken, Ebu Harise İbn Alkame'nin kardeşine şöyle dediğini de nakletmiştik: "Ben O'nun gerçekten, Allah'ın Resulü olduğunu kesinlikle bilmekteyim... Ama ne var ki bunu açıklarsam, Rûm kralları bana vermiş olduğu mal ve makamı geri alırlar." İşte bunun üzerine Allahü Teâlâ, onların mallarının, çoluk-çocuklarının dünya ve âhirette, onlardan azabı kesinlikle def edemiyeceğini beyân buyurmuştur.

İkinci görüş: Lafız umûmidir; sebebin hususi olması, lafzın umûmî olmasına mâni değildir.

İkinci Mesele

Bil ki, en büyük azâb, istifâde ettiği herşeyin kişinin elinden gidip, bunun yerini elem ve acı verici sebeplerin almasıdır.

Birincisine gelince, bu Hak teâlâ'nın: "Ne malları, ne evladları, Allah'dan gelebilecek hiçbir şeyden onları asla kurtaramaz" buyruğu ile kastedilendir.. Bu böyledir, çünkü kişi dünyevî tehlikeler ve belâlar sırasında malına ve çocuklarına sığınır. İşte bu iki şey, tehlikeleri kendisinden savuşturma hususunda kendisine başvuracağı en yakın iki sığınaktır. Bu sebeple Hak teâlâ, bu âhiret gününün vasıflarının dünyanın vasıflarına uymadığını beyân buyurmuştur. Çünkü o günde, zararları def etmek için kendisine başvurulan en yakın merci olan bu iki şey bulunmayınca, diğer şeylerin bulunmaması, daha evlâdır.. Bu âyetin bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın: "Ogünde ne mal fayda verir, ne de evlat Allah'a salim bir kalble gelenler müstesna..." (Şuarâ, 88-89); "Mal ve evlat, dünya hayatının zînetidir. Bakî olacak iyi âmeller iser Rabb 'inin katında sevapça da daha hayırlı, ümit etme bakımından da daha hayırlıdır" (Kehf, 46): "O'nun söylediğine biz mirasçı olacağız ve o, bize tek başına gelecektir " (Meryem, 81) ve "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi, (âhirette de) huzurumuza yapayalnız, teker teker gelmişsinizdir.. Size ihsan ettiğimiz şeyleri de, sırtlarınızın arkasında bırakmışsınızdır" (Enâm, 94) âyetleridir.

Bunun yerini, elem ve acı verici sebeplerin alması şeklinde olan ikinci kısma gelince, buna da Cenâb-ı Hak, "İşte onlar, ateşin yakacağı kimselerin ta kendileridir" sözüyle işaret etmiştir. Azabın ne olduğunu açıklama konusunda bu, adetâ zirvede bulunan çok manidar bir ifâdedir. Çünkü, cehennemin kuru odunlarla yanarcasına, kâfirlerle tutuşup yanmasından daha şiddetli bir azâb olamaz. Bu kelime, vâvın fethasıyla (......) şeklinde okunduğunda, ateşin kendisiyle tutuştuğu odun anlamına gelir. Damme ile, (......) şeklinde okunursa, (ateş iyice tutuştu) ifâdesindeki fiilin masdarı (mef'ûl-i mutlakı) olur. Bu ifâde, (Geldi, vârid oldu, bulundu...) sözü gibidir.

Üçüncü Mesele

Hak teâlâ'nın, "Allah'dan..." ifâdesi hakkında da şu iki izah yapılmıştır:

a) Takdir, "Ne malları, ne evladları o nları Allah'ın azabından kurtaramaz.." şeklindedir. Buna göre, kelam buna delâlet ettiğinden dolayı, muzâfazfedilmiştir.

b) Ebu Ubeyde, bu ifâdenin başında bulunan (......) harf-i cerrinin (......) (Kat, nezd, yan..) manasında olduğunu, takdirin ise, "Ne malları, ne evlatları Allah katında onlara hiçbir fayda veremiyecek" şeklinde olduğunu söylemiştir.

10 ﴿