69

"Ehl-i Kitab'tan bir zümre arzu etti ki, sizi bir şaşırtsalar.. Halbuki onlar kendilerinden başkasını şaşırtıp sapıtamazlar da, (bunun) farkına bile varamazlar" .

Bil ki, Allahü Teâlâ, Hak'tan sapmanın ve hüccetleri kabul etmemenin, ehl-i kitabın vazgeçmedikleri bir yol olduğunu beyân edince onların bu kadarla yetinmeyip, aksine Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinin peygamber olduğunu iddia ettiği halde, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa'nın peygamberliğini de kabul ediyor" şeklindeki sözleriyle, ona iman eden kimselerin kalbine şüpheler atıp, onları haktan saptırma hususunda ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını da açıklamıştır.

Yine Hazret-i Musa (aleyhisselâm), Tevrât'da şeriatının sona ermeyeceğini haber vermiştir. Yine, (yahudilere göre) neshin varlığını kabul emek, "bedâ" neticesine götürür. Bundan yani âyetten maksat, mü'minleri, yahudilerin sözüne kanmamaları hususunda uyarmaktır. Bu ifâdenin bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın Bakara süresindeki, "Ehl-i kitaptan bir çoğu, Hak kendilerine besbelli olduktan sonra, içlerindeki hasedden ötürü, sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek hevesine düştü" (Bakara, 109) âyetiyle, "Onlar, kendilerinin inkâr ettikleri gibi sizin de küfredip onlarla beraber olmanızı arzu ettiler" (Nisa, 89) âyetidir.

Bil ki buradaki, harf-i cerri bâziyyet ifade eder. Burada Cenâb-ı Hak ancak onların bir kısmını zikretmiş, bu hükmü onların hepsine teşmil etmemiştir. Çünkü onların içinde, iman etmiş olanlar da bulunmaktaydı. Allahü Teâlâ iman edenleri, "İçlerinde mutedil ve insaf sahibi olan bir zümre de vardır" (Maide, 66) ve "Ehl-i kitab'ın içinde kaim olan bir ümmet vardır ki, onlar gecenin saatlerinde secdeye kapanarak, Allah'ın âyetlerini okurlar" (Âl-i İmran, 113) diyerek medhü sena etmiştir.

Bu âyetin Muâz, Ammâr İbn Yasir ve Huzeyfe hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Çünkü, yahudiler bu şahısları kendi dinlerine davet etmişlerdi. Cenâb-ı Hak, "sizi saptırmak..." buyurmayıp da "Keşke sizi bir saptırsalar" buyurmuştur. Çünkü (......) edatı, temennî içindir. Zira, senin "keşke şöyle olsaydı" sözün, bir temenni ifâde etmektedir. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlardan her biri arzu eder ki, keşke bin yıl yaşatılsa.." (Bakara, 96) âyetidir.

Hak teâlâ sonra, "Halbuki onlar, kendilerinden başkasını şaşırtıp sapıtamazlar" buyurmuştur ki, bu da birtakım mânalara muhtemeldir:

a) Başkalarını saptırmaya yönelmiş olmalarından dolayı ilahî cezaya müstehak olmaları sebebiyle, onların kendi nefislerini helak etmeleri... Bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Onlar bize zulmetmemişler, ama kendi kendilerine zulmetmişlerdi" (Bakara, 57), "Onlar muhakkak ki, kendi yüklerini ve, o yükleriyle beraber daha nice yükleri de bizzat yüklenip taşıyacaklar..." (Ankebut, 13) ve "Çünkü onlar kıyamet gününde kendilerinin günah yüklerini eksiksiz taşıdıktan başka, saptırdıkları bilgisiz kimselerin veballerinden bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat et ki, onların yüklenecekleri bu yükler ne kötüdür" (Nahl, 25) âyetleri gibidir.

b) Onların kendilerini hidâyet ve hak bilgisinin haricinde bırakmaları.. Çünkü, hidâyetten uzaklaşan kimse, "sapıtmış" diye vasfedilir.

c) Onlar, mü'minleri saptırmak için ellerinden geleni yapıp, sonra mü'minler de onlara iltifat etmeyince, onların eli boşa çıkmış, bundan bir netice alamayarak hüsrana uğramışlardır. Çünkü onlar birşeye inanmışlar, daha sonra durum onların tasavvur ettiklerinin aksine ortaya çıkmıştır.

Daha sonra Hak teâlâ "(Bunun) farkına bile varamazlar, " Yani, "Bunun mü'minlere değil, kendilerine zarar verdiğini bilemezler" buyurmuştur.

Ehl-i Kitap, Hazret-i Peygamberi Bile Bile İnkâr Ediyor

69 ﴿