30"O gün, herkes ne hayır işledi ise karşısında (onu) hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptı ise de, onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek. Allah, sizi yüce zatından sakındırıyor. Allah kullarına ra'ûftur" . Bil ki bu âyet, tergîb (teşvik) ve terhîb (korkutma) babından olup, daha önce geçen sözü tamamlamaktadır. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır: Âlimler, buradaki (......) kelimesinin âmili (mütealliki) konusunda birkaç vecih zikretmişlerdir: a) İbnu'l-Enbarî, bu kelimenin müteallâkının, 28. âyetin sonundaki (......) kelimesi olduğunu, takdirinin ise.. o günde dönüş ancak Allah'adır" şeklinde olduğunu söylemiştir. b) Kelimenin âmili, önceki âyettekifâdesindeki fiildir. Cenâb-ı Hak sanki "Allah sizi bu gündeki ikâbından sakındırır" demiştir. c) Bu kelimenin âmili, bir önceki âyet sonundakiüdür. Yani "Her nefsin, yaptığı hayrı karşısında hazırlanmış bulacağı o günde, Allah her şeye kadirdir" demektir, Ancak diğer günlerin de, Allah'ın kudreti bakımından o günden bir farkı olmadığı halde, o günün önemini belirtmek ve şerefini yüceltmek maksadıyla bilhassa bu gün zikredilmiştir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın Din gününün sahibi" (Fatiha. 3) âyetinde de aynıdır. d) Âmil, âyette gelen fiilidir. Buna göre mana, "Her nefis o günde şunu şunu arzu eder" şeklindedir. e) Kelimenin, mahzuf bir fiil sebebiyle mansub olması da caizdir. Buna göre, kelamın takdiri"Her nefsin şunu şunu bulacağı o günü hatırla" şeklinde olur. Yapılan İyi ve Kötü Amellerin Âhirette Hazır Bulunması Bil ki yapılan amel bakî değildir. Binâenaleyh onu Kıyamet günü bulmak mümkün değildir. Bundan ötürü, bu ifâdenin iki şekilde te'vili gerekir: 1- Kul, amel defterlerini bulur. Bu, Hak teâlâ'nın, "Şüphe yok ki yaptığınız şeyleri biz yazıyorduk" (Câsiye, 29) ve "(Allah) onlara yaptıkları şeyleri haber verecek. Allah onları saymış, onlar ise unutmuşlardır" (Mücadele, 6) âyetleri ile beyân ettiği durumdur. 2- Kul, amellerinin karşılığını bulur. Buna göre âyetteki "hazırlanmış bulacak " tabirinden maksad, o amel defterlerinin Kıyamet gününde hazırlanmış olması olabileceği gibi, amellerin karşılığının hazırlanmış olması da olabilir. Bu tıpkı, "Onlar işlediklerini hazır bulmuşlardır" (Kehf, 49) âyetinde ifâde edildiği gibidir. Her iki mânaya göre de, tergîb ve terhîb söz konusudur. Hak teâlâ'nın "Ne kötülük yaptı ise de, onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek" beyânı hakkında şu iki mesele vardır: Vahidî şöyle demektedir: "Burada daha açık olan (......) lafzının, (o şey, ki o) manasına alınıp, iilinin de ism-i mevsûlünün sılası yapılarak birinci (......)'ya atfedilmesidir. Burada (......)'nın şartiyye olması caiz olmaz; aksi halde (......) kelimesinin mahallinin mansûb veya mecrûr olması gerekirdi. Halbuki, herkes bunu merfû olarak okumuştur. Böylece de bu, buradaki (......)'nın (......) anlamında olduğunun bir delili olmuş olur. Buna göre şayet, "Abdullah İbn Mesûd'un (diledi, arzu etti) şeklindeki okuyuşuna göre, buradaki (......)'nın şartiyye olması doğru olamaz mı?" denilirse, biz deriz ki, bu doğru olur. Ne var ki, mânayı mübteda ve haber cümlesine göre vermek daha yerinde ve müessir olur. Zira bu, kâfirlerin o gündeki durumunun anlatılmasıdır; ayrıca meşhur olan kıraate de daha muvafık olmuştur. Hak teâlânın buyruğundaki vâv hakkında şu iki görüş bulunmaktadır. Birinci görüş: Bu, Ebu Müslim el-İsfehanî'nin Hak buyruğundaki vâv görüşüdür. Bu görüşe göre, bu ifâdenin başındaki vâv, atıf vâvıdır. Kelamın takdiri ise, "Her ne hayır işledi ise ve her ne kötülük yaptı ise bulur" şeklindedir. Hak teâlâ'nın, "Onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek" ifâdesinin cümledeki yeri hakkında iki izah şekli vadır: a) Bu cümlelafzının sıfatıdır. Buna göre kelamın takdiri şöyle olur: "Kendisi arasında uzun bir mesafe olmasını arzu ettiği kötü fiillerden her ne işledi ise..." b) Bu cümle, haldir. Buna göre takdiri, "Ogün, kendisinden uzaklaşmayı arzu edecek olduğu bir halde, işlediği her kötülüğü hazır bulur" şeklinde olur. İkinci görüş: Buradaki vâv harfi, isti'naf vâvıdır. Buna göre âyet, günahkârların mutlaka cezalandırılacağı görüşüne bir delil değildir. Çünkü burası lütuf ve ikram-ı İlâhinin bahsedildiği bir âyet olup sevap bakımından amellerinin karşılığının hazır olacağına bir nasstır. İkâb cihetine gelince, bu âyet bunun hazır olacağına dâir bir nass değildir. Doğrusu Hak teâlâ burada, kullarının o ikabtan kaçacağını ve uzaklaşmayı isteyeceklerini anlatmıştır. Bu da, va'ad yönünün gerçekleşmesinin, va'îd'in gerçekleşmesinden daha uygun olduğuna dikkat çeker. (......) kelimesi, "varılan son sınır" demektir. Bunun bir benzeri "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı kadar uzaklık olsaydı. (Sen) ne kötü arkadaş(mışsmî)" (Zuhruf. 38) âyetidir. Bil ki bu temenniden murad, ister zaman, ister mekân itibari ile bir uzaklığı anlayalım, malumdur. Çünkü maksud olan, uzak olmayı temenni ediştir. Hak teâlâ daha sonra, "Allah sizi yüce zatından sakındırıyor" buyurmuştur ki bu ilâhî va'îdi te'kid etmektedir. Sonra da, "Allah kullarına ra'ûftur" buyurmuştur. Bu hususta bazı izahlar yapılmıştır: a) Allahü teâlâ, insanları kendisinden sakındırdığı, ilminin ve kudretinin mükemmelliğini öğrettiği, insanlara mühlet tanıdığı, fakat ihmal etmediği, rahmetini celbedecek şeylere onları teşvik ettiği ve gadabına müstehak olacak şeyleri yapmaktan sakındırdığı için, kullarına karşı ra'ûftur. Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Allah'ın, kullarını kendisinin azabından sakındırması, onlara olan re'fetindendir." b) Allah, tevbe etmeleri, tedbirli olmaları ve kusurlarını telâfi etmeleri için kullarına zaman tanımış olması bakımından kullarına ra'ûftur. c) Allahü teâlâ, bir va'îd olarak, "Allah, sizi yüce zatından sakındırıyor" buyurunca, bunun peşisıra va'ad ve rahmetinin, va'îd ve gazabına galib geldiğini bildirmek için, bir va'ad olarak "Allah, kullarına ra'ûftur" buyurmuştur. d) Kur'ân-ı Kerim'de "ibâd" (kullar) lafzı, mü'minlere hastır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Yeryüzünde vakar ve tevazu île yürüyen Rahmanın o kullan..." (Furkan, 63)ve "O pınardan Allah'ın kulları içerler.." (İnsan, 6) buyurmuştur. Buna göre mana şöyledir: Allahü teâlâ kâfir ve fâsıklar hakkındaki tehdidini zikredince, ehl-i taat ile ilgili va'adini bildirerek, "Allah, kullarına ra'ûftur" buyurmuştur. Yani, "Allah fâsıklardan intikam aldığı gibi, kendisine itaat edip muhsin olanlara karşı da ra'ûftur" demektir. |
﴾ 30 ﴿