64"De ki: Ey Ehl-i Kitap! Hepiniz, bizimle sizin aranızda müsavi olan bir kelimeye gelin" (yani) "Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım; Allah'tan başka birbirimizi rab edinmeyelim." Ama, yine yüz çevirirlerse deyin ki: "Şâhid olun, biz muhakkak ki müslüman olanlarız" . Bil ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Necrân hristiyanlarına çeşitli deliller getirmiş, bilahare onlar ayrılmışlar, daha sonra da onları mübaheleye davet etmişti. Fakat onlar mübahelenin neticesinden korkarak buna yanaşmayıp, cizye ödemek suretiyle müslümanlara boyun eğmeyi kabul etmişlerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onların iman etmeleri hususunda son derece istekli olunca, Allahü Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: Ey Muhammed, bu konuşma üslûbunu bırak; akl-ı selim ve temiz fıtrat sahibi olan herkesin, mücâdeleyi bırakma esası üzerine kurulmuş insaflı bir söz olduğuna şehadette bulunacağı bir başka metod ve üslûba geç ve, "Ey Ehl-i Kitap! Hepiniz, bizimle sizin aranızda müsavi olan bir kelimeye gelin: "Allah'tan başkasına tapmayalım..." de!.? Yani, "İfâde etmede birbirimize karşı insaflı olduğumuz, kimimizin kimine zulmetmeye meyletmediği bir kelimeye, (bir esasa) geliniz ki, bu da, "Ancak Allah'a tapmamız ve Ona hiçbir şeyi şirk koşmamamız" dır" demektir. İşte bu sözden murad budur. Şimdi lafızların tefsirine geçefim. Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey Ehl-i Kitap!" tabiri hakkında şu üç görüş zikredilmiştir: a) Bu ifâdedeki "Kitâb ehli" nden murad, Necrân hristiyanlarıdır. b) Bundan maksat, Medine yahudîleridir. c) Bu ifâde, her iki topluluğu da içine almaktadır. Bunun her iki grup hakkında nazil olduğuna şu husus da delâlet etmektedir: 1- Lafzın zahiri, iki topluluğa da şamildir. 2- Âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulü hakkında rivayet edilen şu husustur: Yahudiler Hazret-i Peygamber'e şöyle demişti: "Hristiyanların Hazret-i İsa'yı Rab edinmeleri gibi, bizim de, sadece seni Rab edinmemizi istiyorsun!..." Hristiyanlar da, "Ey Muhammed! Sen, yahudilerin Uzeyr (aleyhisselâm) hakkında söylemiş oldukları şeyi senin hakkında söylememizi istiyorsun" demişlerdi. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak da bu âyeti indirdi. Bana göre, doğruya en yakın olan, bu ifâdeyi Necrân hristiyanlarına hamletmektir. Çünkü biz, Hazret-i Peygamber'in önce onlara deliller getirdiğini, sonra da onlarla "mübâhele" istediğini; ama bu sırada insaflı olup mücadeleyi ve onları ilzam ederek susturmayı arzulamayı terke dayanan söze geçtiğini açıklamıştık. Bunun böyle olduğuna, Hazret-i Peygamberin burada onlara, Hak teâlâ'nın, "Ey kitap ehli!" sözüyle hitap etmesi de delâlet etmektedir. Bu isim, isimlerin en güzellerinden ve lakabların da en mükemmellerinden birisidir. Çünkü Cenâb-ı Hak onları, Ehl-i Kitap addetmiştir. Bunun bir benzeri de, Kur'ân'ı hıfzetmiş olan kimselere, "Ey, Allah'ın kitabının taşıyıcıları, (hâmilleri)"; müfessire de, "Ey Allah'ın kelâmının müfessiri!" denilmiş olmasıdır. Bu lakab, bunu söyleyenin, muhatabı yüceltme ve onun kalbini hoş tutmak hususunda ileri derecede bir mânayt kastettiğine delâlet eder. Bu ancak, insanın, hasmıyfa mücadele ettiği sırada, münakaşa ve çekişme yolunu bırakıp, insaf ve hakkaniyet yolunu tuttuğu zaman söylenilir. Cenâb-ı Hakk'ın "Celiniz" emrine gelince, bundan murad, her ne kadar bir yerden başka bir yere geçmek söz konusu olmasa dahi, çağırılmış oldukları şeyi belirlemeleri ve onu incelemeye yönelmeleridir. Çünkü bu lafzın aslı lafzından alınmıştır. Bu kelime de, alçak bir yerden yüksek olan başka bir yere yükselmek anlamını ifâde eder. Sonra, bu kelime çok kullanıldığı için, kendisine çağırılan şeye ve yere yönelme ve teveccüh etmeyi isteme mânâsına delâlet eder olmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın, tabirinin mânası, "ifâde etmede birbirimize insafsız davranmamızın söz konusu olmadığı; hiç kimsenin birbirine zulmetme meylinin bahis mevzu olamıyacağı bir kelimeye geliniz!" demektir. (......) kelimesi, adalet ve insaf demektir. Bu böyledir, çünkü "insafın hakikati, bir şeyin yarısını vermek, ortalamak demektir. Çünkü aklen vâcib olan, kişinin hem kendine, hem de başkasına zulmetmeyi terketmesidir. Bu da ancak, yarıyı vermekle, ortalamakla, ortayı gözetmekle mümkün olur. Binâenaleyh, kişi insaflı olur da zulmü bırakarak yarıyı o kişiye verirse, böylece kendisiyle başkası arasında eşit davranmış, böylece denge kurulmuş olur. Kişi zulmedip, başkasına verdiğinden daha fazlasını kendisine aldığı zaman, denge bozulur. Eşitlik, adalet ve insafın gereklerinden olduğu için, adetâ adaletin kendisi sayılmıştır. Zeccâc, âyetteki (müsavi) kelimesinin, "kelime" lâfzının sıfatı olduğunu söylemiştir. Cenâb-ı Allah bununla, "müsavi olan kelime" mânasını murad etmiştir. Buna göre Hak teâlâ'nın, tabiri "Âdil, dosdoğru ve aynı olan bir kelimeye gelin. Binâenaleyh o kelimeye gerek siz, gerek biz iman ettiğimiz zaman, eşitlik ve istikâmet üzere olmuş oluruz" demektir. Sonra Cenâb-ı Allah "Allah'tan başkasına tapmayalım" buyurmuştur. Bu hususta iki mesele vardır: Birinci Mesele Bu tabirin başındaki edatının dâhil olduğu cümlenin mahalli hususunda şu iki görüş vardır: a) Bu, mukadder bir (O, ) mübtedâsının haberi olarak merfûdur. Buna göre sanki birisi "O kelime nedir?" demiş de, cevaben "O, Allah'tan başkasına tapmamamızdır" denilmiştir. b) Bu cümlenin mahalli, âyetteki "kelime" lafzından bedel olarak mecrûrdur. Hristiyanların Müşrik Sayılmalarına Sebep Allahü teâlâ bu âyette şu üç şeyi zikretmiştir. 1- "Allah'tan başkasına tapmayalım"; 2- "Ona hiçbir şeyi eş tutmayalım"; 3- "Allah 'i bırakıp da, birbirimizi Rab edinmeyelim ". Allahü teâlâ, özellikle bu üç şeyi zikretmiştir, çünkü hristiyanlar bu üç işi bir arada olarak yapıyorlardı: Onlar, Allah'tan başkasına, yani Mesih İsa (aleyhisselâm)'ya ibâdet etmişler ve Allah'a onu eş tutmuşlardır. Bu böyledir, çünkü onlar, "Allah şu üç şeydir: Baba, oğul ve Ruhu'l-kudüs" demişler, böylece de kadîm ve eşit üç varlığın mevcut olduğunu söylemişlerdir. Biz onların, üç kadîm varlık olduğunu söylediklerini ifâde ediyoruz, çünkü onlar şöyle demişlerdir: "Kelime" uknumu Mesîh'in beşerîlik vasfına (nâsût); Rûhü'l-Kudüs uknumu (şahsı) da, Meryem'in beşerîlik vasfına (nâsût) bürünmüştür. Şayet bu iki uknum, müstakil iki zât olmasaydı, Baba'nın zâtından ayrılıp İsa ve Meryem'in beşerilik vasfına bürünmeleri caiz olmazdı. Onlar, müstakil üç ayrı zâtın varlığını kabul etmekle, muhakkak ki müşrik olmuşlardır. Onların, Allah'ı bırakarak âlimlerini ve zâhidlerini Rab edinmiş olduklarına şunlar da delâlet eder: Rab Edinmenin Mânâsı Nedir? a) Onlar, helâl ve haram kılma konusunda âlimlerine ve zahidlerine itaat ediyorlardı. b) Onlar, âlimlerine secdeye kapanıyorlardı. c) Ebu Müslim şöyle demiştir: "Onların mezhebine göre riyâzat ve mücâhede konusunda kâmil olan herkeste, ona lâhût (ilahîlik vasfı)'nın hulul ettiğinin eseri görülür; böylece de o kimse, ölüleri diriltebilir. Körleri ve alacalı hastaları iyileştirebilir. Onlar, böyle olan kimseye her ne kadar Rab demeseler bile, ne de olsa o kişi hakkında rubûbiyyet mânâsının tahakkuk ettiğini kabul ediyorlardı. d) Onlar, günahlar konusunda âlimlerine itaat ediyorlardı. Rubûbiyyetin mânâsı da ancak budur. Bunun bir benzeri de, "Hevâ (Ve hevesini) kendisine tanrı edinmiş kimseyi gördün mü?.." (Câsiye. 23) âyetidir. Böylece hristiyanların bu üç şeyi birden yaptıkları sabit olmuş olur. Bu üç şeyin bâtıl olduğu, akıl sahiplerince üzerinde ittifak edilmiş olan bir husus gibidir. Bu böyledir, çünkü Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'dan önce kendisine ibâdet edilen sadece Allahü teâlâ idi. Binâenaleyh durumun, Hazret-i İsa'nın zuhurundan sonra da aynı şekilde devam etmesi gerekir. Yine Allah'a ortak koşma da herkesin ittifakıyla bâtıldır. Hem, yaratıcı ve bütün nimetlerin mün'imi Cenâb-ı Allah olduğu için, helâl, haram, inkıyâd ve tâat hususunda, onların âlim ve zahidlerine değil, sadece Allah'a yönelmek gerekir. İşte bu üç durumun izahı böyledir. Daha sonra Hak teâlâ "Ama, yine yüz çevirirlerse deyin ki: "Şâhid olun, biz muhakkak ki müslüman olanlarız" buyurmuştur. Bu ifâde, "Eğer onlar kendi dinlerinde diretirlerse, siz "Biz muhakkak ki müslüman olanlarız" deyiniz, yani, kendinizin bu din üzere olduğunuzu ortaya koyun, fakat sizden başkalarını bu dine çekme kaydında olmayınız" demektir. Hazret-i İbrahim'in Yahudi ve Hristiyanlıkla Münasebeti |
﴾ 64 ﴿