70"Ehl-i kitap, kendiniz görüp bilip dururken, Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?" . Bil ki, Allahü Teâlâ, Tevrât'da Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine delâlet eden delillerin farkında olmayan taifenin durumunu beyân edince, onların bu delilleri bilen kısmı olan âlimlerinin de hâlini beyân ederek, "Ey ehl-i kitap, Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?" buyurmuştur. Bu hitapda birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Âyetteki (......) (niçin?) suâlinin aslı (......)'dır. Çünkü buradaki (......) istifham için gelmiş olan (......)'dır. Başına lâm harfi gelmiş olduğu için, hafiflik olsun diye (......)daki elif düşmüştür. Bir de, harf-i cer, bu eliften bir bedel gibi olmuştur. Ayrıca o, kelimenin sonunda gelmiştir ki (......)deki fetha da buna delâlet etmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın "Birbirlerine ne hakkında sorup duruyorlar?" (Nebe. 1) ve "Bu müjdeyi neye istinâden yapıyorsunuz?" (Hicr. 54), sualleri de böyledir. Bu harfler üzerinde vakfetmeki şeklinde, hâ harfi ile yapılır. İkinci Mesele Ayetteki "Allah'ın âyetlerini" lafzıyla ilgili birkaç görüş bulunmaktadır: Birinci görüş: Bundan murad, Tevrat ve İncil'de varid olmuş olan âyetlerdir. Buna göre, bu lafız hakkında birkaç ihtimal bulunmaktadır: a) Bunlar, bu iki kitapta bulunan, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgili müjdelerdir. b) Bunlar, bu iki kitapta bulunan, Hazret-i İbrahim'in müslüman bir Hanîf olduğu hususundaki ifâdelerdir. c) Bunlar, bu kitaplarda, gerçek dinin İslâm olduğunu gösteren ifâdelerdir. Bil ki, bu açıklamalara ihtimâli olan bu görüşe göre diyebiliriz ki "âyetleri inkâr etmek" ifâdesinin iki mânaya gelmesi muhtemeldir. a) Onlar, Tevrat'ı değil, bilâkis Tevrat'ın delâlet etmiş olduğu şeyi inkâr ediyorlardı. Buna göre, mecaz yoluyla, delilin ismi medlule itlâk edilmiştir. b) Onlar, Tevrat'ın bizzat kendisini inkâr ediyorlardı, çünkü onlar, Tevrat'ı tahrif ediyor ve Tevrat'ta, Hazret-i Muhammed'in peygamberliğine delâlet eden bu gibi âyetlerin mevcudiyetini inkâr ediyorlardı. Hak teâlâ'nın buyruğunun, bu izaha göre mânası şudur: "Onlar, müslümanların ve avam tabakalarının yanında bulunduklarında, Tevrat ve İncil'in, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğine delâlet eden âyetleri ihtiva ettiğini inkâr ediyorlar; sonra birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise, Hazret-i Muhammed'in peygamberliğinin doğruluğuna şehâdet ediyorlardı. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kendiniz şahidler olduğunuz halde, (niçin) onda bir eğrilik aramaya yelteniyorsunuz..." (Âl-i Imran, 99) âyetidir. Bil ki, âyeti bu anlayışa göre tefsir etmek, bu âyetin gaybden bir haber vermeyi ihtiva ettiğine delâlet eder. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara, kendi içlerinde gizleyip de aksini haber verdikleri şeyi bildirmiştir. Şüphesiz, gaybden haber vermek bir mu'cizedir. İkinci görüş: Bu âyetlerden murad, Kur'ân-ı Kerim'dırsözünün manası da şudur: "Siz, Kur'ân'ın bir mu'cize olduğunu avam insanlar yanında inkâr ediyor, ama sonra kalbleriniz ve akıllarınızla, onun bir mu'cize olduğuna şehâdet ediyorsunuz..." Üçüncü görüş: Bu âyetlerden murad, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elinde zuhur eden bütün mu'cizelerdir. Bu görüşe görebuyruğunun mânası şudur: Siz, diğer peygamberlerin elinde zuhur eden mu'cizelerin, onların doğruluklarına delâlet ettiğini kabul ediyorsunuz... Zira mu'cize, Cenâb-ı Hak tarafından tasdik edilme yerine geçer. O halde siz, mu'cizelerin, bu açıdan diğer peygamberlerin sıdkına delâlet ettiğine şehadette bulununca, bunun Hazret-i Muhammed hakkında da söz konusu olduğuna da şehadette bulunmuş oluyorsunuz. Binâenaleyh, Hazret-i Muhammed'in nübüvvet ve risâletini inkâr etmekte ısrar etmeniz, mu'cizelerin, diğer peygamberlerin doğruluklarına delâlet etme konusunda hak ve gerçek olduklarını itiraf etmenizle çelişmekte, tezâd teşkil etmektedir. |
﴾ 70 ﴿