29"De ki: "Sinelerinizde (göğüslerinizde) olanı gizleseniz de, açıklasanız da, Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olan herşeyi de bilir. Allah, herşeye kadir olandır" . Bil ki, Allahü Teâlâ mü'minleri, kâfirleri zahiren ve bâtınen dost edinmekten men edip, bundan sadece zahirde olan takiyye halini istisna edince, bunun peşinden, takiyye vaktinde kişinin bâtınının zahirine benzemesine dair tehdit ve vaîdini getirmiştir. Bunun sebebi şudur: Çünkü takiyye esnasında dostluk izhâr etmeye yönelen kimsenin zahire göre yaptığı bu işi, o kimsenin bâtınında da böyle bir dostluğun meydana gelmesine sebep olur. İşte bu sebeple şüphesiz Cenâb-ı Hak, kendisinin zahirî halleri bildiği gibi bâtinî halleri de bildiğini beyân etmiş ve kuluna, kalben yapmaya azmettiği herşeye mukabil, mutlaka ceza vereceğini bildirmiştir. Âyetle ilgili birkaç soru bulunmaktadır: Birinci soru: Bu âyet, bir şart cümlesidir. Buna göre, Cenâb-ı Hakk'ın "Göğüslerinizde olanı gizleseniz de, açıklasanız da..." sözü şart; "Allah onu bilir" sözü de bir cezâdır. Cezânın şarta dayandığı ve şarttan sonra bulunduğu hususunda hiç şüphe yoktur. Bu ise, Allah'ın ilminin sonradan olmasını (hudûs) gerektirir. Cevap: Allahü Teâlâ'nın ilminin, o şeyin o anda meydana geleceği hususuna taalluk etmesi, o şey ancak o anda meydana geldiği takdirde söz konusu ptur. Sonra bu değişiklik ve yenilenme, Cenâb-ı Allah'ın ilminin hakikâtine değil, ancak nisbet edilme, izafe edilme ve taalluk etme gibi hususlarda olur. Bu mesele çok derin bir mesele olup, kelâm ilminde de ele alınmıştır. İkinci soru: Sebepler ve inançların mahalli, kalbtir. O halde, Cenâb-ı Hak niçin "kalblerinizde olanı saklasanız da" dememiş de, "Göğüslerinizde olanı gizleseniz de..." buyurmuştur? Cevap: Çünkü kalb, göğüstedir. Binâenaleyh, kalp-yerine göğüs kelimesinin getirilmesi caizdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "İnsan'ların göğüslerinde vesvese verir..." (Nas, 5) ve "Muhakkak ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalbler kör olur" (Hacc, 46) buyurmuştur. Üçüncü soru: Eğer bu âyet hatıra gelen herşey hakkında bir va'îd olur ise, o zaman teklîf-i mâla yutak olur? Cevap: Biz bu husustaki görüşü, Bakara sûresinin sonund Bakara, 284) âyetinin tefsirinde açıklamıştık. Sonra Cenâb-ı Allah "Göklerde ve yerde olan herseyi bilir" buyurmuştur. Bil ki buradaki (......) fiili, müste'nef bir cümle fiili olarak merfudur. Bunlarla savaşın ki, Allah onları azablandırsın" (Tevbe. 14) âyeti gibidir. (Allah bu âyetteki, ve diğer fiilleri cezmetmiş, devamında) "Allah teybe nasip eder" (Tevbe, 15) buyurarak buradaki fiili merfû getirmiştir. Bu "Fakat Allah dilerse, senin kalbini mühürler. Allah bâtılı mahveder" (Şura, 24) âyetinde (......) kelimesinin merfû oluşu gibidir. Allahü teâlâ'nın, "Göklerde ve yerde olan her şeyi bilir" buyruğunda son derece etkili bir sakındırma vardır. Çünkü Allahü teâlâ'ya, yerlerde ve göklerde hiçbirşey gizli kalmayınca, göğüslerdeki kalplerde olan şeyler O'na nasıl gizli kalır? Sonra Cenâb-ı Hak, bu sakındırmayı tamamlamak için "Allah, herşeye kadir olandır" buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü Allahü teâlâ kendisinin herşeyi bildiğini beyân ettiğine göre, kulun kalbindekini ve hak ettiği sevabı ile ikâbının miktarını da bilmektedir. Sonra Cenâb-ı Hak kendisinin herşeye kadir olduğunu bu ifâde ile açıklamıştır ki, buna göre O, herkese hakettiği şeyi ulaştırmaya da kadirdir. Bu ifâdeyle va'ad ve va'îd ile tergîb ve terhîb tamamlanmış olur. |
﴾ 29 ﴿