55"O zaman Allah şöyle dedi: "Ey İsa, şüphesiz seni öldürecek olan benim; seni kendime yükseltip kaldıracak, inkâr edenlerin içinden tertemiz çıkaracak ve sana tâbi olanları Kıyamet gününe kadar inkâr edenleri üstünde tutacak da (benim). Sonra dönüşünüz (de) yalnız bana olacaktır. İşte (o zaman), aranızda ihtilaf ettiğiniz şeylerin hükmünü ben vereceğim" . Bu âyet hakkında birkaç mesele bulunmaktadır: Birinci Mesele Âyetin başındaki edatının âmili, bir önceki âyetin sonundaki sözüdür. Yani, "Bu ilâhî hile, Allah şu sözü söylediğinde kurulmuş idi" demektir. Bunun takdirinin .. "Bu iş, Allah şöyle şöyle dediğinde olmuştu" şeklinde olduğu da söylenmiştir. İkinci Mesele Onlar, Allahü teâlâ'nın bu âyette, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'yı birtakım sıfatlarla şereflendirdiğini kabul etmişlerdir: Buyruğunun İzahı Birinci sıfat: Hak teâlâ'nın"Şüphesiz seni öldürecek olan benim" buyruğudur. Bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'dan nakl ettiği, "Fakat vakta ki sen beni (içlerinden) aldın, üstlerinde ntgehban yalnız sen oldun" (Mâide. 117) sözüdür. Müfessirler, bu iki âyeti şu iki değişik şekilde izah etmeşilerdir: a) Âyette herhangi bir takdim veya tehir yapmaksızın onu zahirine göre mânalandırmak. b) Âyette bir takdim ve tehirin olduğunu kabul etmek. Birinci şeklin İzahı şu vecihler üzeredir: 1- "Şüphesiz seni öldürecek olan benim" sözünün mânası, "senin ömrünü tamamlayacak olan benim. Bunu tamamlayınca senin canını alırım. Onların seni öldürmelerine fırsat vermem, aksine seni semâma kaldırıp meleklerime yaklaştırır ve seni onların öldürmelerinden korurum" şeklindedir. Bu güzel bir te'vildir. 2- demek, "seni öldüren benim" mânasındadır. Bu görüş, İbn Abbas (radıyallahü anh) ve Muhammed İbn İshâk'tan rivayet edilmiştir. Onlar şöyle demişlerdir: "Bundan maksat, onun yahudi düşmanlarının, O'nu öldürmeye imkân bulamayacaklarıdır. Allah O'nu öldürmüş ve sonra göğe kaldırmak suretiyle şeref kazandırmıştır." Bu görüşte olanlar da şu üç izahı yapmışlardır: a) Vehb İbni Münebbih, "Allah, O'nun canını üç saatliğine almış ve sonra O'nu göğe kaldırmıştır" demiştir. b) Muhammed İbn İshâk, "Allah O'nun canını yedi saatliğine almış ve sonra O'nu dirilterek semâ'ya ref etmiştir" demiştir. c) Rebî İbn Enes ise şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, O'nu göğe kaldırırken canını almıştîr. Nilekim Cenâb-ı Hak, "Allah (ölenin) ölümü esnasında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını (canlarını) alır" (zümer, 42) buyurmuştur. 3- Âyetteki vâv harf-i cerleri, tertip (sıra) ifâde etmezler. Binâenaleyh âyet, Cenâb-ı Allah'ın, Hazret-i İsa'ya bu şeyleri yapacağını gösterir. Fakat nasıl ve ne zaman yapacağı hususları delile bağlıdır. Deliller de, Hazret-i İsa'nın canlı olarak göğe yükseltildiğini gösterir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "O (İsa) İnecek ve Deccâl'ı öldürecektir, Bu manada bazı hadisler için bkz. Tirmizi, Fiten, 54, 62 (4/506.515). İşte Allahü teâlâ bundan sonra onun canını alacaktır. 4- Bu, Ebu Bekir el-Vasıti'nin söylediği görüştür: "Bu ifâdeden murad şudur: "Şüphesiz ben seni, şehevî isteklerinden ve nefsinin nazlarından öldüreceğim..." Cenâb-ı Hak daha sonra da, "Ve sent, kendime yükselteceğim" buyurmuştur; çünkü Allah'ın dışındaki her şeyden fani olmayan bir kimse, marifetullah makamına ulaşamaz. Ve yine, Hazret-i İsa semâya yükseltilince, şehvetin, gazabın ve kötü huyların bulunmaması bakımından O'nun durumu, meleklerin durumu gibi olmuştur. 5- "Teveffî kelimesi, bir şeyi tam ve noksansız olarak almak anlamına gelir. Allahü Teâlâ, insanlardan bir kısmının hatırına, Allah'ın yükselttiği şeyin Hazret-i İsa'nın bedeni değil de ruhu olduğu fikrinin geleceğini bilince, Hazret-i İsa'yı ruhu ve bedenîyle bir bütün olarak göğe yükselttiğine delâlet etmesi için bu kelimeyi zikretmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar sana hiçbir şekilde zarar veremezler" (Nisa, 113) âyeti de bu açıklamanın doğruluğunu gösterir. 6- sözünün mânası, "Ben seni öldürülmüş gibi yapacağım" şeklindedir. Çünkü, Hazret-i İsa göğe yükseltilip, yeryüzündeki haberi ve izi kaybolup silinince, adeta ölü gibi olmuştur. Bir şeyin isminin, sıfat ve hususiyetlerinin ekserisinde, o şeye benzeyen bir şeye itlâk edilip, isim olarak verilmesi, caiz ve güzeldir. 7- "Teveffi"nin anlamı, kabzedip atmaktır. Nitekim Arapça'da "falanca dirhemlerimi, bana teslim etti ve ben o dirhemleri ondan teslim aldım" denildiği gibi denilir. Bazan (......) kelimesi, "alacağını tam aldı" mânasına gelir. Her iki ihtimale göre de, Hazret-i İsa'nın yeryüzünden alınıp gökyüzüne yükseltilmesi, onun için bir teveffî olur. Buna göre, eğer, "Bu izaha göre teveffî, Allahü Teâlâ'nın Hazret-i İsa'yı kendisine yükseltmesinin aynısı olur. Binâenaleyh, "ve, seni kendime yükselteceğim" ifâdesi, bir tekrar olmuş olur" denilirse, biz deriz ki: "Şüphesiz seni öldürecek olan benim" sözü, teveffinin tahakkuk ettiğine delâlet eder. Bu ise, içinde birçok nev'i bulunan bir cinstir. Bu nevilerden birisi ölüm, birisi de göğe yükseltmektir. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak bunun peşinden, "Ve, seni kendime yükselteceğim" deyince, bu onun nev'ini belirtme olup, bir tekrar olmaz. 8- Bu ifâdede, muzâfın düşmüş olduğunu takdir etmek.. Buna göre takdir, "Amellerini tastamam alacağım" manasında ve "amelini bana yükselteceğim" şeklindedir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Güzel kelimeler, ancak O'na yükselir" (Fâtır, ıo) âyeti gibidir. Bu âyetten muradı şudur: Allahü Teâlâ, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya tâat ve amellerini kabul edeceğini müjdelemiş, dinini yürütme ve şeriatını ortaya koyma hususunda düşmanlarından göreceği zorluk ve meşakkatlerin ecrinin yok olmayacağını, sevabının boşa gitmeyeceğini ona bildirmiştir. İşte, âyeti zahirî mânasına göre alanların yapmış oldukları izahın hepsi bundan ibarettir. İkinci şekil: Bu, âyet-i kerimede, bir takdim veya tehire ihtiyaç olmadığı halde, bir takdim ve tehirin gerekli olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: "Ve seni kendime yükselteceğim" ifâdesi, Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i İsa'yı diri olarak göğe kaldırdığını iktiza eder. Buradaki vâv harf-i cerri bir tertip ifâde etmez. Binâenaleyh, bunda bir takdim ve tehirin bulunduğunu söylemekten başka bir çare kalmıyor. Buna göre mana, "Seni kendime yükselteceğim, seni kâfirlerden kurtarıp temizleyeceğim ve seni dünyaya indirdikten sonra, seni öldüreceğim" şeklinde olur. Kur'ân-ı Kerim'de bu gibi takdim ve tehirler çokça bulunmaktadır. Bil ki, bu sunmuş olduğumuz (önceki) birçok izah, âyetin zahirine muhalefet etmemize mâni olup, buna ihtiyaç bırakmaz. Allah en iyisini bilendir. İkinci sıfat: Allahü Teâlâ'nın"Ve seni kendime yükselteceğim" ifadesidir. Müşebbihe, Allah'ın bir mekânda ve bu mekânın da semâ da bulunduğu şeklindeki görüşünü isbat hususunda bu âyete tutunmuştur. Biz, bu kitabın birçok yerinde kafi birçok delil ile, Allahü Teâlâ'nın bir mekânda bulunmasının imkânsızlığını göstermiştik. Binâenaleyh, bu ifâdeyi te'vil etmek gerekir. Bu da, birkaç şekilde olur: a) Bu ifâdeden murad, "Seni, keramet ve ikramımın mahalline, bulunduğu yere kaldıracağım" mânâsıdır. Allahü Teâlâ bunu, tefhîm ve tazîm sebebiyle, kendisine yükseltmek gibi kabul etmiştir. Bunun bir benzeri de, "Ben, dedi muhakkak ki Rabb'ime gidiciyim" (Saffat. 99) âyetidir. Bunu söyleyen İbrahim (aleyhisselâm) ancak, Irak'tan Şam'a gitmiştir. Bazan sultan, "Bu emri kadıya ref edin, yükseltin!" der. Hacılar, "Allah'ın ziyartçileri"; (Ka'be'ye) komşu olanlar da, "Allah'ın komşuları" diye isimlendirilir. Bütün bunlardan murad, bütün bu şeyleri yüceltmek ve tazimdir. Burada da böyledir. b) Bu ifâdenin mânası şöyle olabilir: "Hazret-i İsa (aleyhisselâm), kendisi hakkında, Allah'tan başka hiç kimsenin nükmedemiveceği bir mekâna yükseltilir." Çünkü yeryüzünde, insanlar (zahiren) çok muhtelif hükümleri üstlenip, icra ederler. Göklerde ise, gerçekte de, zahirde de Allah'tan başka hiçbir hâkim bulunmamaktadır. c) Allahü Teâlâ'nın bir mekânda bulunduğunu farzetmemiz halinde, Hazret-i İsa'nın bu mekâna yükseltilmesi, onun faydalanmasına ve sevinmesine bir sebep olmaz. Bilakis o, bu mekânda, eğer orada arzu ettiği sevap, rahmet, rahat ve rızık olursa, bu yükseltilmeden istifade etmiş olur. Bu her iki görüşe göre de, âyetin lafzını, "Seni, sevap ve amellerinin karşılığını göreceğin bir yere, bir makama yükselteceğim" mânasına hamletmek gerekir. Zikrettiğimiz bu mânanın takdir edilmesi gerekince, âyette Allah için bir mekânın söz konusu olduğuna delâlet eden hiçbir şey kalmaz. Üçüncü sıfat: Allahü Teâlâ'nın "Seni İnkâr edenlerin içinden tertemiz çıkaracağım..."cümlesidir. Bu, "Seni onların arasından çıkaracağım, seninle onların arasını fasledeceğim, ayıracağım" mânasına gelir. Allahü Teâlâ Hazret-i İsa'yı kendisine yükselteceğini söylemekle onun şerefinin yüceliğini gösterdiği gibi, onu inkâr edenlerin içinden çekip almayı, kurtarmayı da tathîr (temizlemek) lafzıyla beyan etmiştir. Bütün bunlar, Allah katında Hazret-i İsa'nın mertebesinin çok yüce ve makamının da çok üstün olduğuna delâlet etmektedir. Dördüncü sıfat: Allahü Teâlâ'nın"Ve sana tâbi olanları Kıyamet gününe kadar, küfredenlerin üstünde tutacağım..." buyruğudur. Bu ifâdenin iki izahı bulunmaktadır: a) Bunun mânası şudur: İsa (aleyhisselâm)'nın dinine tâbi olanlar, Kıyamet gününe kadar, kahr, hakimiyyet ve hükümranlık vasıtasıyla Hazret-i İsa'nın dinini inkâr edenlerin üstünde olacaklardır. Binâenaleyh bu, yahudilerin Kıyamet gününe kadar zelil ve makhur olacaklarını haber vermektedir. Mesih (aleyhisselâm)'e tâbi olanlara gelince onlar, onun Allah'ın kulu ve resulü olduğuna inananlardır. İslâm geldikten sonraysa, onlar müslümanlardır. Hristiyanlar ise, her ne kadar kendilerinin Hazret-i İsa'ya muvafakat ettiklerini söylüyorlarsa da, aklın sarih delâleti, Hazret-i İsa'nın bu cahillerin söylemiş olduğu hiçbir şeye razı olmayacağına şehâdet ettiği için, bu kimseler Hazret-i İsa'ya karşı son derece muhalefet etmektedirler. Bununla beraber biz, dünyada, hristiyanların devlet ve güçlerinin, yahudilerin durumundan daha üstün ve daha güçlü olduğunu görüyor; dünyanın hiçbir yerinde yahudi bir kral, yahudilerle dolu bir belde göremiyor; nerede olurlarsa olsunlar, zillet ve meskenet içinde bulunduklarını müşahede ediyoruz. Ama hristiyanların durumu bunun aksinedir. b) Âyette bahsedilen, "üstte bulunma"dan murad, hüccet ve delil bakımından üstünlüktür. Bil ki bu âyet, "Ve, seni kendime yükselteceğim" buyruğunda belirtilen yükseltilmenin, mekân ve cihet bakımından değil, derece ve şeref bakımından olduğuna delâlet eder. Nitekim bu son ifâdedeki üstünlük de, mekân itibariyle bir üstünlük olmayıp, aksine derece ve manevî bir üstünlük anlamına gelmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın, Sonra dönüşünüz (de) yalnız bana olacaktır. İşte (o zaman), aranızda ihtilâf ettiğiniz şeylerin hükmünü ben vereceğim" buyruğunun mânası şudur: Allahü Teâlâ Hazret-i İsa'ya dünyada iken bu şerefli hususiyetleri, yüce ve üstün mertebeleri vereceğini müjdelemiş. Kıyamette ise, O'na inananlar ile O'nun peygamberliğini inkâr edenler arasında hükmedeceğini haber vermiştir. Bu hükmedişin nasıl olacağı hususu, bu âyetten sonra gelen âyette açıklanmış olan husustur. Hazret-i İsa Yerine Başkasının Asılması Ve Bundaki Problemler Bu âyetin konularından müşkil bir mesele geriye kalmaktadır ki, o da şudur: Kur'ân-ı Kerim'in nassı ve ifâdesi, Allahü Teâlâ Hazret-i İsa'yı semaya yükselttiği zaman, "Fakat onlar onu öldürmediler, asmadılar da. Ama (öldürülen ve asılan adam) kendilerine (İsa) gibi gösterildi" (Nisa. 157) âyetinde de ifâde edildiği gibi, onun şeklini ve suretini bir başkasına vermiş olduğuna delâlet etmektedir. Bu hususta birçok haber de varid olmuştur; ama rivayetler farklıdır. Bazan, Allahü Teâlâ'nın, onu öldürüp çarmıha gersinler diye yahudilere Hazret-i İsa'nın yerini gösteren düşmanlardan birisini Hazret-i İsa'ya benzettiği; bazan da, İsa (aleyhisselâm)'nın, kendisine çok yakın olan arkadaşlarından birisini, kendi yerine öldürülsün diye, kendisine benzetilip yerine geçmeye teşvik ettiği rivayet edilmiştir. Velhasıl, nasıl olursa olsun, Hazret-i İsa'nın şeklinin ve şemâlinin bir başkasına verilerek onun Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya benzetilmesinde bazı problemler söz konusudur: Birinci problem: Bir İnsanın şeklinin başka bir insana verilebileceğini mümkün görürsek, bu bir safsatayı gerektirir. Ben çocuğumu görsem; sonra onu ikinci kez gördüğümde, bu ikinci kez gördüğüm çocuğun, benim çocuğum değil de, çocuğuma benzetilmiş bir başka insan olduğunu mümkün görmüş olurum. Bu durumda da, duyu organlarıyla hissedilen şeylere itimad ortadan kalkar. Ve yine, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendilerine emirler ve nehiyler verdiğini gören sahabenin, başkasının O'na benzetilmiş olabileceği ihtimalinden dolayı, onun Hazret-i Muhammed olup olmadığını bilmemeleri gerekirdi... Bu ise, şeriatların yok olması neticesine götürür. Yine, mütevâtir haberlerde asıl olan, o şeyi ilk haber verenin, onu bizzat görüp duyduğu bir şey olarak haber vermesidir. Görülen şeylerde hata edilebileceği mümkün görülürse, mütevâtir haberin sakıt olması evlâ bir şey olur, . Kısaca, bu kapının açılışının başı safsata; neticesi de, peygamberliklerin tamamını geçersiz kılmak olur. İkinci problem: Allahü Teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm)'e çoğu durumda Hazret-i İsa'yla beraber olmasını emretti.. "Hani ben seni Cebrail ile desteklemiştim" (Maide, 110) âyetinin tefsirinde müfessirler böyle söylemişlerdir. Hem sonra, Cebrail (aleyhisselâm)'in kanatlarından bir tek kanadının kenarı dahi, bütün insanlara karşı kâfi gelirdi.. Nasıl olur da, Hazret-i İsa'y' bu yahudilere karşı koruyamamış olsun? Ve yine, Hazret-i İsa (aleyhisselâm) ölüleri diriltmeye, anadan doğma kör ve alacalı hastaları iyi etmeye gücü yetiyorken, kendisi için kötülük düşünen bu yahudileri, kendisine sataşamasınlar diye öldürmeye, onları hasta etmeye, müzmin dertlere müptelâ kılıp felç etmeye nasıl güç yetirememiştir? Üçüncü problem: Allahü Teâlâ, Hazret-i İsa'yı, göğe kaldırmak suretiyle bu düşmanlardan kurtarabilirdi. Binâenaleyh, bir başkasını ona benzetmenin faydası nedir ki? Bu, bir zavallıyı boş yere öldürtmek değil midir? Dördüncü problem: Hak teâlâ, bir başkasını Hazret-i İsa'ya benzetip, bundan sonra Hazret-i İsa'yı göğe yükseltince o yahudi topluluğu, Hazret-i İsa olmadığı hâlde, o adamın Hazret-i İsa olduğuna inanmışlardır. Binâenaleyh bu, onları bilgisizleştirip, akıllarını karıştırmaktır. Böyle bir şey ise, Allah'ın hikmetine uygun değildir. Beşinci problem: Hristiyanlar, yeryüzünün doğusunda ve batısında çokça olmalarına; Hazret-i İsa'yı son derece sevmelerine ve onun hakkındaki aşırılıklarına rağmen, Hazret-i İsa'nın öldürüldüğünü ve çarmıha gerilmiş olduğunu müşahede ettiklerini bildirmişlerdir. Eğer biz bunu inkâr edersek, tevatürle sabit olmuş olan bir hususu ta'n ve tenkid etmiş oluruz. Tevatür itasabit olanı ta'n etmek ise, Hazret-i Peygamberin ve Hazret-i İsa'nın peygamberliklerini; hatta onların ve diğer peygamberlerin varlıklarını dahi tenkit ve reddetmeyi iktiza eder... Bütün bunlar İse bâtıldır. Altıncı problem: Tevatürle sabit olduğuna göre, çarmıha gerilen kimse, uzun bir süre hayatta kalabilir. Eğer, çarmıha gerilen Hazret-i İsa değil de bir başkası olsaydı, o bağırır çağırır, "Ben İsa değilim. Ben ondan başka birisiyim!.." der ve bunu anlatabilmek için her şeyi yapardı. Eğer o çarmıha gerilen kimse bunları söylemiş olsaydı, bunu herkes duyardı.. Böyle bir şey mevcut olmadığına göre, durumun sizin söylediğiniz gibi olmadığını anlamış oluruz. İşte, bu konudaki başlıca problemler bunlardır.. Birinciye cevap: Kadir ve ihtiyar irâde sahibi bir Ma'budun olduğuna inanan herkes, Allahü Teâlâ'nın, meselâ Zeyd'e benzeyen başka bir insanı yaratmaya kadir olduğunu kabul eder. Sonra bu benzetmenin mümkün olması, zikredilen şüpheye düşülmesini de gerektirmez. Zikrettiğiniz hususlara karşı söylenecek söz budur. İkinciye cevap: Eğer Cebrail (aleyhisselâm) İsa (aleyhisselâm)'yı düşmanlarına karşı korusaydı, vehayut da Allahü Teâlâ İsa (aleyhisselâm)'ya düşmanlarını kendisinden uzaklaştırma gücü verseydi, o zaman O'nun mu'cizesi ilcâ" (zorlama, imana girmeye mecbur bırakma) sınırına ulaşmış olurdu ki, bu caiz değildir. Bu, aynı zamanda üçüncü probleme de cevaptır. Çünkü Allahü Teâlâ, eğer İsa (aleyhisselâm)'yı. başkasını ona benzetmeksizin, göğe kaldırsaydı bu mu'cize de "ilcâ" sınırına ulaşmış olurdu. Dördüncüye cevap: Hazret-i İsa'nın talebeleri, orada bulunuyor, bu hadisenin içyüzünü biliyor ve onlar bu karışıklığı izâle edip gideriyorlardı (Yani, durumu anlatıyorlardı). Beşinciye cevap: Bu esnada orada hazır bulunanlar, az sayıda idiler. Az bir topluluğa şüphenin arız olması mümkündür. Binâenaleyh, mütevâtir haber başlangıç itibariyle az bir topluluğa dayanıyorsa, bu ilim ifâde etmez. Altıncıya cevap: Hazret-i isa (aleyhisselâm)'ya benzetilen kimsenin bir müslüman olması ve bunun da Hazret-i Isa tarafından kabul edilmiş olduğunun farzedilmesi halinde, bu kimsenin bu hadisedeki gerçek durumu anlatmayıp susmuş olması mümkündür. Netice olarak, onların öne sürmüş oldukları sorular, kimi yönlerden ihtimal dahilinde olan hususlardır. Kafi ve kesin mu'cizeler ile, Hazret-i Muhammed'in, haber verdiği her hususta sıdk u doğruluğu sabit olunca, bu muhtemel hususların kesin nassa muarız ve aykırı olması imkânsızdır. Allah, hidâyete ileten velîdir, dosttur. |
﴾ 55 ﴿