49

"Dedi ki: "Rabb'im, bana bir beşer dokunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir?" (Allah), "Öyle.. (Fakat) Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece ol! der, o da oluverir.." dedi. Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrâti ve İncil'i öğretecek.. Onu İsrailoğullarına peygamber gönderecek... (Onlara o), "Muhakkak ki ben size Rabb'inizden bir mu'cize getirdim. Gerçekte, ben size çamurdan kuşa benzer bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle o, derhal bir kuş olur. Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsunuz, onları size haber veririm. Muhakkak ki bunlarda, sizin için, eğer iman ediciler iseniz, bir ibret vardır" deyecek" .

Müfessirler şöyle demişlerdir: Hazret-i Meryem, böyle demiştir. Çünkü, bir şey ile müjdelemek, âdetin hilafına vaki olan şeyden teaccüb etmeyi gerektirir. Biz bunun aynısını Hazret-i Zekeriyya'nın kıssasında açıklamıştık. Cenâb-ı Hakk'ın, "Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece ol! der, o da oluverir" tabirinin tefsiri Bakara, 117. âyetin tefsirinde geçmişti.

Hak teâlâ'nın 'Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek" buyruğuna gelince, bunda iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Nâfî ve Âsim, yâ harfiyle diğer kıraat imamları da nün ile (......) şeklinde okumuşlardır. Yâ harfiyle okunması halinde, bu cümle "(Fakat) Allah dilediğini yaratır" cümlesine atfedil mistir. Müberred, "bu ifâdenin "Seni bir kelimeyle müjdel' (Âl-i İmran, 45) âyetine atfedildiğini" söylemiştir. Nûn ile okuyanlar, âyetin takdirinin şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Meryem, "Ya Rabbi, benim nasıl çocuğum olabilir?" demişti... Bunun üzerine de, Cenâb-ı Hak ona, "Öyle.. (Fakat) Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmetiği zaman, ona sadece ol! der, o da oluverir" demişti. Bu, her ne kadar gaib sîgasıyla bir haber verme ise de bu, Allahü Teâlâ'nın kendisinden bir haber vermesidir. Bu sebeple hiç şüphesiz, bu ifâdeye, gayb sîgasıyla olmayan haber vermeyi birleştirmesi güzel olmuş, bundan ötürü de "ve, ona öğreteceğiz..." buyurmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğunun mânası, 'İşte böylece biz, dilediğimizi yaratıyor, kitabı ve hikmeti öğretiyoruz" şeklindedir. Allah en iyisini bilendir.

Kitap, Hikmet, Tevrat ve İncil'in Sıralanmasındaki Sır

Bu âyette, atıf vâvıyla birbirine atfedilmiş olan dört mevzu bulunmaktadır. Bana göre doğruya en yakın olanı şöyle denilmesidir; Kitap kelimesinden murad, yazı ve kitabet sanatını öğretmektir. Hikmet'den murad, ilimleri öğretip, ahlâkı güzelleştirmektir. Çünkü insanın kemâli ve mükemmelliği, hakkı zâtı gereği, hayrı da, onunla amel etmek için bilip tanımasındadır. Bu ikisinin toplamı "hikmet" diye adlandırılmıştır. Sonra Hazret-i İsa, hat ve yazı sanatını öğrenip, aklî ve şer'İ ilimleri de kavrayınca, Cenâb-ı Hak ona Tevrat'ı öğretmiştir. Hak yazının öğretilmesinden sonra öğretmişti; çünkü Tevrat ilahî bir kitab olup, içinde de büyük sırlar bulunmakta idi. İnsanın, birçok ilimleri öğrenmedikçe, ilahî kitapların sırlarından bahsetmeye girişmesi mümkün değildir. Sonra Cenâb-ı Hak, dördüncü olarak İncil'i zikretmiştir. O, İncil'i Tevrat'tan sonra getirmiştir. Çünkü önce yazıyı öğrenip, sonra hak ilimlerini elde edip, daha sonra da, Hak teâlâ'nın ondan önceki peygamberlere göndermiş olduğu kitapların sırlarını iyice ihata edip anlayınca, O'nun böylece ilimdeki derecesi yükselmiş olur. Buna göre Cenâb-ı Hak o kimseye, bundan sonra başka bir kitap indirip, onu o kitabın sırlarına vakıf kılınca işte bu; ilimde, anlayışta, aklî-şer'î sırları kavrayışta ve ulvî ve süflî hikmetlere muttali olmada en yüksek nokta ve en yüce payedir. İşte, bu dört lafzın tertibi hususunda söyleyebileceklerim bundan ibarettir.

Hazret-i İsa'nın, İsrailoğullarına Resul Gönderilmesi

Cenâb-ı Hak daha sonra, "Onu İsrailoğullarına bir peygamber gönderecek.. (Onlara O), "muhakkak ki ben size Rabb'inizden bir mu'cize getirdim(diyecek)" buyurmuştur. Bu âyet hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu âyetle ilgili şu izahlar bulunmaktadır:

a) Âyetin takdiri, "Biz ona yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğreteceğiz; onu, İsrailoğullarına, "Ben size Rabb'inizden bir mu'cize getirdim, ." diyen bir peygamber olarak yollayacağız.. şeklindedir. Herhangi bir karışıklığa sebebiyet vermediği sürece hazfler yapmak "güzeldir.

b) Zeccâc, şöyle demiştir: "Bana göre kelamın takdirinde tercih edilmesi gereken durum, "O, insanlarla bir resul olarak konuşuyordu" şeklinde olmasıdır. Biz bu takdiri, Hazret-i İsa'nın, "Ben size... getirdim" ifâdesi münasebetiyle yaptık.. Buna göre mana, "Hazret-i İsa onlarla, "Ben size bir mû'cize getirdim" diyen bir resul olarak konuşuyordu, şeklinde olur" demiştir.

c) Ahfeş, "İstersen, vâv harfini zâid kabul edebilirsin; buna göre takdir de, "Allah ona yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve onu İsrailoğullarına, kendilerine "Ben size bir mu'cize getirdim diyen bir peygamber olarak İncil'i de öğretecektir" şeklindedir.

İkinci Mesele

Bu âyet, bazı yahudilerin görüşlerinin hilâfına olarak, Hazret-i İsa'nın bütün İsrailoğullarına bir peygamber olarak gönderildiğine delâlet eder. Bazı yahudiler ise Hazret-i İsa'nın, içlerinden hususi bir topluluğa peygamber olarak gönderilmiş olduğunu söylemişlerdir.

Üçüncü Mesele

Âyet-i kerimede geçen (......) kelimesiyle, müfred bir mana, cins mânası kastedilmiştir. Çünkü Allahü Teâlâ burada, tek bir tane değil, birçok mu'cizeyi sayıp tâdâd etmiştir. Ki, bunlar da ölüleri diriltmek, anadan doğma körler ile alacalı hastaları iyileştirmek, gayblardan haber vermektir.. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, "Muhakkak ki ben size Rabb'inizden bir mu'cize getirdim" buyruğundaki "mu'cize" kelimesinden murad müfred, tek birşey olmayıp cinstir...

Cenâb-ı Hak, daha sonra "Gerçekte, ben size çamurdan kuşa benzer bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle derhal bir kuş olur" buyurmuştur.

Bil ki, Allahü Teâlâ burada Hazret-i İsa'nın mu'cizesi olarak beş çeşit mu'cizeden bahsetmiştir.

Birinci Çeşit Mucize

Hazret-i İsa'nın Mucizelerinden Birinci Nev'i: Çamurdan Kuş

Burada, bu âyette zikretmiş olduğu mu'cize olup bunda birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hamza, hemzenin fethasıyla (......); Nâfi ise, hemzenin kesresiyle (......) şeklinde okumuşlardır. Buna göre, meftuh okuyanlar, bu kısmsözünden bedel yapmışlardır. Buna Cenâb-ı Hak sanki, "Ben size, çamurdan kuşa benzer bir şey yapma (mu'cizesini) getirdim..." demiştir. Kesre ile okuyanların kıraatinin ise iki izahı bulunmaktadır:

a) Bu, müste'nef (yeni başlayan) bir sözdür ve bu ifâdenin mâkabliyle de bir münasebeti kalmamıştır.

b) Hazret-i İsa, "mu'cize, âyet "Muhakkak ki ben, size çamurdan kuşa benzer birşey yaparım..." sözüyle açıklamıştır. Önceki cümlenin, mübtedâ olacak bir biçimde gelen daha sonraki bir cümleyle tefsir edilmesi caizdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, iman edip de güzel ameller işleyenlere vaadetmiştir" (Maide, 9) buyurmuş, daha sonra da va'adedilen şeyi"Onlar için bir mağfiret vardır" şeklinde açıklamıştır. Yine Cenâb-ı Hak "Muhakkak ki İsâ'nın hâli, Allah katında, Âdem'in hâli gibidir" (Âl-i İmran, 59) buyurmuş, daha sonra "gibi.." kelimesin"Onu topraktan yarattı" sözüyle açıklamıştır. Bu izah çok güzeldir. Çünkü bu, mânâ bakımından "Muhakkak ki ben yaratırım" ifâdesini (......) kelimesinden bedel kılarak fetha ile okuyan kimsenin kıraati gibidir.

Halk (Yaratma) Burada "Ölçmek, Takdir” Manasındadır

cümlesinin mânası, Yani, "Ben onu takdir eder, Ölçüp biçer, şekil verir; bu şekilde mey-. Biz Cenâb-ı Hakk'ın, (Bakara, 21) âyetinin tefsirinde, "halk" (yaratma) kelimesinin "takdir etmek, ölçüp değerlendirmek" mânasına geldiğini açıklamıştık. Bunu, burada da zikretmemizde bir mahzur yoktur. Biz deriz ki, bunun bu manaya geldiğine Kur'ân, şiir ve istişhâd delâlet etmektedir.

Kur'ân'a gelince, bunlar şu âyetlerdir:

a) Allahü Teâlâ'nın, "yaratıp, takdir edenlerin en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir" (Mü'minûn, 14) âyeti.. Bu böyledir, çünkü kulun, yaratma ve îcât etme mânasında "hâlık, yaratıcı" olamayacağı sabittir. Binâenaleyh onun "hâlık" olması, "takdir etmek, ölçüp biçmek ve inceden inceye düzenlemek, tesviye etmek" mânasına alınması gerekir.

b) "Halk" (yaratma) fafzı, yalana da ad olarak verilebilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Şuarâ sûresi 137. âyetinde, "Bu, evvelkilerin yalan ve düzmecelerinden başka birşey değildir"; Ankebût sûresi 17. âyetinde, "Yalan uydurup düzüyorsunuz" ve Sâd sûresi 7. âyetinde de, "Bu, ancak bir uydurmadır" buyurmuştur. Buna göre yalan söyleyen kimse, hâlık diye adlandırılmıştır. Çünkü o kimse, kafasında yalan takdir edip, sonra ona şekil vererek gerçekleştirir.

c) Tefsirini yapmakta olduğumuz, "Gerçekte, ben size çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yapar, yani onu düzenler ve tesviye ederim..." âyetiyle, Mâide süresindeki, "Hanı, çamurdan kuşa benzer bir şey yapıyordun.." (Mâide, 110) âyeti, "halk" kelimesinin takdir ve tasvir etme, suret verme manalarına geldiğine delâlet eder.

Hak teâlâ'nın, "Yerde olan her şeyi sizin için yaratan... Odur..." (Bakara, 29) âyetidir. Bu ifâdedeki lafzı, maziye, yani geçmiş zamana işarettir. Biz bu ifâdeyi icâd ve ibda mânasına alırsak, mâna, "Yeryüzünde olan herşeyi Hak teâlâ geçmiş zamanda icâd etmiştir" şeklinde olur ki, bu da ittifakla yanlıştır. O halde, sözün doğru olabilmesi için "halk" (yaratmak) kelimesini, takdir etmek manasına hamletmek gerekir. Bu hususta doğru olan mâna da, "Allahü Teâlâ, geçmişte, yeryüzünde şu anda meydana gelen her şeyi takdir etmişti..." şeklinde olan mânâdır.

Şiirden delile gelince, bu, şairin şu beytidir:

' yemin olsun ki sen, kafandan uydurduğun şeyleri iftira ediyorsun. Halbuki bazıları iser kafalarından birşeyter tasarlıyorlar ama başkasına iftira olarak söylemiyorlar."

Yine başka bir şairin, şu beytidir:

"Deriyi ölçüp biçen kadın ve erkek işçilerin elinde ancak derinin güzeli gıcırdar."

Istişhâda gelince, bu da şudur: Bir başka örneğe bakarak ayakkabıyı ölçüp biçip, onu iyice düzelttiğinde denilir. (......) kelimesi, bir miktar hayır, pay, hisse demektir. Yine, , "Hakkı, müstehak olduğu şey budur" mânasında olmak üzere denilir. Düz ve çıplak kaya parçasına denilir. Çünkü düz olmada istiva; sert, girintili çıkıntılı olmada ise, ihtilaf ve pürüzler bulunmaktadır. Böylece, "halk" (yaratmak) kelimesinin takdir etmek, düzenlemek mânasından ibaret olduğu ortaya çıkmış oldu.

Allah'a Hâlık İsmi Verilmesine İtiraz Edenlere Cevap

Bütün bunları iyice anladığın zaman biz deriz ki, Allah'a (Hâlık) isminin verilip verilemiyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ebu Abdillah el-Basri "Hakiki mânada olmak üzere, Allah'a bu kelimenin isnâd edilmesinin caiz olmadığını; çünkü takdir edip düzenlemenin, zan ve hesaplar yapmaktan ibaret olduğunu, bunun ise, Allah hakkında muhal olacağını" söylemiştir.

Âlimlerimiz ise, "Hâlık, ancak Allah'tır" demişler ve bunun böyle olduğuna şu âyeti delil getirmişlerdir: "Allah her şeyin halikı, yaratıcısıdır" (Zümer, 62).

Âlimlerimizden bazıları da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Sizi gökten ve yerden rızıklandıracak, Allah'tan başka bîr yaratan var mı?" (Fâtır, 3) âyetiyle istidlal etmişlerdir ki, bu zayıftır. Çünkü bunun mânası, "Allah'tan başka gökten rızık vermek vasfıyla nitelenmiş olan bir yaratıcı var mıdır?" demektir. Bizim, "Durumu bu olan yaratıcı sadece Allah'tır" şeklindeki sözümüzün doğru olmasından, "Allah'tan başka hâlık yoktur" sözünün doğru olması gerekmez.

Âlimlerimiz, Ebu Abdillah el-Basrî'nin bu sözünü şu şekilde cevaplandırmışlardır: "Takdir edip iyice düzenlemek, ilim ve zandan ibarettir. Ancak ne var ki zan, Allah hakkında imkânsız olsa bile, O'nun hakkında ilim mutlaka sabittir.

Bunu iyice anladığın zaman biz deriz ki, Hak teâlâ'nın, buyruğunun mânası, "Ben tasvîr ve takdir ediyor, suret veriyor, ölçüp biçiyorum..." şeklindedir. O'nun, Kuşa benzeyen bir şey" sözündeki hey'e kelimesinin mânası, "hazırlanmış, takdir edilmiş şekil, heyet" demektir. Bu, senin bir şeyi ölçüp takdir ettiğin zaman söylemiş olduğuntabirinden alınmıştır. O'nun "derken ona üflerim" sözünün mânası ise, "Ben bu şekillendirilmiş, tasvir edilmiş çamura üflerim" demektir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'ın izniyle, derhal bir kuş olur" buyruğuna gelince, bu hususta birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Nâfi, bu ifâdeyi elif ile ve müfred olarak (bir kuş); diğer kıraat imamları ise, cemî sîgâsıyla (......) şeklinde okumuşlardır. Maide süresindeki 110. âyette geçen (......) kelimesi hakkında da durum aynıdır (......) kelimesi cins isim olup, hem müfrede hem de cem'e ıtlak edilebilir, söylenebilir. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i İsa (aleyhisselâm), peygamber olduğunu iddia edip mu'cizeler izhâr edince, onlar Hazret-i İsa'nın işini zorlaştırmaya başlayarak, ondan bir yarasa meydana getirmesini, yaratmasını istemişlerdir. O da bunun üzerine bir balçık almış ve ona, yarasa şeklini vermiş; sonra da ona üfleyince, o gök ile yer arasında uçmuş...

Vehb, şöyle demiştir: "O, insanlar kendisini görebildikleri müddetçe uçuyor, onların gözlerinin göremiyeceği bir yere varınca, ölüp yere düşüyordu."

Sonra âlimler, bu hususta ihtilâf ederek, içlerinden bir grup, Hazret-i İsa'nın yarasadan başka birşey yaratmadığını; bu manadan dolayı Nâfi'nin bu kelimeyi müfred olarak (......) şeklinde okuduğunu söylerken; başkaları da, Hazret-i İsa'nın çok çeşitli kuşlar yarattığını, bu mânadan dolayı da, diğer kıraat imamlarının bu kelimeyi çoğul olarak, (......) şeklinde okuduklarını söylemişlerdir.

Hazret-i İsa'nın Nefesi (Üflemesi)

Kelâmcılardan bazıları bu âyetin, ruhun, rüzgâr gibi ince bir cisim olduğuna delâlet ettiğini, bundan dolayı da Cenâb-ı Hakk'ın onu "üflemek..." ile vasfettiğini söylemişlerdir. Sonra burada, incelenmesi gereken bir husus vardır. Bu da şudur: "Allahü Teâlâ Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın nefesine öyle bir hususiyet vermişti ki, O herhangi bir şeye üflediğinde O'nun o şeye üflemesi, o şeyin hayatiyet kazanmasını gerektiriyordu" denilebilir mi? Veyahut da, "Hayır, durum böyle değildi; bilakis Allahü Teâlâ, Hazret-i İsa'nın o şeye üflemesi sırasında bir mu'cize izhâr etmek suretiyle, kendi kudretiyle o cisimde hayâtı yaratıyordu..." denilebilir mi? Bu ikinci görüş, doğru ve gerçek olan görüştür, çünkü Cenâb-ı Hak, "O, ölümü de, hayatı da yaratandır" (Mulk. 2) buyurmuştur.

Ve yine Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in hükümdar (Nemrud) ile olan münazarası sırasında, "Rabb'tm, dirilten ve öldürendir" (Bakara, 258) dediğini nakletmiştir. Eğer, diriltme sıfatı Allah'tan başkaları için de söz konusu olsaydı, hiç şüphe yok ki Hazret-i İbrahim'in bu istidlali geçersiz olurdu.

Üçüncü Mesele

Kur'ân-ı Kerim, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın, Cibril (aleyhisselâm)'in Meryem (aleyhisselâm)'e üflemesinden tevellüt edip, meydana geldiğini göstermektedir. Cibril (aleyhisselâm) ise, sırf ruh ve mahza ruhanî bir varlıktır. Binâenaleyh şüphesiz, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya üflemesi, ona hayat ve rûh vermek içindir.

Dördüncü Mesele

Hak teâlâ'nın, (......) buyruğunun mânası, "Allah'ın izni olmadıkça, (Âl-i İmran, 145) yani, "Ancak Allah'ın ölümü icâd edip yaratması bulunmadıkça, hiçbir nefsin ölmesi mümkün değildir" âyetinden dolayı, Allah'ın yaratması ve tekvîniyle demektir. Hazret-i İsa, bu şüpheyi izâle etmek ve, "Ben bunu tasvir ediyorum, ama ona can verip onda hayatı yaratan, peygamberlerinin elinden mu'cizeler izhar etmek için bunu yapan Allah'dır" hükmüne dikkatleri çekmek için, "Allah'ın izniyle" kaydını zikretmiştir.

İkinci, Üçüncü Ve Dördüncü Çeşit Mucizeler: Hastalar Ve Ölüler

Bu Hak teâlâ'nın "Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve alacalıyı İyileştirir, ölüleri diriltirim..." buyruğudur.

Dilcilerin çoğu, ekmeh kelimesinin, anadan doğma kör olan kimse anlamına geldiği kanaatindedirler. Halil ve başka âlimler, bu kelimenin, daha önce görüyorken sonradan görmez olan kimse anlamına geldiğini söylemişlerdir. Mücahid'den de bunun, "geceleyin görmeyen kimse" anlamına geldiği rivayet edilmiştir. Bu ümmet (tabiîn) içinde, tefsir sahibi Katâde İbn Diâme es-Sedûsî'den başka anadan doğma kör kimse olmadığı söylenmiştir. Rivayet edildiğine göre, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın yanına elli bin kişi toplanmıştı; gücü yetenler onun yanına geliyor, gücü yetmeyenlerin yanına da Hazret-i İsa gidiyordu. Onun iyileştirmesi, sadece duâ ile oluyordu.. Kelbî, "Hazret-i İsa'nın ölüleri, 'Ta Hayy, ya Kayyûm!.." diyerek dirilttiğini; dostu olan Azer'i böylece dirilttiğini, Sâm İbn Nuh'u kabrinden çağırdığını, onun da diri olarak kabrinden çıktığını;, sonra bir ihtiyarın, o anda ölmüş olan oğluna uğradığını, O'nun hemen Allah'a duâ ettiğini, onun da diri olarak tabutundan çıkıp, çoluk çocuğunun yanına döndüğünü" söylemiştir. Hazret-i İsa'nın "Allah'ın izniyle" demesi, onun bir ilâh olduğuna inanan kimselerin, bu vehimlerini bertaraf etmek içindir.

Beşinci Nev'i Mucize: Gaybdan Haber Vermesi

Bu, onun gaybdan haber vermesidir ki, Cenâb-ı Hak bu mu'cizeyi, Hazret-i , İsa'nın bir sözü olarak, "Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiyorsunuz, onları size haber veririm" sözünde belirtmiştir. Bu ifâde hakkında iki mesele vardır;

Birinci Mesele

Bu âyet hakkında şu iki izah ve görüş bulunmaktadır

a) Hazret-i İsa, ilk önce gaybfardan haber veriyordu.

Süddî şunu rivayet etmiştir: "O, çocuklarla oynuyor, sonra onlara, babalarının ve annelerinin ne yaptığını haber veriyordu. Bunun üzerine O, çocuğa annesinin kendisi için şunları şunları sakladığını haber veriyordu; çocuk ise evine dönüyor ve, o şeyi alıncaya kadar ağlıyordu.. Sonra ise ana-babalar çocuklarına, "Bu sihirbazla oynamayın!" diyor ve onları bir evde topluyorlardı. Hazret-i İsa onları aramaya geldiğinde ise, çocukların anne-babalan Hazret-i İsa'ya, "Çocuklar evde değiller!" diyorlardı. Hazret-i İsa da, "Peki, evde kim var?" diye sorduğunda, onlar, "Domuzlar var.." diyorlardı. Hazret-i İsa da, "İşte, öyle olsunlar!" deyince onlar da domuz haline geliyorlardı.

b) Hazret-i İsa'nın gayblardan haber vermesi, gökten sofra indiği zaman zuhur etmişti. Bu böyledir, çünkü İsrailoğulları, bu sofradan geriye birşey bırakıp biriktirmekten nehyedilmişlerdi. Ama onlar, yine de yiyecek biriktirip, saklıyorlardı. Hazret-i İsa da, işte onlara neler sakladıklarını haber veriyordu.

İkinci Mesele

Bu şekilde gaybten haber vermek, bir mu'cizedir Çünkü, (gaybten) haber verdiklerini iddia eden müneccimmlerin bunu haber vermeleri, ancak daha önce geçmiş olan bir soruya İstinâd ediyordu. Onlar bu soruyu sorduktan sonra, bir âlet vasıtasıyla bu haberleri ortaya koymaya çalışıyor, bu âlet vasıtasıyla yıldızların çeşitli hal ve durumlarını bilip tesbit etmeye gayret sarfediyorlardı. Sonra müneccimler, kendilerinin çoğu kez yanılmış olduklarını da kabul etmektedirler. Ama gaybta haber vermeye gelince bu, daha önce herhangi bir soru bulunmadan ve de bir âletten de istifâde etmeksizin, sadece Allah'tan alınan vahiy ile olmaktadır.

Sonra Hazret-i İsa (aleyhisselâm) sözünü "Muhakkak ki bunlarda sizin için, eğer iman ediciler İseniz, bir ibret vardır" diye bitirmiştir. Bu sözün mânası, "mu'cizevî delillerin, peygamberlerin doğruluğuna delâlet ettiğine inanan herkes için bu beş şeyde, iddia sahibinin doğruluğunu gösteren güçlü ve susturucu mu'cizeler vardır. Evet, mu'cizenin, iddia sahibinin doğruluğuna delalet ettiğini inkâr edenler de vardır. Bunlar, Brahmanlardır. Çünkü mu'cizelerin meydana gelmesi bunlara kifayet etmez. Fakat mu'cize'nin, iddia sahibinin doğruluğuna delâlet ettiğine inanan kimselerin bu mu'cizeler hakkında söyleyecekleri hiçbir söz yoktur.

49 ﴿