13

“Karşılaşan iki toplulukta, sizin için muhakkak bir ibret vardır. (Onlardan) bir cemaat Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kâfir idi. Onlar, öbürlerini gözleriyle, kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, kalb gözlen açık olanlar için bir ibret vardır" .

Bil ki bu âyetle ilgili bazı meseleler bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Hak buyurmamış da buyurmuştur. Bunun iki izah şekli bulunmaktadır;

a) Bu lâfız, mânaya hamledilmektedir. Buna göre bundan murad, "Bunu getirmek, sizin için bir ibret olmuştur" şeklindedir.

b) Ferrâ şöyle demiştir: (......) ile (......) kelimeleri arasında fasfedici bir kelime zikredilmiştir.. Bu da, (......) kelimesidir. (Bunun için (......) olmamıştır)".

İkinci Mesele

Âyetin makabli ile münasebeti şudur: Biz, "Yakında mağlûb olacaksınız ve toptan cehenneme sürüleceksiniz" (Âl-i İmran, 13) âyetinin yahudiler hakkında nazil olduğunu; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları İslâm'a davet edince onların inatlaşarak. "Biz, gerek savaşmayı bilememe, gerekse zayıflık hususunda Kureyş'e benzemeyiz.. Aksine, bizim gücümüz ve savaş bilgimiz, bizimle çatışmaya girecek herkesi yenecek durumdadır..." dediklerini; bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın, onları, "Eğer siz güçlü kuvvetli, harb ve savaş ehli olsanız dahi, muhakkak ki yakında mağlûb olacak ve cehenneme sürüleceksiniz" dediğini zikretmiştik.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu hükmün sıhhatine delâlet eden şeyi zikrederek: "Karşılaşan iki grupta, sizin için muhakkak bir ibret vardır" buyurmuştur. Yani, Bedir Harbi buna delâlet etmiştir.. Çünkü, çokluk ve teçhizat bolluğu kâfirler; azlık ve teçhizat azlığı da müslümanlartarafındaydı. Sonraysa Cenâb-ı Hak kâfirleri kahr ü perişan etmiş, müslümanları da muzaffer ve yardımına mazhar kılmıştır. Bu da, bu galibiyyetin Allahü Teâlâ'nın te'yidi ve yardımı ile olduğuna delâlet etmektedir. Durumu böyle olan herkes, ister güçlü olsunlar isterse olmasınlar, bütün hasımlarını ve düşmanlarını yenecektir.. İşte bunun gibi, bu ifâdeler, her ne kadar silah kullanmayı ve savaşmayı iyi bilseler dahi, Hazret-i Peygamber'in yahudileri hezimete uğratıp onları ezeceğine delâlet eden açıklamanın yerini tutmuştur. Böylece de bu âyet, "Kâfirlere de ki: "Yakında mağlûb olacaksınız.." (âli İmran 12) âyetinin hükmünün sıhhatine bir delil olmuştur. Âyetin, kendisinden önceki âyetle münasebet şekli işte budur.

Bedir Savaşındaki Mucizeler

(......) kelimesi, Cemâat anlamına gelir. Müfessirler, "iki topluluk"tan muradın, Bedir gününde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbıyla, Mekke müşrikleri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Rivayet edildiğine göre Bedir günü'nde müşrikler dokuzyüzelli kişiydiler. İçlerinde Ebû Süfyan ve Ebu Cehil de bulunuyordu. Savaş meydanına yüz atlı savaşçı sürmüşlerdi.. Yanlarında, yediyüz tane de deve bulunuyordu.. Süvarilerin hepsi zırhlı olup, yüz kişi kadardılar.. Piyade savaşçılar arasında da, ayrıca zırhlı olanlar bulunmaktaydı. Müslümanlar ise üçyüzonüç kişiydiler... Her dört kişiye bir deve düşmekteydi. İçlerinde altı kişi zırhlıydı. İki de süvari bulunmaktaydı... İşte, böylesi bir durumda müslümanların kâfirleri mağlub etmesi, apaçık bir âyet ve ezici bir mu'cize idi...

Şunu bil ki âlimlerimiz, bu hâdisenin apaçık bir âyet olması hususunda birkaç izah şekli zikretmişlerdir:

a) Müslümanların mukavemet etmelerine mâni olacak birçok sebep bulunmaktaydı: Sayıca az olmaları; savaşmak maksadıyla çıkmadıkları için yanlarına teçhizat almamış olmaları; silâh ve at azlığı gibi... Ayrıca bu, yapacakları ilk savaş idi. Çünkü bu, Hazret-i Peygamber'in yapacağı gazvelerin ilki idi. Müşriklerin durumu ise, tamamiyle tersineydi: Çünkü onların sayısı fazlaydı; savaş için hazırlıklı olarak çıkmışlardı; önceki zamanlarda da birçok kez savaşmışlardı; bu bakımdan savaşa alışkın idiler... Durum böyle olunca, sayıca az ve zayıf olan, silâhı az ve savaşmayı da pek bilmeyen böyle bir topluluğun, silâhı bol, ayrıca savaş için de teçhizattanmış olan kalabalık sayıdaki bir topluluğu mağlub etmesi âdeten mümkün değildir... Ama, durum âdetin ve alışılmışın hilâfına olarak tahakkuk edince bu, bir mu'cize olmuştur.

b) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kavmine, Cerâb-ı Hakk'ın: "Hani Allah size, iki taifeden bitinin muhakkak ki sizin olacağını vaadediyordu..." (Enfâl, 7) âyet-i kerimesiyle kendisine yardım edeceğrni haber vermiştir. Âyetteki iki taifeden birisinden murad, ya Kureyş topluluğu veya Ebû Süfyan'ın kervanıdır. Hazret-i Peygamber Bedir savaşından önce tek tek, "şurası, falancanın öldürülüp düşeceği yer; şurası, falancanın öldürülüp yıkılacağı yer ilh..." diye haber vermişti... Onun geleceğe dair vermiş olduğu haberin muhtevası, aynen onun haber verdiği gibi gerçekleşince bu, gaybden bir haber ve bir mu'cize olmuştur.

c) Allahü Teâlâ'nın bundan sonra zikrettiği ifâde... Bu da, "Onları dış gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı" sözüdür. Bu son ifâdenin tefsirinde en sahih olan görüşe göre, görenler müşrikler; görülenler de mü'minlerdir... Buna göre mâna şöyledir: "Müşrikler mü'minleri, ikibine yakın bir rakamla, kendilerinin sayılarının iki misli olarak veya, müslümanların sayısının iki misli olan altıyüz kişi olarak görmüşlerdir. Bu, bir mu'cize'dir.

Buna göre eğer, "mevcut olmayan, gerçekte bulunmayan bir şeyin görülebileceğini söylemek, safsataya götürür" denilirse biz deriz ki:

Biz, buradaki rü'yeti, zannetme ve tahmin etme anlamına hamlediyoruz. Bu böyledir. Çünkü çok korkan kinişe, az sayıdaki bir topluluğu gayet kalabalık zannedebilir. Veya şöyle diyebiliriz: "Allahü Teâlâ melekleri de indirdiği için, müslüman askerlerin sayısı çoğalmıştır.." Ama birinci cevap daha uygundur.

Çünkü ifâde, sadece iki gruptan söz etmekte olup, meleklerin kıssası burada söz konusu değildir.

d) Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Allahü Teâlâ, bu savaşta peygamberlerini beşbin melekle te'yîd etmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak: "O da, "Muhakkak ki ben size bin (melek) ile yardım edeceğim" diyerek duanı kabul buyurdu" (Enfal, 9) ve "Evet, siz sabreder, sakınırsanız, bu (düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa, Rabb'iniz size alâmetti beşbin melekle imdâd edecektir (Al-i İmran, 125) buyurmuştur. Dörtbin melek bin melekle beraber beşbin melek eder. Bu meleklerin işaretleri, atlarının kuyruk ve perçemlerinde bulunan beyaz yün idi... Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah, dilediğini yardımıyla destekler" buyruğu ile kasdettiği de, budur.. Allah en iyi bilendir.

Cenâb-ı Hak daha sonra "(Onlardan) bir grup Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kâfir idi" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Buradaki (......) kelimesinin meşhur kıraati, merfû olarak (......) şeklinde okunmasıdır kısmı isebunun gibi 'şeklinde okunmuştur. Bu ifâdeler (......) kelimesinden bedel olmak üzere mecrur olarakşeklinde; "ihtisas" veya, fiilindeki zamirden hâl olarakşeklinde de okunmuştur.

Vahidî (r.h), ref ile okumanın daha üstün olduğunu; çünkü bunun mânasının, "Onlardan birisi Allah yolunda savaşır, diğeri de..." şeklinde olduğunu; binâenaleyh, bu ifâdenin başlangıç (müste'nef) cümlesi olarak merfû okunduğunu söylemiştir.

İkinci Mesele

Allah yolunda savaşan topluluktan murad, müslü- manlardır. Çünkü onlar, Allah'ın dinine yardım etmek için savaşmışlardır.

Cenâb-ı Hakk'ın:"Diğeri ise kâfir..." tavsifi ile kastedilen ise, Kureyş kâfirleridir.

Müşriklerin Müminleri İki Misli Fazla Görmeleri ve Öteki İhtimaller

Cenâb-ı Hak sonra, "Onlar, öbürlerini gözleriyle, kendilerinin iki katı görüyorlardı" buyurmuştur. Bu hususta iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Nâfi ile Âsım'ın ravisi Ebân, (Siz onları görürsünüz); diğer kıraat imamları ise yâ ile, (Onlar, onları görürler) şeklinde okumuşlardır. Bundan önceki ifâde yahudilere hitâb ettiği için, bu kelimeyi tâ ile okuyanlar, (......) şeklinde okumuşlardır. Buna göre mâna, "Ey yahudiler sizler, müslümanları olduklarının iki katı sayıda"; veyahut da, "kâfirlerin iki katı olarak..." görüyorsunuz" şeklindedir. Veyahut da âyet Kureyş müşriklerine bir hitâb olmuş olur. Buna göre mâna, "Ey Kureyş müşrikleri, sizler müslümanları, sizin kâfir güruhunuzun iki katı sayıda görüyorusunuz..." şeklinde olur.

Yâ ile okuyanlar ise, hitâbtan sonra zikredilen gâlibiyyet ve nusretten dolayı böyle okumuşlardır. Buda, Hak teâlâ'nın, "(Onlardan) bir grup Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise, kâfir idi. Onlar, öbürlerini gözleriyle kendilerinin iki kah görüyorlardı" buyruğudur. Buna göre O'nun, "Onlar, öbürlerini görüyor" şeklindeki ifâdesi, bu iki gruptan birisinden haber verme anlamına gelir.

İkinci Mesele

Bil ki bu âyette, hem kâfir hem de müslüman gruptan bahsedilmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın: (......) sözünün mânası, görenlerin kâfirler; görülenlerin ise müslüman topluluk olması muhtemel olduğu gibi, bunun aksi de muhtemeldir. Böylece iki ihtimal mevcuttur.Hak teâlâ'nın, sözüne gelince, bundan muradın, "görenlerin iki katı" mânası olması muhtemel olduğu gibi, "görülenlerin iki katı" mânası olması da muhtemeldir. Buna göre bu âyet, şu dört ihtimali kapsamaktadır:

Birinci ihtimal: Bundan murad, kâfir olan tarafın, müslümanları, kendilerinin, müşriklerin iki katı, yani ikibine yakın bir sayıda görmeleridir.

İkinci ihtimal: Kâfir grubun, müslümanları, müslümanların sayısının iki katı, yani altıyüzyirmi küsur kadar görmeleridir... Bundaki hikmet, kâfirler korkup da savaşmasınlar diye, Allahü Teâlâ'nın, müslümanları azlıklarına rağmen, müşriklerin gözünde çok kalabalık göstermesidir.

Buna göre, şayet "Bu, Hak teâlâ'nın Enfâl süresindeki, "ve sizi de onların gözünde azaltıyordu" (Enfâl, 44) âyetiyle bir tezâd teşkil eder." denilirse, cevap olarak biz de deriz ki, bu azaltma ve çoğaltma işi, iki ayrı durumda cereyan etmiştir. Buna göre, Cenâb-ı Hak, ilk önce müslümanları onların gözüne az gösterdi.. Böylece de onlar, müslümanlara hücum ederek, taarruza geçtiler. Müslümanlarla bizzat karşı karşıya geldiklerinde ise, Allah müslümanları müşriklere çok gösterdi; bunun üzerine de onlar mağlup oldular... Sonra Cenâb-ı Hakk'ın, müslümanları, işin başında onlara az gösterip, işin sonunda çok göstermesi, Cenâb-ı Hakk'ın kudretini daha çok gösterir ve mu'cizeyi de, daha net ve belirgin olarak ortaya koymuş olur.

Üçüncü ihtimal: Görenlerin müslümanlar, görülenlerin ise müşrikler olmasıdır.. Buna göre müslümanlar, müşrikleri kendilerinin iki katı, yani attıyüz küsur kadar görmüşlerdir. Bundaki hikmeti ise, Allahü Teâlâ'nın tek bir müslümana iki kâfire mukavemet göstermesini emretmiş olmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak: "Eğer sizden sabr u sebat eden yirmi kişi bulunursa, onlar İkiyüz (kişiyi) yenerler" (Enfal, 65) buyurmuştur.

İmdi şayet: "Nasıl oldu da müslümanlar, kâfirleri, kendilerinin iki misli olarak (yani altıyüz küsur) gördüler, halbuki onlar kendilerinin üç misli idiler?" denirse, cevaben deriz ki:

Allahü teâlâ, müslümanlara mağlup edeceklerini bildikleri kadar müşriği göstermiştir. Bu da şöyle olmuştur: Cenâb-ı Hak: "Eğer sizden sabr u sebat eden yirmi kişi bulunursa, onlar ikiyüz (kişiyi) yenerler" (Enfâl, 65) buyurmuştur. Böylece Allahü teâlâ onları cesaretlendirmek ve kalblerınden korkuyu gidermek için, müşriklerin sayısını onlara bu kadar göstermiştir.

Dördüncü İhtimal: Görenler, müslümanlardır. Onlar müşrikleri, müşriklerin iki katı kadar görüyorlardı.. Bu, hiç kimsenin öne süremeyeceği bir görüştür. Çünkü bu durum, mü'minlerin kalbine korku salmak suretiyle, müşriklere yardım etmek demektir. Âyet ise, bu durumu nefyeder.

Beşinci ihtimal: Bu âyetle ilgili beşinci bir ihtimal daha vardır. Bu da şudur: Biz âyetin başında, hitabın yahudiler hakkında olduğunu söylemiştik. Buna göre, bundan murad edilen mâna, "Ey yahudiler, sizler, kuvvet ve ihtişam bakımından müşrikleri mü'minlerin iki katı olarak görüyordunuz" şeklinde olur.

Buna göre eğer, "Kâfirler müslümanların üç katı olduğu halde, nasıl olur da yahudiler müşrikleri müslümanların iki katı olarak görmüşlerdir?" denilirse, bunun cevabı yukarda geçmişti..

Bu mevzûyla ilgili olarak geriye iki bahis kalmıştır:

Birinci bahis: Birinci ve ikinci ihtimâl, yok olan (ma'dûm)'ın görülebildiğini iktizâ etmektedir. Üçüncü ihtimal ise, bulunan ve mevcut olanın görülmemesini gerektirmiştir.

Birincisi, aklen imkânsızdır. Çünkü yok olan şey görülemez. Binâenaleyh, âyette "rü'yet" (görmek) ifâdesini, kuvvetlice zannetmek manasına hamletmek gerekir.

İkincisine gelince bu, âlimlerimize göre caizdir. Çünkü bize göre şartların mevcut, hasselerin (duyu organlarının) sıhhatli olması durumunda, idrâk etmek vâcib değil de caiz olmuş olur. O zaman, mu'cize ve harikulade hallerin zuhur ettiği zamandır. Binâenaleyh böyle bir mu'cize'nin meydana gelmiş olabileceğini söylemek uzak bir İhtimal değildir.

Mu'tezile'ye göreyse, şartlar mevcut olup, duyu organları da sağlam olursa, idrâk etmek mutlaka olur. İşte bu sebepten dolayı Kâdî bu konuda şu gerekçeleri befirtmiştir:

a) Muharebe ve savaş esnasında insan, başını askere çevirerek, onlara iyice bakmak için vakit bulamaz. Bundan dolayı da o, şüphesiz hepsini değil bazısını görür.

b) Muharebe esnasında diğer bazılarını idrâk edip görmeye mâni olacak toz toprak bulunur.

c) Şöyle de denilebilir: Allahü teâlâ, havada, askerin üçde birini görmeye mâni olacak herhangi bir şey yaratmaya da kadirdir. İşte bütün bunlar ihtimâl dahilindedir.

İkinci bahis: "Lafız, her ne kadar görenlerin, müşrikler ile müslümanlar olabilmesine ihtimalli ise de, bu iki ihtimalde en belirgin ve en açık olanı hangisidir?" denilirse, denilir ki: Müşriklerin görenler olması daha evlâdır. Buna şu hususlar da delâlet etmektedir:

a) Fiilin fâiliyle olan münasebeti, mef'ûlüyle olan münasebetinden daha kuvvetlidir. Buna göre, önce geçen iki şeyin en yakınını fail, en uzağını da mef'ûl kabul etmek, bunun aksini yapmaktan daha evlâdır. Önce geçenlerin en yakını ise, Hak teâlâ'nın beyânıdır.

b) Âyetin başı olan "Sizin için muhakkak bir âyet vardır" buyruğu, kâfirlere hitâbtır. Buna göre, Nâfi'nin "tâ" harfiyle okuması da, hitabın kâfirlere olmasından dolayı idi.. Buna göre mâna, "Ey Kureyş müşrikleri, sizler müslümanları, onların iki katı olarak görüyordunuz..." şeklinde olur. Bu kıraat, ancak görenlerin müşrikler olması halinde doğru olur.

c) Allahü Teâlâ, "Karşılaşan İki toplulukta, sizin için muhakkak bir ibret vardır" demiş olduğu için, bunu kâfirlere karşı bir mu'cize yapmıştır. Bu sebeple, bu durumun, onlar için bir hüccet olabilmesi için, onların görüp müşahede ettikleri bir şey olması gerekir. Ama, bu durumun mü'minler için söz konusu olması halinde, bunu kâfirler için bir hüccet kabul etmek doğru olmaz. Allah, en iyisini bilendir.

Gören tarafın müslümanlar olduğunu söyleyen kimseler de, şu şekilde delil serdedip tartışmışlardır: Görenlerin müşrikler olduğunun kabul edilmesi halinde, mevcut olmayan şeyin görülmesi gerekir ki, bu imkânsızdır. Ama, görenlerin mü'minler olduğu kabul edilirse, bundan, mevcut olan bir şeyin görülmemesi gerekir ki, bu imkânsız değildir. Dolayısıyla bu daha evlâdır. Allah. "Onu gördüm - görmek.." denilir. Yine, Uykuda güzel bir rüya gördüm" denilir. Buna göre rü'yet, uyumaya en iyisini bilendir.

Sonra Hak teâlâ: "gözgörüşüyle" buyurmuştur, uykuda rüyaya tahsis edilmiştir. Yine Araplar, gözü bir şeye iliştiği zaman "O az önce gözümün önündeydi" der. Buna göre (......) kelimesi, mef'ûlü mutlak olmasından dolayı mansüb kılınması caiz olduğu gibi, bir mekâna zarf olması sebebiyle mansûb olması da caizdir. Nitekim sen, Siz onları, önünüzde görüyorsunuz" dersin.ne "O benim nazarımda çok kıymetlidir, eşsiz bir gerdanlık gibidir" "Onun benim nazarımda köpekten, farkı yoktur" tabirleri de böyledir.

Sonra Cenâb-ı Hak "Allah, dilediğini yardımıyla destekler" buyurmuştur. Allah müslümanlara iki şekilde yardım eder:

a) Bedir'deki yardımı gibi, onları muzaffer kılmakla olan yardımı...

b) Hüccet ve delil bakımından yardımı.. Bu ikinci mânaya göre, mü'minlerden bozguna uğramış bir topluluk bulunduğunu farzetsek, onlara hüccet ve (uhrevî) güzel bir sonuç bakımından yardım edildiği için, "onlar yardım edilmişlerin ta kendileridir!" denilmesi caizdir. Âyetten kastedilen ise şudur: "Yardım ve muzafferiyet, sayı, ihtişam ve silâh çokluğu ile değil, ancak Allah'ın te'yîdi ve yardımı ile tahakkuk eder."

Sonra Allahü Teâlâ "Şüphesizbunda, kalb gözleri açık olanlar için bir ibret vardır" buyurmuştur. (......) kelimesi itibâr, (ölçüp biçme, kıyaslama) mânasına gelir. "İtibâr" ise, kendisiyle cehaletten ilme geçilen alâmet, nisan demektir. Bu kelimenin aslı, bir taraftan diğer tarafa geçme anlamına gelen (......) kelimesidir. lafzı da buradan gelip mânayı muhataba geçiren, intikâl ettiren söz demektirf ifâdesi de böyledir; çünkü rüyayı te'vil de, rüyanın mânasını ortaya koyar, açıklar.. O'nun ifâdesinin mânası ise, "akıl sahipleri için..." demektir. Nitekim, "O, bu işi iyi bilir" anlamında olmak üzere denilir. Allah en iyi bilendir.

Nefsin İstekleri

13 ﴿