11"(Onların gidişatı), tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan evvelkilerin gidişi gibidir. Onlar, bizim âyetlerimizi yalanladılar da, Allah da kendilerini günâhları yüzünden yakalayıverdi. Allah, cezası pek çetin olandır" . Bir şey hususunda gayret gösterip yorulduğunda, (......) denilir. Nitekim Cenab-ı Hak da "Âdetiniz veçhile yedi sene..." (Yusuf, 47) buyurmuştur. Yani, "Ciddiyyet, gayret ve aralık vermeksizin.." demektir. Bütün gün gezip yorulan ve gayret sarfeden kimse için de "Falanca yorucu bir gün geçirdi" denilir. Bu kelimenin lügavî bakımdan mânası, işte budur. (......) kelimesi daha sonra, bir durum, iş ve bir örf-âdet manasına kullanılmıştır. Nitekim: (......) denilir. Yani, "Falancanın âdeti budur.." Bazı kimseler de, (......) kelimesinin devam anlamına geldiğini söylemişlerdir. Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki, âyetteki teşbihin keyfiyyeti hususunda şu izahlar yapılmıştır; a) (......) kelimesinin gayret ve çaba sarfetme (içtihâd) mânasına alınması.. Kelimenin lügavî mânası da budur. Bu, Esamm ve Zeccâc'ın görüşüdür. Buna göre, bu teşbihin izah şekli ise şöyledir: "Kâfirlerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlama ve dinini inkâr hususundaki gayret ve çabaları, Firavun ve hanedanının, Hazret-i Musa'ya karşı olan menfî gayret ve çabaları gibidir, ona benzer... Sonra biz onları günahları yüzünden nasıl helak ettiysek, bunları, Kureyş Kâfirleri'ni de öylece helak ederiz..." b) kelimesinin, iş ve durum anlamında tefsir edilmesidir. Bu hususta birkaç izah şekli vardır: 1- ifâdesinin anlamı, "Bunların durumu ve Hazret-i Muhammed'i yalanlama hususunda yaptıkları, Hazret-i Musa'yı yalanlama konusunda Firavun hanedanının durumu gibidir.." şeklindedir. Bu durumda, bu izah ile bundan önceki izah arasında herhangi bir fark yoktur. Ancak ne var ki biz, birinci izah şeklinde (......) kelimesini çaba ve gayret sarfetmeye hamlederken, burada kelimeyi "iş ve durum" anlamına hamlettik. 2- Âyetin takdiri şöyledir: "İnkâr edenler yok mu? Onların ne malları, ne evlâdları, Allah katında onlara hiçbir fayda sağlamayacak. Allah, daha önce Firavun hanedanına yaptığı gibi ve âdeti veçhile, onları ateşin yakıtı yapacaktır.. Çünkü onlar peygamberlerini yalanlayınca, Allah da onları, günahları sebebiyle yakalayıp cezalandırmıştır." masdarı bazan failine bazan damef'ûlüne muzâf kılınmaktadır. Burada murad, Allah'ın, Firavun hanedanı hakkındaki işi., gibi" mânâsıdır. Çünkü onlar, peygamberlerini yalanlayınca, Allah da günahları sebebiyle onları yakalayıp, cezalandırmıştır.. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın şu âyetleridir"Onları, Allah'ın sevgisi gibi severler" (Bakara, 165), yani "Onları (putları), Allah'a olan sevgileri gibi bir sevgiyle severler" (mef'ûlüne muzâf)."Senden önce göndermiş olduğumuz peygamberler için de sünnet." (isra, 77). Yani, "Bu, senden önce göndermiş olduğumuz peygamberler hakkındaki sünnetimdir." (failine muzâf) demektir. 3- Kaffâl (r.h) şöyle demiştir: "Âyet-i Kerime'nin, hem Allahü Teâlâ'ya nisbet ve izafe edilen âdeti, hem de kâfirlere nisbet edilen âdeti ihtiva etmesi muhtemeldir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: Muhakkak ki, Hazret-i Muhammed'e eziyyet etme hususunda şu kâfirlerin âdeti ve halleri, peygamberlerine eziyyet hususunda kendilerinden önceki kimselerin âdeti gibidir. Bunları helak etme hususundaki âdetimiz, daha önce o kâfirleri helak etmedeki âdetimiz gibidir." Bütün bu takdirlere göre kastedilen şey, kâfirlerin eziyetine karşı Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yardım etmek ve O'na, Allah'ın o kâfirlerden intikam alacağını müjdelemektir. c) ve' kelimeleri, birşeyde eğleşmek, oyalanmak ve uzun süre kalmak manalarında tefsir edilir. Buna göre âyetin takdiril "onların ateşte kalışları, Firavun hanedanının ateşte kalışları gibi olacaktır" şeklindedir. d) (......) kelimesi, daha önce zikrettiğimiz gibi, çaba ve gayret sarfetmek anlamına da gelir. Yorgunluk ve meşakkat, bu gayretin bir neticesidir. Buna göre mana, "onların azabtan karşılaştıkları meşakkat ve yorgunlukları, Firavun hanedanının azab sebebi ile gördüğü meşakkat ve yorgunluk gibidir" şeklinde olur. Çünkü Allahü teâlâ, onların azabının hemen tahakkuk ettiğini beyân etmiştir. Bunu gösteren de, Cenâb-ı Hakk'ın, "(Onlar) suda boğuldular, ardından da bir ateşe atıldılar.." (Nuh. 25) âyetidir. Yine onlara olan azabın son derece şiddetli olduğunu gösteren de şu âyettir: "O, sabah akşam kendisine arzolunacaklan ateştir. Kıyametin kopacağı gün "Firavun hanedanını azâbm en çetinine sokun" (denilecek)" (Mü'min, 46). e) Müşebbeh (m benzetilen), onların mallarının ve evlatlarının, azablarını giderme hususunda onlara hiçbir fayda veremeyecek olmasıdır. Onlar, Firavun hanedanına bu iki yönden benzetilmişlerdir. Buna göre mânâ şöyle olur: "Muhakkak ki siz. Firavun hanedanının ve onlardan önce geçip peygamberlerini yalanlayan milletlerin başına gelmiş olan, vuku bulduğunda ne mallarının ne de çocuklarının kendilerine fayda vermediği, başlarına geldiğinde onları çaresiz bırakmış olan o dünyevî azabı biliyorsunuz. İşte ey Muhammedi yalanlayan kâfirler, o milletlerin başına gelen azab gibi bir azabın er ya da geç sizin başınıza da geleceği ve ne mallarınızın ne de çocuklarınızın size hiç fayda veremeyeceği konusunda sizin haliniz de onların hâli gibidir. f) Bu âyetteki vech-i teşbihin (benzetme yönünün), şu bakımdan olması da muhtemeldir: "Sizden öncekilerin başına nasıl köklerini kurutan dünyevî bir azab gelmiş ise, işte ey Peygamberi inkâr edenler, böyle bir azab sizin başınıza da çökecektir. Bu azab da, sizin öldürülmeniz, esir edilmeniz ve mallarınızın ganimet olarak alınmasıdır." Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın: "O inkâr edenlere, "yakında mağlub olacaksınız ve (toptan) cehenneme sürüleceksiniz. O ne kötü yataktır" de (Âl-i İmran. 12) âyeti buna delâlet etmektedir. Hak teâlâ sanki burada, nasıl o kavmin başına dünyevî bir azab gelip de, onlar devamlı bir azab içinde kalmışlar ise, aynı şekilde Hazret-i Muhammed'i yalanlayanların başına da iki şeyin geleceğini haber vermiştir. Bunlardan birincisi, dünyevî mihnet ve meşakkatlerdir ki bunlar, öldürülme, esir alma ve hor-hakîr kılınmadır. İkincisi ise, ebedî ve elim bir azaba sürüklenmedir. İşte son olarak zikredilen bu iki azabı, Kâdî (r.h) söylemiştir. Cenâb-ı Hakk'ın: sözünün manası, "Onlardan önce yaşamış olan ve peygamberlerini yalanlamış olan milletler" demektir. Hak teâlâ'nın: "Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar" ifâdesindeki "âyetler"den murad mu'cizelerdir. Onlar bu mu'cizeleri yalanladıklarında, şüphe yok ki peygamberleri de yalanlamış oldular. Cenâb-ı Allah daha sonra "Allah da kendilerini"günahları yüzünden çarptı" buyurmuştur. Burada (çarptı, yakaladı) kelimesi kullanılmıştır. Çünkü başına bir ceza gelen kimse, kurtulamayan esir ve yakalanmış bir insan gibi olur aha sonra Allahü teâlâ: "Allah, cezası pek çetin olandır" buyurmuştur ki bunun mânası açıktır. |
﴾ 11 ﴿