54

"Ne zaman ki İsa onlarda inkâr emareleri gördü, dedi ki: "Allah'a (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim?" Havariler: "Biziz Allah'ın (dininin) yardımcıları. Allah'a İnandık. Sen de şâhid ol ki, biz muhakkak müslümanlarız" dediler. "Ey Rabb'imiz, senin indirdiğin (o kitaba) inandık, o peygambere de tâbi olduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz." (Yahudiler) hileye saptılar, Allah da onların hilelerine ceza verdi. Allah hilekârları cezalandıranların en hayırlısıdır" .

Bil ki, Allahü teâlâ, Hazret-i Meryem'i Hazret-i İsa gibi bir çocukla müjdeleyişini anlatıp, onun özelliklerini iyice açıklayınca, mu'cizelerini bildirip, burada doğumunun hikayesini anlatmayarak, bu hadiseyi derinlemesine Meryem Sûresi'nde zikredince, Hazret-i İsa (aleyhisselâm) bu mu'cizeleri kendilerine gösterdiği ve bu delilleri ortaya koyduğu zaman o yahudilerin ne yaptıklarını beyân etmeye başladı. "Ne zaman ki İsâ onlarda inkâr emareleri gördü" buyurdu. Bu ifâde ile alâkalı bâzt meseleler bulunmaktadır.

Hazret-i İsa'nın Yahudilerde İnkâr Alametleri Görmesi

(......) kelimesi, birşeyi duyup hissetmek manasından ibarettir. Bunun iki izahı vardır:

a) Bu kelimeyi zahiri mânasına vererek, "Onlar, inkârlarını söylüyorlardı. Hazret-i İsa da Allah'ın izniyle bunu duyup hissetti" mânâsında olduğunu söylemek.

b) Bu kelimeyi te'vil ederek, bundan murad şudur demek: "Hazret-i İsa, onların küfürde ısrarlı olduklarını, kendini öldürmeye niyetlendiklerini bildi." Bu, şüphesi olmayan kesin bir bilgi haline gelince, Allahü teâlâ, duyularla meydana gelen bu ilmi, "hissetme" diye ifâde etmiştir.

İkinci Mesele

Âlimler, yahudilerin inkârlarının ortaya çıkmasına sebep olan şeyin ne olduğu hususunda, şu görüşleri belirterek ihtilaf etmişlerdir:

1- Süddî şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'yı İsrailoğullarına bir peygamber olarak gönderdiği zaman, o gelip onları Allah'ın dinine davet etmişti. Onlar küfürlerinde inâd edip ona uymadılar. Bunun üzerine o onlardan korktu ve saklandı. İsa (aleyhisselâm)'nın kavmi içindeki durumu, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in durumu gibi idi. O da Mekke'de iken mustaz'af (güçsüz bırakılmış) bir kimse idi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müşrikler onu öldürmek istedikleri zaman Sevr mağarasında ve kendine inanan mü'minlerin evlerinde gizlenişi gibi, Hazret-i isa (aleyhisselâm)da İsrailoğullarından gizlenmiş idi. Sonra annesiyle birlikte, yeryüzünü dolaşmak için (saklandığı yerden) çıktı. Bir şehre, bir adama rastladı. Bu adam son derece izzet-ü ikram gösterdi. Orada zâlim bir hükümdar vardı. İşte bu adam bir gün, mahzun bir şekilde Hazret-i İsa'nın yanına geldi. Hazret-i İsa (aleyhisselâm) bunun sebebini sorunca şöyle dedi: "Bu şehrin adamı, zalim bir adamdır. O, bizden her adama, kendisini ve ordusunu yedirip içireceği bir gün tayin etti.. Bu günse benim sıram; ama durumum kötü..." Hazret-i Meryem (aleyhisselâm) bunu duyunca, "Evladım, Allah'a dua et de, Allah o adama isteğini versin.." dedi. Bunun üzerine Hazret-i İsa, "Anneciğim, eğer bunu yaparsam, bundan bir şer meydana gelir." dedi. Buna karşılık Hazret-i Meryem, "O, ihsanda bulunup ikram etti.. Onun için, ona da mutlaka ihsanda bulunup ikram etmek gerekir" deyince, Hazret-i İsa (aleyhisselâm) şöyle dedi: "O hükümdarın gelmesi yaklaştığı zaman, tencere ve kırbalarını suyla doldur. Sonra da bunu yapıp bitirdiğini bana bildir.." O adam bu işleri yapıp bitirince Hazret-i İsa, Allah'a duâ etti.. Bunun üzerine, tencerede bulunan şeyler pişip (yemek haline), su kırbalarındaki su da şarap haline geldi.. Hükümdar geldiği zaman, yedi, içti ve bu içkinin nereden alındığını sordu. Bu soru üzerine adam, cevap vermemek için oyalandı. Hükümdar ise ısrar edip, neticede ona anlattırdı, gerçeği öğrendi.

Hükümdar bunu öğrenince, "Allah'a duâ ederek suyu şarap haline getiren bir kimseye, çocuğunu, Allah'ın diriltmesi için duâ ettiğinde mutlaka icabet olunur" dedi. Kralın oğlu, birkaç gün önce ölmüş idi. Bunun üzerine hükümdar Hazret-i İsa'yı çağırtarak, ondan duâ etmesini istedi. Bunun üzerine de, Hazret-i İsa "Bunu yapamayız.. Çünkü o yaşarsa, bir şerre sebep olabilir" dedi. Bu cevap üzerine kral, "Ne olacağı umurumda değil, yeter ki ben onu göreyim.. Eğer sen onu diriltirsen, bu yaptığın şeye müsaade ederim..." dedi. Bu teklif üzerine Hazret-i İsa, Allah'a duâ etti.. Bunun üzerine çocuk (dirilip ayağa kalktı) ve böylece döndü. Ülkesinin insanları onun yaşadığını görünce, derhal silaha sarılarak birbirleriyle savaşmaya başladılar.. Hazret-i İsa'nın durumu da, halk arasında böylece son derece meşhur oldu.. Yahudiler, bundan dolayı, öldürmeyi amaçlayarak, onu kınayıp, açıkça onu inkâra başladılar.

2- Yahudiler, Hazret-i İsa'nın Tevrat'ta müjdelenen Mesîh olduğunu.ve kendi dinlerini neshedeceğini biliyorlardı. İşte bu sebeple onlar, işin hemen başında ona ta'n ettiler ve öldürmeye çalıştılar. Hazret-i İsa açıktan açığa davete başlayınca, yahudilerin kızgınlıkları arttı.. Onu rahatsız etmeye başlayarak, öldürmek istediler.

3- Hazret-i İsa, kendilerini imana davet etmiş olduğu kavminin iman etmeyeceğini ve çağrısının onlara hiçbir fayda vermeyeceğini zannetti.. Böylece, onlar hakkındaki bu zannının gerçek olup olmadığını anlamak için onları denemek istedi de, onlara, "Allah'a (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim?" dedi. Bu soru üzerine O'na, havarilerden başka hiç kimse olumlu cevap vermedi.. İşte o zaman, havarilerin dışında kalan herkesin kâfir olduğunu; dinini inkâr etme ve kendisini de öldürme hususunda kararlı ve ısrarlı olduklarını anladı.

Cenâb-ı Hakk'ın "Allah'a (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim?" sözü hakkında iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Âyetle ilgili şu izahlar yapılmıştır

a) Hazret-i İsa (aleyhisselâm), İsrailoğullarını dine davet edip, onlar da bu konuda diretince, onlardan uzaklaşarak yeryüzünde dolaşmaya başladı. Derken, balık avlayan bir grup avcının yanına geldi. Onların içinde Şemûn, Yakûb ve Yuhanna İbn Zebedî bulunuyordu. Bu kimseler daha sonra, oniki havariye dahil olacaklardır.. Hazret-i İsa onlara şöyle dedi: "Şu anda balık avlıyorsunuz, ama bana tâbi olursanız, ebedî hayat için insanları avlayan kimseler olursunuz..." Bunun üzerine avcılar Hazret-i İsa'dan bir mu'cize istediler.. Şemûn ağını o gece suya atmış, ama hiçbir şey de avlayamamıştı. Hazret-i İsa ona, ağını ikinci kez suya atmasını emretti.. Bu sefer, Şemûn'un ağı, nerdeyse parçalanacak kadar balıkla doldu taştı; bu durum karşısında onlar, başka bir geminin çalışanlarından yardım istediler, tam iki gemi dolusu balık elde ettiler.. O zaman onlar, Hazret-i İsa'ya iman ettiler...

b) Hazret-i İsa, "Allah'a (doğru giden yolda) bana yardım edecekler kim?" sözünü, yahudiler O'nu öldürmek için bir araya toplanıp anlaştıkları zaman, işin en sonunda söylemiştir. Sonra burada şu iki ihtimal söz konusu olabilir:

Birinci ihtimal: Yahudiler, O'nu öldürmek için arayıp, O da onlardan uzaklaşmak istediğinde, bu ontki havariye, "Allah tarafından bana benzetilmek suretiyle, yerime öldürülmeye karşılık, cennette benim arkadaşım olmayı hanginiz ister?" dedi. Bu soruya onların bir kısmı icabet etti.

Hristiyanların İncil'lerinde zikrettikleri de şudur: "Yahudiler, Hazret-i İsa'yı yakalayınca, Şemûn kılıcını çekip, içlerindeki büyük bir âlime ait olan bir köleye vurarak, onun kulağını uçurdu. Bunun üzerine Hazret-i İsa ona, "Yeter!" dedi. Sonra da, kölenin kulağını alarak yerine koydu; kulak tıpkı eski haline geldi.. Netice olarak, Hazret-i İsa'nın yardım talep etmesinden maksadı, onları, kendisine yönelebilecek kötülüğü savuşturmaya yöneltmek, teşvik etmektir.

İkinci ihtimal: Hazret-i İsa onları, yahudilerle savaşmaya davet etmişti. Çünkü Cenâb-ı Hak, başka bir sûrede, "Nitekim Meryem oğlu İsa, havarilerine, "Allah'a (doğru giden yolda) benim yardımcılarım kim olacak?" demiş, havariler de, "Allah'ın yardımcıları biziz" demişlerdi. İşte İsrailoğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı. Nihayet biz, o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de, bu suretle galip geldiler" (saf. 14) buyurmuştur.

İkinci Mesele

Bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Allah'a..." buyruğudur. Bu hususta da şu izahlar yapılmıştır:

a) Bunun takdiri, "Allah'a gitmem veya O'na iltica etmem durumunda, kim bana yardımcı olur?" şeklindedir.

b) Bunun takdiri, "Allah'ın emrini açıklayıp, O'nun dinini ortaya koyuncaya kadar, benim yardımcılarım kim olacaktır?" şeklindedir. Bu ikinci takdire göre (......) harf-i cerri, gaye mânasını ifâde eder. Buna göre Hazret-i İsa sanki, "Davetim tamamlanıp, Allahü Teâlâ'nın emri de ortaya çıkıncaya kadar, bana yardım etmeyi kimler idame ettirecektir?" mânâsını murad etmiştir.

c) Dilcilerin ekserisi buradaki (......) harf-i cerrinin (......) (ile) manasına geldiğini söylemişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın, ların mallarını kendi mallarınızla beraber yemeyiniz " (Nisa, 2) âyetinde de (......) kelimesi, manasındadır.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de "Az sayıdaki deve, az sayıdaki deveyle beraber deve sürüsü olur" buyurmuştur.

Zeccâc (......) kelimesi anlamına gelmez; çünkü sen, mesela Zeyd, Amr'ın yanına gitti" dediğin zaman, "Zeyd Amr'la beraber gitti" demiş olmazsın. Çünkü harf-i cerri bir sınırı (gayeyi) ifâde eder. (......) ise, bir şeyin başka bir şeye katılmasını, bitişmesini ifâde eder. Bilakis bizim, "Buradaki harf- anlamındadır" dememizin anlamı harf-i cerri, (......)'nın temin etmiş olduğu mânâyı sağlar. Çünkü (......) ifâdesinin manası, kendi "Allah'ın yardımı yanısıra, yardımını kim bana katar, verir?.." şeklindedir. Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesinin mânâsı, "(O yetimlerin) malını kendi malınıza katarak yemeyiniz..." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (......) ifâdesinin mânası da "Deve topluluğu deve topluluğuna katıldığı zaman sürüyü meydana getirir" şeklindedir" demiştir.

d) Mâna, "Allah'a yaklaşma ve O'na giden yolda yardımcılarım kimdir?" şeklindedir. Nitekim, hadis-i şerifte, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kurban kestiği zaman "Allah'ım sendendir, sanadır.." yani, "Sana yaklaşmak içindir. dediği varid oimuştur. Yine bir kimse başkasını yanına çağırdığı zamander; yani, "Bana katıl, bana gel!" der. Burada da böyledir. Buna göre mânâ, "Allah'a bir yaklaşma ve ibadet olacak şeyler hususunda, yardımcılarım kimdir?" şeklinde olur.

e) Buradaki, afzının "lâm" anlamına gelmesidir. Buna göre Hazret-i İsa sanki, "Allah için yardımcılarım kimdir?" demiştir. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, Deki: "sn şerikleriniz içinden hakkı gösterecek bir kimse var mıdır?" De ki: "Hakkı gösterecek ve O'na iletecek Allah'dır" (Yunus, 35) âyetidir.

f) Âyetin takdiri, "Allah yolunda yardımcılarım kimdir?" şeklindedir. Buna görer harf-i cerrinin anlamına gelmesi caizdir. Bu Hasan el-Basrî'nin görüşüdür.

Havari Kelimesinin Mânası

Hak teâlâ'nın"Havariler, "Biziz Allah'ın yardımcıları..." dediler" ifâdesi hakkında birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âlimler bu âyette geçen Havari" lafzı hakkında şu izahları yapmışlardır:

a) Havârî", bir kimsenin özelliği ve hususiyetini ifâde etmek için va'ad olunmuş bir isimdir. Katıksız, sırf öz olduğu için, "un"a, havârî denilmesi de, bundandır.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, Zübeyr'e "O, benim halamın oğludur ve ümmetim içinde benim havarimdir." Benzeri bir hadis için bkz Buhâri, Fezâil'ül-Ashab, 13; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 48, (4/1879). buyurmuştur.

Tenleri ve cilt renkleri temiz ve duru olan kadınlara da denilir.

Buna göre âyette geçen, (......) kelimesinden murad, peygamberleri tasdik ve onlara yardım konusunda samimî ve son derece ihlâslı olan, peygamberlerin seçkin ve kendilerine yakın dost ve tâbîleridir.

b) (......) kelimesinin aslı (......) kelimesidir. Bu kelimenin anlamı da, bembeyaz anlamındadır. Una da havârî denilmiş olması, bundan dolayıdır. kelimeleri de böyledir; bunların mânası, gözün beyaz kısmının iyice beyaz olmasıdır. Senin elbiseyi iyice temizleyip bembeyaz yaptığın zaman demen de bu anlamdadır.

İşte bu takdirlere göre, âlimler, havarilerin niçin bu isimle adlandırıldıkları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Buna göre Saîd İbn Cübeyr, elbiselerinin beyaz olması sebebiyle bu ismi almış olduklarını söylemiştir. Onların, çamaşırcı oldukları ve elbiseleri temizleyip beyazlattıkları söylenmiştir. Yine, onların kalpleri her türlü nifak, şekk ve şüpheden arınıp tertemiz olduğu için, onları medhedip, kalplerinin, son derece beyaz bir elbise gibi son derece temiz olduğuna işaret etmek için bu ismi almış oldukları da söylenmiştir. Bu, bir kimse kötü fiillerden uzak ve berî olduğunda "Falanca, yakası pâk ve eteği de temiz olandır" denilmesi gibidir. Yine bir kimse kötü fiilleri yaptığı zaman "Falanca, elbisesi kirli olandır" denilir.

c) Dahhâk şöyle demektedir: Hazret-i İsa (aleyhisselâm), çamaşır yıkayan bir topluluğa uğradı ve onları imana çağırdı. Bunun üzerine onlar da iman ettiler. Çamaşır yıkayan kimseye Nabat dilinde (......) denilirdi ki, bu çamaşırcı demekti. Daha sonra bu kelime Arapçalaştırılarak (......) şeklini aldı.

Mukâtil İbn Süleyman, havarilerin çamaşırcı olduklarını söylemiştir. Bu lafzın iştikakının aslı iyice kavrandığı zaman, bu kelimenin, örfdeki kullanılış yoluyla, bir kimsenin çok yakın dostu ve onun sırdaşı anlamına geldiği anlaşılır.

İkinci Mesele

Âlimler, havarilerin kimler olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.

Birinci görüş: İsa (aleyhisselâm). onlar balık avlarlarken, onların yanına gelmiş ve onlara şöyle demişti: "Geliniz, insanları avlayalım." Onlar da, "Sen kimsin?" deyince, O, "Ben, Meryem oğlu İsa, Allah'ın kulu ve elçisiyim" dedi. Bunun üzerine onlar, bu iddiasına dair. bir mu'cize istediler. Hazret-i İsa da, mu'cize gösterince, ona iman ettiler... İşte bunlar, havarilerdir.

Hazret-i İsa'nın, Küçüklüğünde Boyacının Yanında Çalışması

İkinci görüş: Âlimler şöyle demişlerdir: Annesi Meryem, İsa'yı bir boyacıya verdi. Boyacı ona bir şey öğretmek istedğinde (gördü ki) o, bunu ondan daha iyi biliyordu. Boyacı, bazı isteri sebebiyle işyerinden ayrılmayı ister ve O'na "Şurada birbirinden farklı elbiseler bulunmaktadır. Ben onların herbirisine belli şekil ve alâmetler çizdim. Ben döndüğümde bu işler tamamlanmış olacak şekilde, sen bu elbiseleri şu boyalarla boya..." der ve ayrılıp gider. Sonra Hazret-i İsa bir küp su kaynatarak, bütün elbiseleri onun içine basar; ve, "Allah'ın izniyle, istenildiği gibi olunuz.." der. Derken boyacı geri döner ve yaptığını ona haber verir. Bunun üzerine boyacı, "Bütün elbiseleri mahvettin!" der.. Hazret-i İsa ise, "Kalk ve bak., (bakalım öylemi?)" der. Böylece boyacı, istediği biçimde kırmızı, yeşil, sarı elbiseler çıkarmaya başlar.. Ve, bütün elbiseleri, istemiş olduğu renklere boyanmış olarak oradan çıkarır.. Orada bulunanlar ise buna hayret ederler ve O'na iman ederler.. İşte, havariler bunlardır.

Havarilerin Gördüğü Bazı Mu'cizeler

Üçüncü görüş: Havariler, Hazret-i İsa'ya tâbi olan oniki kişiydiler. Onlar, "Ey Allah'ın ruhu, acıktık!" dediklerinde, Hazret-i İsa elini yere vuruyor, bunun üzerine her bir havari için iki ekmek çıkıyordu. Susadıkları zaman, "Ey Rüsullah, biz susadık!" diyorlardı. Bunun üzerine Hazret-i İsa elini yere vuruyor, derken yerden su çıkıyor, onlar da su içiyorlardı. İşte bunun üzerine, "İstediğimiz zaman bizi yediriyor, istediğimiz zaman da bize içecek veriyorsun.. Bizden daha faziletli kim olabilir?.. Biz sana iman ettik!" deyince, Hazret-i İsa, "Sizden daha efdal olan, eliyle çalışıp da kendi emeğinden yiyen kimsedir" buyurdu. Bu söz üzerine onlar elbise yıkamaya başladılar ve bundan dolayı da havari diye isimlendirildiler.

Dördüncü görüş: Bunlar hükümdar idiler. Bu görüşte olanlar şöyle dediler: Bu böyle olmuştur; çünkü hükümdarlardan birisi bir ziyafet hazırlayıp halkı davet etti. Hazret-i İsa da bir tabaktan yemek yiyor, ama O'nun yemeği hiç bitmiyordu. Bunun üzerine bu olayı O krala anlatınca O, "Onu tanıyorsunuz değil mi?" dedi. Onlar da, evet, dediler. Hep beraber Hazret-i İsa'nın yanına gittiler.

Melik ona, "Sen kimsin?" deyince, Hazret-i İsa, "Ben, Meryem oğlu İsa'yım" dedi.

Bunun üzerine hükümdar da, "Mülkümü bırakarak sana tâbi oluyorum" dedi ve bütün akrabalarıyla beraber Hazret-i İsa'ya tabi oldu ki, işte havariler bunlardır.

Kaffal şöyle demiştir: Bu oniki havarinin bir kısmı hükümdar, bazısı balıkçı, bazısının da çamaşırcı olması mümkündür; aynı zamanda hepsi de, Hazret-i İsa'nın yardımcısı ve O'nu sevme, O'na itaat etme ve O'na hizmet etme hususunda son derece ihlaslı ve samimi oldukları için, havarî olarak isimlendirilebilirler.

Üçüncü Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesinden maksat, "Biz Allah'ın dininin ve peygamberlerinin yardımcılarıyız" demektir. Çünkü hakiki anlamda, Allah'ın bizzat kendisine yardım etmek imkânsızdır. Binâenaleyh, "Biz, Allah'ın yardımcılarıyız" ifâdesinden maksat, bizim söylediğimiz şeydir.

Hak teâlâ'nın, "Allah'a inandık" buyruğuna gelince bu, illet ve sebep yerine, geçen bir ifâdedir. Buna göre mânâ, "Allah'a iman etmiş olmanız sebebiyle, bizim Allah'ın yardımcıları olmamız gerekir. Çünkü, Allah'a iman etmek, O'nun dinine yardım etmeyi, dostlarını savunmayı ve düşmanlarıyla savaşmayı gerektirir" şeklindedir.

Daha sonra onlar"Sen de şahit ol ki, biz muhakkak müslümanlanz" demiştir. Bu böyledir, çünkü onların Hazret-i İsa'yı kendi üzerlerine şahit tutmaları, aynı zamanda Allah'ı şahit tutmak demektir. Sonra bu ifâde hakkında şu iki açıklama yapılmıştır.

a) Bu cümleden maksat, "Senin bizden, sana yardım ve seni müdafaa hususundaki talebine boyun eğdiğimize ve bu konuda Allah'ın emrine teslim olduğumuza şahit ol" demektir.

b) Bu, onların dininin İslâm ve İslâm'ın bütün peygamberlerin (aleyhisselâm) dini olduğuna denir, havarilerin yapmış olduğu bir ikrar ve itiraftır.

Bil ki onlar, Hazret-i İsa'yı iman ettikleri ve müslüman oldukları hususuna şahit tuttukları zaman, Allah'a yalvarıp yakararak "Ey Rabb'imiz, senin indirdiğin (o Kitaba) inandık, o peygambere de tâbi olduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz" demişlerdir. Bu böyledir; çünkü havariler, birinci cümlede, yani "Allah'a iman ettik" dedikleri zaman Allah'a; "Senin indirdiğin (o kitaba) inandık" dediklerinde, Allah'ın kitaplarına; "O peygambere de tâbi olduk " dediklerinde de, Allah'ın resulüne iman etmiş ve bundan dolayı, Allah'a yakınlaşmayı ve O'nun sevabını elde etmeyi isteyerek, "Artık bizi şahitlerle beraber yaz" demişlerdir. İşte bu ifâde, şahit olanların, havarilerden daha üstün ve onların derecelerinin de onlarınkinden daha ileri olmasını iktiza eder. İşte bu konuda müfessirler bazı açıklamalar yapmışlardır:

a) İbn Abbas"Şahitlerle beraber" tabirinin manası, "Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O'nun ümmetiyle beraber..." demektir. Çünkü, şehâdeti yerine getirmesi istenenler Hazret-i Muhammed ve O'nun ümmetidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Böylece sizi ömek (vasat) bir ümmet yapmışızdır; insanlara karşı şahitler olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize bir şahit olsun diye..." (Bakara. 143) buyurmuştur.

b) Bu da, İbn Abbas'tan nakledilmiştir. Buna göre, "Artık bizi şahitlerle beraber yaz..." demek, "Bizi peygamberler zümresi içine yaz" demektir. Çünkü her peygamber, kavmine şahittir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Kendilerine gönderilenlere elbette soracağımız gibi, onlara gönderilen resullere de muhakkak soracağız" Araf, buyurmuştur. Allahü Teâlâ da onların dualarını kabul etmiş; onların herbirini nebî ve resul yapmış, böylece de onlar ölüleri diriltmiş ve Hazret-i İsa'nın yapmış olduğu her şeyi yapmışlardır.

c) "Bizi şahitlerle beraber yaz" duası "Bizi, senin birliğine ve peygamberlerin doğruluğuna şahadet edenler zümresinin içinde yaz" mânâsındadır. Bu ifâdeden maksat şudur: Havariler, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'yı kendilerinin müslümanlığına, "Sen de şahit ol ki biz muhakkak müslümanlanz" diyerek şahit tutunca, işi te'kid ve takviye etmek için Allah'ı da şahit tutmuşlardır. Yine onlar, Allah'ın birliğine ve peygamberlerin nübüvvetine şahadet eden her mü'minin alacağı mükâfaat kadar, Allah'tan mükâfaat istemişlerdir.

d) "Bizi şahitlerle beraber yaz" sözü, iyilerin amel defterlerinin ancak göklerde meleklerin yanında olacağına işarettir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Gerçekten iyilerin amel kitapları, hiç şüphesiz illiyyîndedir." (Mutaffıfin, 18) buyurmuştur. Allahü teâlâ, onların adını, mü'min şahitlerle beraber yazınca, onların bu nâmı, Mele-i A'la ve mukarreb melekler yanında meşhur olmuştur.

e) Allahü teâlâ, "Allah, kendinden başka hiçbir tanrı olmadığına şahadet etti. Melekler ve ilim sahipleri de..." (Âl-i imran, 18) buyurarak, ilim sahiplerini de şahitlerden saymış ve onların adını kendi adıyla birlikte zikretmiştir. İşte bu büyük bir derece ve yüce bir mertebedir. Bundan dolayı havariler de, "Bizi şahitlerle beraber yaz" yani "Bizi, adlarını adınla beraber zikrettiğin o kimselerden kıl" demişlerdir.

f) Cebrail (aleyhisselâm), Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e "ihsân"ın ne demek olduğunu sorduğunda O, "Sanki Allah'ı görüyörmüşsün gibi O'na ibadet etmendir" Buhâri, İman, 37. buyurdu. İşte bu, ubûdiyyetle meşgul olmada insanın ulaşabileceği son noktadır. Bu da, kulun "gaybet" makamında değil, "şuhûd" makamında olmasıdır. İşte bu havariler, istidlal hususunda mükemmelliğe ulaşınca, bu "istidlal" makamından "şuhûd ve mükâşefe" makamına yükselmek istemişler ve "Bizi, şâhidlerle beraber yaz" demişlerdir.

g) Allah'ı müşahede etme makamında bulunan kişi kendisine gelen çeşitli güçlük ve elemlere aldırış etmez. Binâenaleyh havariler, Hazret-i İsa'ya yardım edip, ona yardım ve onu korumayı üstlerine alınca, "Bizi, şâhidlerle beraber yaz" yani, "Bize gelecek çeşitli güçlük ve meşakkatlere aldırış etmemiz için, bizi celâlini müşahede eden kimselerden kıl! İşte o zaman peygamberine yardım için verdiğimiz sözü hakkıyla yerine getirmemiz kolaylaşır" demişlerdir.

Yahudilerin Hazret-i İsa'ya Tuzak Hazırlamaları

Sonra Cenâb-ı Allah "(Yahudiler) hileye saptılar, Allah da onların hilelerine ceza verdi Allah hilekârları cezalandıranların en hayırlısıdır" buyurmuştur. Bu tabirle ilgili bazı meseleler bulunmaktadır:

Birinci Mesele

"Mekr" kelimesinin Arapça'daki asıl manası, "gizlice ve karanlıkta fesat çıkarmaya uğraşmaktır.

Zeccâc, "Gecenin karanlığı ortalığı kapladığı zaman denilir" demiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Hani bir vakitler o kâfirler sana tuzak kuruyorlardı (mekr)" (Enfal 30) ve "O (Yusuf'un kardeşleri) hile (mekr) yaparak İşleyecekleri işi kararlaştırırlarken sen yanlarında değildin" (Yusuf, 102) buyurmuştur.

Bu kelimenin asıl mânasının, "bir şeyin toplanması ve sağlarr yapılması" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Etine dolgun kadına denilir. Reyi sağlamlaştırmaya "icma" ve "cem"'de denilir. Nitekim Cenâb-ı Hak "Siz ve ortaklarınız artık toplanıp işinizi kararlaştırın" (Yunus. 71) buyurmuştur. İşte bu sebeple mekr, sağlam olup eksiklik ve gevşekliklerden uzak, muhkem bir görüş manasına olduğu için bu şekilde adlandırılmıştır.

Allahü teâlâ'nın Mekrinin Mânası

Onların, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya karşı yaptıkları hile, onların onu öldürmek istemeleridir. Allahü teâlâ'nın onlara karşı "mekr"i hususunda ise şu izahlar yapılmıştır: Birinci izah: Allah'ın onlara mekri, İsa (aleyhisselâm)'yı göğe kaldırmastdır. Bu böyledir. Çünkü yahudilerin kralı olan bir yahudi, İsâ (aleyhisselâm)'yı öldürmek istedi. Cebrail (aleyhisselâm) ise Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın yanından hiç ayrılmıyordu. İşte, "O, (İsa'yı) Ruhul-Kudüs ile destekledik" (Bakara, 253) âyetinin manası budur. Yahudiler onu öldürmek istedikleri zaman, Cebrail (aleyhisselâm) O'na, tepesinde bacası bulunan bir odaya girmesini emretti. Onlar o odaya girdiklerinde, Cebrail (aleyhisselâm) O'nu bacadan çıkarıp, onun şeklini bir başkasına verdi. Böylece onlar, bu insanı, (Hazret-i İsa diye) yakalayıp çarmıha gerdiler. Orada bulunanlar üç gruba ayrıldılar. Bir grup, "Allah aramızda idi, gitti"; bir başka grup, "O, Allah'ın oğlu idi", üçün grup ise, "O, Allah'ın kulu ve elçisi idi. Allahü teâlâ O'nu göğe yükseltmek suretiyle, ona ikramda bulundu" demişler ve her grup, ayrı bir cemaat olmuşlardır. Derken Hak teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i peygamber olarak gönderinceye kadar, kâfir olan ilk iki grup, mü'min olan üçüncü gruba baskın çıktı. Velhasıl diyebiliriz ki, Allah'ın onlara mekrinden murad, Hazret-i İsa'yı sema'ya ref edip, yahudilere, serlerini O'na ulaştırma fırsatı vermemesidir.

İkinci izah: Havariler, oniki kişi idiler ve bir evde toplanmışlardı. İçlerinden birisi münafıklık yapıp, yerlerini yahudilere bildirdi. Bunun üzerine Allahü teâlâ da onu, aynen Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya benzetti ve Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ı da göğe yükseltti. Yahudiler, o münafığı Hazret-i İsa diye yakalayıp öldürdüler ve çarmıha gerdiler. İşte Allah'ın onlara olan mekri budur.

İbn İshâk şunu anlatmıştır: "Hazret-i İsa (aleyhisselâm) göğe kaldırıldıktan sonra yahudiler havarilere işkence yaptılar

Üçüncü izah: Muhammed, kızgın güneş altında tutarak onlara azab ettiler. Havariler, yahudilerin elinden çok çektiler. Bu durum, Roma İmparatoruna ulaştı. Yahudilerin başlarındaki idareci Roma'ya bağlı olan bir hükümdar idi. Ona, "İsrailoğullarından emrin altındaki insanların birisi, onlara Allah'ın peygamberi olduğunu söylüyor, ölüleri diriltip körler ile alaca hastalığına tutulmuş olanları iyileştirdiğini gösteriyordu. Derken onu öldürdüler" denildi. Bunun üzerine o, "Eğer bunu bilseydim, yahudiler ile onun arasına girerdim (öldürmelerine mâni olurdum)" dedi ve havarilere adam gönderip onları yahudilerin elinden kurtardı. Havarilere Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'yı sordu. Onlar da ona herşeyi anlattılar. Böylece o hükümdar onların dinine girdi ve çarmıha gerileni indirip toprağa gömdürdü. O çarmıhı alıp, ona kıymet vererek sakladı. Daha sonra İsrailogullarıyla savaşıp, onlardan bir çok insan öldürdü.

Böylece hristiyanlığın temeli Roma İmparatorluğunda zuhur etmiştir. Bu imparatorun ismi "Tabâris" idi. O hristiyan oldu, fakat bunu açıklamadı. Daha sonra ismi Matlis" olan başka bir imparator geldi ve Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın göğe kaldırılmasının kırkıncı yılında Beyt-i Makdis'teki yahudilerle savaşıp bir kısmını öldürürken bir kısmını esir aldı. Kudüs şehrinde taş üstünde taş bırakmadı. İşte bu zaman, yahudilerin Kureyza ve Nadir kabileleri Hicaz bölgesine hicret etmişlerdi. Bütün bunlar Allah'ın, Hazret-i İsa'yı yalanlamalarına ve O'nu öldürmek istemelerine karşı onlara verdiği cezalardır.

Dördüncü izah: Allahü teâlâ o yahudilerin üzerine İran Pers hükümdarını musallat etti de o onları öldürdü veya esir aldı. İşte 'Çok çetin bir kuvvete sahip olan kullarımızı üzerinize musallat kıldık" (isra. 5) âyetinde de beyan edildiği gibi, Allah'ın onlara karşı mekri budur.

Beşinci izah: Bundan muradın şu mananın olması da muhtemeldir: Onlar, Allah'ın emirlerini gizleme ve dinini iptal etme hususunda hileler kurdular. Allahü teâlâ da dinini yüce kılıp, şeriatını ortaya koyup Allah düşmanı olan yahudilere, zillet ve alçaklık verip perişan ederek hile ve mekrde bulunmuştur. Allah en iyi bilendir.

Üçüncü Mesele

"Mekr", birisine şer ve kötülük ulaştırmak için çareler aramaktan ibarettir. Allah için, hile kurup çare araması düşünülemez. Allah hakkında kullanılan "mekr" kelimesi, müteşabth lafızlardan olmuş olur. Alimler bu lafzın te'vili ve tefsiri hususunda şunları söylemişlerdir:

a) Allahü teâlâ, mekr ve hileye karşı verdiği cezaya da "mekr" demiştir. Bu, tıpkı 'Kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür" Şura. âyetinde olduğu gibidir. Cenâb-ı Allah hud'a ve tuzak kurmaya karşı verdiği cezayı "hud'a", istihzaya karşı verdiği cezayı da "istihza" olarak ifade etmiştir.

b) Allah'ın onlara yaptığı muamele, mekr'e benzediği için, bu ismi almıştır.

c) Bu lafız, müteşâbihattan değildir. Çünkü bu, mükemmel ve sağlam tedbir manasınadır. Sonra örfte, başkalarına bir şer ulaştırmak için alınan tedbir manasına kullanılmıştır. Bu mana, Hak teâlâ hakkında imkansız değildir. Allah en iyi bilendir.

54 ﴿