56

"İnkâr edenlere gelince, ben onları dünyada da, âhirette de en çetin bir azap ile azarlandıracağım. Onların hiçbir yardımcısı olmayacaktır"

Bil ki, Hak teâlâ, "Sonra dönüşünüz (de) yalnız bana olacaktır. İşte (o zaman), aranızda ihtilâf ettiğiniz şeylerin hükmünü ben vereceğim" (Âl-i İmran, 55) buyurunca, bunun peşinden geniş bir şekilde bu ihtilâfın ne olduğunu beyân etmiştir. Buna göre bu ihtilâf, bir topluluğun inkâr etmesi, diğerlerinin de iman etmesidir. Küfreden kimseler hakkındaki hükme gelince, bu Allah'ın o kimseyi hem dünyada, hem de âhirette şiddetli bir şekilde azâplandırması, cezalandırmasıdır. İmân edip salih ameller işleyen kimseler hakkındaki hükmü ise, onlara ecir ve mükâfâatlarını tastamam vermesidir. Kâfirin dünyadaki azabı, iki yöndendir:

Bu âyette birkaç mesele bulunmaktadır:

Kâfire Dünya Hayatında Verilen Azap Hakkında

a) Öldürülmek, esir edilmek, vb. şeyler ile.. Eğer o kimse küfrü terketseydi, bu şeyleri ona tatbik etmek uygun olmazdı.. İşte bu, dünya azabına dahil olurdu.

b) Kâfire arız olan hastalıklar ve musibetler.. Âlimler, bunların bir ceza olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimler, "Bu, kâfir hakkında bir cezadır; ama bir benzeri mü'minin başına geldiği zaman, bu ceza olmaz, bilâkis bir imtihan ve sınama olur" demişlerdir.

Hasan el-Basrî ise şöyle demiştir: "Benzeri musibetler kâfirin başına geldiğinde, bu bir ceza olmaz. Aksine, bir imtihan ve sınama olur ve tevbe edenlere uygulanan hadler (şer'î cezalar) yerine geçer. Çünkü o bir ceza değil, aksine bir imtihan olur. Bunun delili, Allahü teâlâ'nın bu gibi şeylere sabretmeye, rıza göstermeye ve boyun eğmeye karşılık herkese mükâfaat vaadetmiş olmasıdır. Bu durumda olan bir şey, bir ceza olmaz.

Eğer, "Siz birinci izahınızda bunların, kâfirin küfrüne karşılık bir azap olduğunu söylediniz. Bu ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı" (Nahl, 61) âyetinin hilâfına bir durumdur. Bu âyetteki "Eğer" kelimesi, ceza (netice) olmadığı için, şartın da bulunmadığını gösterir. Bu sebeple, dünyada iken muaheze etmenin söz konusu olmaması gerekir. Yine Cenâb-ı Hak, "Bugün herkese kazandığının karşılığı verilecektir" (Mümin, 17) buyurmuştur. Bu da, cezalandırmanın dünyada değil de, Kıyamet günü olacağını ifâde eder" denilir ise; deriz ki: İlahî cezanın dünyada iken meydana geleceğini gösteren âyet hususîdir. Sizin zikrettiğiniz âyetler ise umumidir. Husûsi olan delil, umûmî olandan önce nazar-ı itibara alınır.

İkinci Mesele

Bir kimse şöyle diyebilir: "Azabın "şiddet" ile vasfedilmiş olması, kâfirin dünyadaki cezasının daha şiddetli olmasını gerektirir. Halbuki biz durumun böyle olmadığını görüyoruz. Çünkü durum bazan kâfirlerin, bazan müslümanların aleyhine dönmektedir. Binâenaleyh bu bakımdan insanlar arasında bir fark görememekteyiz."

Buna karşı biz deriz ki: Bilâkis bu fark dünyada mevcuttur. Çünkü bu âyet-i kerime, Hazret-i İsa'yı yalanlayan yahudilerin durumunu beyân etmektedir. Biz onları zillet ve meskenetin bürüdüğünü görmekteyiz. Bu cevap ile, bu problem ortadan kalkar.

Üçüncü Mesele

Allahü teâlâ bu azabı, "kendilerine yardım edecek ve bunu kendilerinden uzaklaştıracak hiçbir yardımcı bulunmayan" bir azab olarak vasfetmiştir.

Eğer "Devlet başkanlarının ve mü'minlerin, ahd ve zımmîlik anlaşması sebebi ile kâfirleri öldürmeleri imkânsız değil midir?" denilirse, deriz ki: Bu öldürmeye mâni olan şey, aradaki ahd ve anlaşmadır. Binâenaleyh anlaşma sona erince kâfirin öldürülmesi helâl olur.

56 ﴿