38

"Orada Zekeriyya Rabbine, "Ya Rabbi, bana senin tarafindan çok temiz bir zürriyet ihsan et. Muhakkak ki duayı hakkıyla işitip kabul eden ancaksensin" diye duâ etti" .

Bu âyetle ilgili bazı meseleler bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Bil ki, (orada, ) ve (orada) kelimeleri mekan için(esnasında, zamanında) kelimeleri de zaman için kullanılır. Allahü teâlâ, "Artık orada yenildiler ve zelil ve makhûr geri döndüler" (A'raf. 119) buyurmuştur ki buradaki (orada) kelimesi, onların bulunduğu mekâna işaret etmektedir. Yine Allahü teâlâ "Elleri boyunlarına tegfr olarak, o (cehennemin) en dar yerine atıldıkları vakit orada "(Yetiş ey) helak!" diye bağırırlar" (Furkân, 13) yani, "o dar yerde.." buyurmuştur.

(......) kelimesi bazan, zaman için de kullanılır. Nitekim Hak teâlâ, "İşte o zamanda velayet hak olan Allah'ındır" (Kehf, 44) buyurmuştur. Bu âyette (......) kelimesi, duruma ve zamana işaret etmektedir.

Bunu anladığın zaman deriz ki: Tefsir ettiğimiz âyetteki (......) kelimesini mekan manasında almamız caizdir, yani "Meryem (aleyhisselâm)'in yanında Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın oturmuş olduğu o mekanda bu kerametleri müşahede etti ve Rabb'ine duâ etti..." demek olur. Yine bu kelimeyi zaman manasında almamız da caizdir ve "Bu vakitte Rabb'ine duâ etti.." demek olur.

İkinci Mesele

Bil ki, ."Orada dua etti" cümlesi, Hazret-i , Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın, bu esnada, bu dua ile alakalı bir işi görünce bu duayı yaptığını ifâde eder. Âlimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Muhakkik âlimlerden ve müfessirlerden büyük bir çoğunluk şöyle demişlerdir: "Zekeriyya (aleyhisselâm), Hazret-i Meryem'in yanında, kışın yaz meyveleri, yazın da kış meyveleri gördü. Onun yanında bu harikuladelikleri gördüğü zaman, Allahü teâlâ'nın kendisi için de böyle harikulade haller vermesini ve ihtiyar, kısır hanımından bir çocukla kendisini rızıklandırmasını arzu etti."

Bu husustaki ikinci görüş, evliyanın kerametini ve peygamberlerin irhâsâtını inkâr eden Mu'tezile'nin görüşüdür. Onlar, "Zekeriyya (aleyhisselâm), salah, iffet ve takva izlerinin Hazret-i Meryem'de toplanmış olduğunu görünce, bir çocuğu olmasını arzuladı ve bunu temenni edip, bu esnada dua etti" demişlerdir. Bil ki birinci görüş daha uygundur. Çünkü bir kimsede zühd, iffet ve güzel ahlakın meydana gelmesi, harikulade hallerin olduğuna delâlet etmez. Binâenaleyh bunları görmek, insanı harikulade halleri istemeye sevketmez. Ama harikulade halleri görmek, bazan insanı harikulade bir işin kendisi için de olmasını istemeye arzulandırır. İhtiyar bir erkek ile kısır bir kadının çocuklarının olması, harikulade hallerdendir. Bundan dolayı âyeti, birinci mânâda anlamak daha uygundur.

İmdi şayet, "Siz, Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın, Allahü teâlâ'nın harikulade halleri yaratmaya kudreti olduğunu, ancak Meryem'in yanındaki bu kerametleri müşahede ettiği zaman anladığını söylüyorsanız, bu, Allah'ın kudreti hususunda Zekeriyya (aleyhisselâm)'ya şüphe isnâd etmek olur?" denilir ise ve biz de buna karşı "O, Allah'ın bunlara kadir olduğunu biliyordu. Bu harikulade halleri görmesi, Allah'ın kudreti hususundaki bilgisinin artması için bir sebep olmamıştır. Binâenaleyh o kerametleri görmesinin, bu hususta bir tesiri yoktur" der, ve âyetteki (Orada veya o zaman) sözünün bir mânâsı kalmaz" denilir ise,

Buna şöyle cevap verilir: Zekeriyya (aleyhisselâm), bundan önce de bunların mühim olduğunu biliyordu. Fakat bunlar hiç olmuş mu, olmamış mı, onu bilmiyordu. Bu halleri bizzat görünce, onlar vuku bulduğunda bir velinin kerameti olduğunu ve bir peygamber için mu'cize olarak haydi haydi meydana gelebileceğini bilip anladı. Hiç şüphesiz, bu kerametleri müşahede edince bu evlat arzusu kuvvetlendi.

Peygamberin Her Duası Kabul Edir Mi?

"Nebîve Resullerin duaları, dualarının kabulünün bir menfaat temin etmeyecek olması ve böylece de dualarının reddolunması ihtimaline karşı, ancak Allah'ın izninden sonra olur. Çünkü onların dualarının kabul edilmemesi peygamberlik makamında bir noksanlık olur." İşte kelamcılar böyle söylemişlerdir. Bana göre burada bir mesele vardır. Çünkü Allahü teâlâ mutlak olarak duaya izin verip, duaları bazan kabul edeceğini, bazan da kabul etmeyeceğini beyân ettiğine göre, peygamberlerin de günah olmayan hususlarda her istedikleri ve diledikleri zaman dua etmeye hakları var. Sonra Hak teâlâ, onların da dualarını bazan kabul eder, bazan etmez. Bu, onların peygamberlik mertebeleri için bir eksiklik olmaz. Çünkü onlar, Allah'ın rahmet kapısında dilenmektedirler. Eğer Allahü Teâlâ onlara icabet eder, dualarını kabul ederse, bu O'nun fazlından ve ihsanındandır. Yok eğer onlara icabet etmez ise, peygamber de nihayet bir mahlûktur. Yaratanın kapısında daha üstün bir mertebesi olsun diye (böyle olmuştur).

Hak teâlâ'nın Zekeriyya (aleyhisselâm)'dan naklettiği"Bana, senin tarafından çok temiz bir zürriyet ihsan et" buyruğu ile ilgili bazı meseleler bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Burada ki (......) kelimesi ile ilgili izah, Kehf Sûresi'nde gelecektir. Bu âyette onun zikredilmesinin faydası şudur: Örf ve âdette bir çocuğun olmasının, belli bazı sebepleri vardır. Zekeriyya (aleyhisselâm), bu sebepler kendinde olmadığı halde bir çocuk isteyince, bunun manası, "Allah'ım, bu hadisedeki sebepleri ortadan kaldırmanı ve bu sebeplerden hiçbiri vasıta olmaksızın sırf kudretinle bu çocuğu yaratmanı senden niyaz ediyorum" şeklinde olmuştur.

İkinci Mesele

"Zürriyet", nesil ve soy manasında bir kelimedir ve müfredi, cem, müzekkeri, müennesi hep bu lafızla ifâde edilir. Âyetteki bu kelimeden murad, tek bir çocuktur. Bu, Hak teâlâ'nın, "Binâenaleyh bana, tarafindan bir velî, oğul ihsan et" (Meryem, 6) âyetinde olduğu gibidir.

Ferrâ, "Zürriyet kelimesi zahiren müennes olduğu için, "tayyibeten" kelimesi de müennes getirilmiştir. Müzekkerlik ve müenneslik bazan lafızdan, bazan mânadan dolayı olur. Biz bu hususun, ancak cins isimleri için böyle olduğunu söylüyoruz. Bu, alem isimlerde caiz değildir. Çünkü meselâ denilemez. Zira alem isimler, ancak ismi olduğu şahsı ifâde ederler. O şahıs eğer müzekker ise, ancak o takdirde, o ismin fiili müzekker getirilebilir" demiştir.

Üçüncü Mesele

Hak teâlâ'nın, Muhakkak ki sen, duayı hakkıyla işitensin" buyruğundan murad, Allah'ın duâ edenin sesini duyması değildir. Çünkü bu zaten malumdur. Binâenaleyh bundan murad, Allah'ın onun duasına icabet 'edip, ümidini boşa çıkarmamasıdır. Bu, tıpkı namaz kılanların "Allah kendisine hamdedeni işitti" demeleri gibidir. Onlar bununla Allah'ın mü'minlerden hamdedenlerin hamdini kabul etmesini kastederler. Bunun böyle olduğu, Hak teâlâ'nın, Meryem Sûresi'nde Hazret-i Zekeriyya (aleyhisselâm)'dan naklettiği, "Ya Rabbi, sana dua etmekle bedbaht olmadım " (Meryem, 5) sözü ile de kuvvet bulmuştur.

38 ﴿