16

"(O takvaya erenler): "Ey Rabb'imiz, biz îmân ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi o ateşin azabından koru" dîyenler(dir)" .

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âyetteki (diyenler...) ifâdesinin i'râb bakımından yeri hususunda şu ihtimaller vardır:

1- Bir önceki âyette geçen, ifâdesinin sıfatı olduğu için mahallen mecrurdur. Buna göre takdiri “... diyen muttakiler için” şeklindedir. Bu ifadenin, bir önceki ayetteki “Bi'l-ıbâdi” kelimesinin sıfatı olması da caizdir. O zaman takdiri “Allah kullarını hakkıyla görücüdür. Onlar Rableri katında kendileri için cennetler olan muttakîler ve şöyle şöyle diyenlerdir" şeklindedir.

2- Bu kelime, medh üzere mahallen

3- Bu, tahsisten ötürü mahallen merfudur ve takdiri mansubtur.

'Onlar, şöyle şöyle diyenlerdir" şeklinde olur.

İkinci Mesele

Bil ki Allahü teâlâ onların önce, "Ey Rabb'imiz, biz iman ettik" dediklerini, daha sonra da, "Artık bizim günahlarımızı bağışla" diye duâ ettiklerini nakletmiştir. Bu da, onların sırf imânları ile Allah'ın mağfiretini istemeye yol bulduklarını gösterir. Allahü teâlâ bu sözü onları medh ve sena etmek için nakletmiştir. Binâenaleyh bu, kulun sırf imânı ile, Allah'ın rahmet ve mağfiretine müstehak olacağına delâlet eder.

Buna göre şayet, "İmân, bütün taatlardan ibarettir" derlerse, biz onların bu görüşlerini Hak teâlâ'nın, kara, 3) âyetinin tefsirinde saydığımız deliller ile çürüttük.

Yine her hususta Allah'a itaat eden ve bütün günahlarından tevbe eden kimseyi cehenneme sokmak, onlarca, Allah için kabîh sayılacak bir iş olur. Kabîh, ya cehaletten ya da ihtiyaçtan dolayı yapılan şeydir. Bunların ikisi de Allah hakkında muhaldir. Muhali gerektiren şey de muhaldir. O halde, Allah'ın böyle kimseleri cehenneme sokması da muhaldir. Meydana gelmesi aklen imkânsız olan şeyi, Allah'ın yapmaması hususunda, duâ edip yalvarmak abes ve kabîh olur. Bu âyetin bir benzeri de, bu sûrenin sonlarındaki, "Ey Rabb'imiz, doğrusu biz, "Rabb'inize inanın" diye imâna çağıran bir davetçiyi tşitip hemen İmâna geldik. Ey Rabb'imiz artık bizim günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört ve canımızı da iyilerle beraber al" (Âl-i İmran, 193) âyetidir.

İmdi eğer, "Allahü teâlâ, mağfiretin meydana gelmesi için yapılması gereken bütün taatleri hesaba katmamış mıdır? Çünkü bu âyetten sonra, "Sabredenler ve sâdıklar.." buyurmuştur" denilir ise, biz de şöyle deriz: Bu âyetin mânâsı, bizim söylediğimizi te'yid eder. Çünkü Allahü teâlâ, yalnızca imân etmeyi, mağfireti istemenin vesilesi kılmış, sonra da bunun peşinden itaat edenlerin, sabırlı ve sadık olma gibi sıfatlarını zikretmiştir. Eğer bu sıfatlar mağfiretin meydana gelmesi için şart olsaydı, âyette mağfiretten önce zikredilmeleri daha münasip olurdu. Cenâb-ı Hak imânın hemen peşinden mağfiret istemeden bahsedip, daha sonra da bu sıfatları zikrettiği için, biz mağfiretin meydana gelmesinde bu sıfatların nazar-ı dikkate alınmayıp, bunların, derecelerin mükemmelleşmesinde nazar-ı dikkate alındığını anlamış oluyoruz.

16 ﴿