77"Gerçekten, Allah'a olan ahidlerini ve yeminlerini az bir fiyata satanlar (yok mu), işte onlar için âhirette hiçbir nasib yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzlerine bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir âzab vardır" . Bil ki bu âyetin, kendinden önceki âyetle irtibatı birkaç yöndendir: a) Allahü teâlâ, yahudilerin diğer insanların malları hususunda hâin olduklarını beyân ettiği için ve hem sonra insanların mallarına hıyanet etmenin ancak yalan yeminlerle yürüyeceği malum olduğu için, bunun peşisıra yalan yemine yeltenen kimselere va'îd-i ilâhi'yi ifâde eden bu âyet-i kerimeyi getirmiştir. b) Allahü teâlâ, o yahudilerin Allah'a karşı, bile bile yalan söylediklerini nakettiği için ve Allah'ın her mükelleften, Allah'a karşı yalan söylememek ve Allah'ın dinine hıyanet etmemek hususunda ahd almış olduğunda şüphe olmadığı için, bunun peşisıra, işte bu ilâhî va'îd'i zikretmiştir. c) Allahü teâlâ, bir önceki âyette, onların insanların malları hususundaki hıyanetlerini; sonra bu âyette ise, Allah'a verdikleri sözler ile ahidler hususundaki hıyanetlerini ve yalan yere yemin ettikleri zaman kullandıkları Allah'ın isimlerine saygr gösterme hususundaki hıyanetlerini anlatmıştır. Bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Bu âyet, yalan yere yemini nehyetme hususunda gelmiş, müstakil ye yeni bir sözdür. Çünkü âyetin mânâsı umûmidir ve bunun, yalan yere yemin etmeye yeltenen birçok kimse hakkında nâzit olmuş olduğunu gösteren birçok rivayet vardır. Durum böyle olunca, bu vaîdin, sadece yahudilere has olmayıp, yalan yemin işini yapan herkes için umûmi bir hüküm olduğuna inanmak gerekir. Âl-i İmran 77. Ayetin İniş Sebebi Bu âyetle ilgili bazı meseleler bulunmaktadır: Birinci Mesele Âyetin sebeb-i nüzulü ile ilgili rivayetler değişiktir. Bazı rivayetler, bunu, Allah'ın daha önceki âyetlerde hallerini ortaya koyduğu yahudilere has kılarken, bazıları da başka kimselere âit saymıştır. Birinci ihtimal'in iki şekli vardır: 1- İklime şöyle demiştir: "Bu âyet, yahudilerin âlimleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, Allahü Teâlâ'nın Hazret-i Muhammed'in peygamberliğiyle ilgili olarak Tevrat'ta emretmek suretiyle kendilerinden almış olduğu ahdi gizlemişler, elleriyle Tevrat'ta olmayan şeyleri oraya yazmışlar ve rüşveti elden kaçırmamak için de, onun Allah katından olduğuna yemin etmişlerdi. Bu görüşte olanlar, Cenâb-ı Hakk'ın Bakara süresindeki, "Emirlerimi yerine getirin, ben de size karşı olan ahdimi yapayım" (Bakara, 40) âyetiyle istidlal etmişlerdir. 2- Bu âyet, yahudi âlimlerinin, "Ümmîler hakkında bize mes'ultyet yoktur" şeklindeki iddiaları hakkında nazil olmuştur. Onlar, bu konuda elleriyle bir kitap yazmışlar ve onun, Allah katından olduğuna dair yemin etmişlerdir. Bu, Hasan el-Basrt'nin görüşüdür. İkinci ihtimalde, birkaç izah şekli mevcuttur: 1- Âyet-i kerime, Eş'as İbn Kays ile, bir arazi parçası hakkında kendisiyle davalaşan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Onlar, davalaşmak üzere Hazret-i Peygamberin yanına geldiklerinde, Hazret-i Peygamber adama, "Delilini getir" deyince adam, "Benim bir hüccetim yok" der. Bunun üzerine Eş'as'a, "Sana da yemin etmek gerekir" deyince, Eş'as yemin etmeye niyetlenir ki, bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurur. Böylece Eş'as, yemin etmekten vazgeçer, söz konusu olan arazı parçasını hasmına bırakarak, gerçeği itiraf eder. Bu, İbn Cüreyc'in görüşüdür. 2- Mücahid şunu söylemiştir: "Bu âyet-i kerime, malına rağbeti artırmak için yalan yere yemin etmiş olan bir adam hakkında nazil olmuştur." 3- Bu âyet-i kerime, Abdan ile İmri'u'l-Kays hakkında nazil olmuştur. Onlar, bir arazi hususunda davalaşmak üzere Hazret-i Peygamberin yanına gelmişlerdi. Bunun üzerine, İmri'u'l-Kays'ın yemin etmesi gerekince o, "Yarına kadar bana mühlet ver" dedi. Sonra, ertesi gün geldiğinde arazinin o (adamın) olduğunu kabul etti. Doğruya en yakın olanı, âyetin mânasını hepsine namletmektir. Buna göre, Cenâb-ı Hakk'ın, "Gerçekten, Allah'a olan ahidlerini ve yeminlerini satanlar" ifâdesine, Allahü Teâlâ'nın emrettiği, haklarında deliller getirdiği, peygamberlerden alınmış olan ahidler ve kişinin kendisini yapmakla sorumlu tuttuğu şeyler dahil olur. Çünkü bütün bunlar, vefa gösterilmesi gereken Allah'ın ahidlerindendir. Nitekim Cenâb-ı Hak, 'İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti: "Eğer bize lütf-u kereminden ihsan ederse, andolsun, zekâtımızı vereceğiz, muhakkak ki salihlerden olacağız" (Tevbe, 75); "Ahdi yerine getirin. Çünkü ahidden sorulur" (isra, 34), "Adağını yerine getirirler, vefa gösterirler" (insan. 7) ve "Müminler içinde, Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice adamlar vardır" (Ahzab, 23) buyurmuştur. Biz, "eş-şirâ" (......) kelimesinin mânasını, (Bakara. 16) âyetinin tefsirinde açıklamıştık. Bu böyledir, çünkü müşteri bir şeyi alırken, başka bir şeyi de verir. Alınan ve verilen şeylerden her biri, diğerinin bedeli ve değeri olur. Yeminlere gelince, onun durumu bellidir. Yemin, insanın va'ad, va'îd, inkâr veya isbât gibi hususlara dair herhangibir haberini te'kîd edip kuvvetlendirdiği bir sözdür. Allah'a Verdikleri Ahdi Bozanları Bekleyen Beş Nevi Ceza Cenâb-ı Hak daha sonra, "İşte onlar için, âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı birazab vardır" buyurmuştur. Bil ki, Allahü Teâlâ, Allahü Teâlâ'nın ahdini ve yeminleri az bir fiyata satmaktan ibaret bu şart üzerine, beş çeşit karşılık ve ceza bina etmiştir. Bunlardan dördü, bu kimselerin sevaptan mahrum oluşlarının beyanı hakkındadır. Beşincisi ise, bu kimselerin azabın en şiddetlisine duçar olacaklarını beyan etmektedir. Sevaptan mahrum olmalarına gelince bil ki, sevap, tazîm ile yanyana bulunan, halis ve katıksız bir menfaatten ibarettir. b) Bu cezaların birincisi, "İşte onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur" cümlesidir. Bu, onların âhiret menfaatlarından mahrum olacaklarına işarettir. Bunun peşinden gelen diğer üç ceza, "Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzlerine bakmaz ve onları temize çıkarmaz" ifâdeleridir. Bunlar, o kimselerin tazım ve izzet-ü ikramdan mahrum kalacaklarına bir işarettir. Beşincisi ise, "Onlar için pek acıklı bir azap vardır" ifadesidir ki bu da, azaba işarettir. Sen bu tertibi anladığına göre, şimdi de bu beş şeyin herbirini açıklamaya geçelim: Birincisi, "İşte onlar için ahirette hiçbir nasîb yoktur" buyruğudur. Bunun mânası, "Onların âhiretteki hayır ve nimetlerden hiçbir nasibi ve payı yoktur" demektir. Bil ki, bu umumî hüküm, ümmetin icma'ı ile, tevbe edilmemiş olması şartıyla mukayyettir. Çünkü insan bundan tevbe ederse, icmâ ile kabul edildiğine göre, bu ilâhî tehdit ve va'îd o kimseden sakıt olur. Bizim mezhebimize göre bu, aynı zamanda afv-ı ilahî'nin bulunmaması şartıyla mukayyettir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını dileyeceği kimseler için bağışlar" (Nisa, 48) buyurmuştur. Allahü teâlâ'nın, Mücrimlerle Konuşmaması ve Onların Yüzlerine Bakmaması İkincisi, "Allah onlarla konuşmaz" ifadesidir. Bu ifâdede bir sual bulunmaktadır. Bu da şudur: Allahü Teâlâ, "Hepsine yapmış oldukları şeyleri muhakkak ki soracağız" (Hicr, 93) ve "Kendilerine (peygamber) gönderilenlere de muhakkak soracağız, onlara gönderilmiş olan (peygamberlere de muhakkak soracağız" (Araf, 6) buyurmuştur. O halde, bu âyet ile şu iki âyet arasını nasıl cem edebiliriz? Bunun cevabı olarak Kaffâl şöyle demiştir: "Bu ifâdelerin hepsinden kastedilen, Allahü Teâlâ'nın gazabının şiddetini beyan etmektir. Çünkü, bir kimse bir başkasını dünyada iken kendisiyle konuşmaktan men ettiği zaman, muhakkak ki bu men etme işi, Allahü Teâlâ'nın o kimseye gazabı sebebiyledir. Yine bir kimse, bir başkasına öfkelenip kızdığında ona, "Seninle konuşmayacağım!" der ve bazan da gözüne görünmemesini emrederek, "Falancanın yüzünü görmeyeyim!" der. O adamın adt geçtiğinde, ona kızgın olan kimse, onu hayır ile yâd etmez. Böylece, bu tabirlerin, gazabın şiddetini ortaya koymak için söylenilmiş birer kinaye olduğu ortaya çıkmış, anlaşılmış olur. Biz, gazabından Allah'a sığınırız. Bu, doğru bir cevaptır. Bazı âlimler de şöyle demiştir: Cenâb-ı Hakk'ın, arada bir elçi bulunmaksızın, sözünü kendi dostlarına duyurmasının, ancak kendi dostlarına mahsus bir yüceltme, bir şereflendirme olması da uzak bir ihtimaldir. Halbuki Cenâb-ı Hakk'ın, o kâfir ve ağır günahkârlarla konuşması, onları hesaba çekmesi ise, meleklerin konuşması aracılığıyla olur. Bazı âlimler de, bu âyetin mânasının, "Allahü Teâlâ, onları sevindirecek ve onlara herhangi bir fayda temin edecek herhangi bir kelâm ile söyleyip konuşmaz" şeklinde olduğunu söylemişlerdir ki, itimâda şayan olan cevap ilkidir. Üçüncüsü, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ve onların yüzlerine bakmaz" ifadesidir. Bundan murad, "Allah onlara lütf-u insanıyla nazar etmez" demektir. Nitekim, denilir ki, bu ifâdenin mânası, "Falanca, falancaya değer vermez ve ona ihsanda bulunmaz" demektir. Bu mecazî mananın sebebi şudur: Bir insana değer veren bir kimse, ona iltifat eder ve bakışlarını sürekli ona yöneltir. İşte bu sebepten dolayı, her ne kadar orada hakiki manada bir bakış söz konusu olmasa dahi, Allah'ın nazar etmesi, değer vermesi ve kuluna lütuf ve ikramda bulunması mânasına gelir. Bu bakmanın, bizzat görme mânasına gelmesi caiz değildir. Çünkü Allahü Teâlâ onları gördüğü gibi, başkalarını da görür. Yine, bu bakmadan muradın, bir şeyi görmek için, görülecek şeye doğru yüzü çevirmek olması da caiz değildir. Çünkü bu şekilde görmek, ancak cisim olan şeylere mahsustur. Rabb'imiz ise, bir cisim olmaktan yüce ve münezzehtir. Aksi görüşte olanlar ise, bu âyet ile harf-i cerriyle beraber kullanılan (......) kelimesinin, rü'yet manasını ifâde etmediğine; aksi halde bu âyete göre, Allahü Teâlâ'nın onları görmemesi gerekeceğine istidlal etmişler, bunun ise bâtıl olacağını söylemişlerdir. Dördüncüsü, Hak teâlâ'nın, "Ve onları temize çıkarmaz" ifadesidir. Bu ifâde hakkında da şu tefsirler yapılmıştır: a) "Allah, bağışlamak suretiyle onları günahlarının kirlerinden temizlenir, aksine onlara ceza verir, azâb eder." b) "Allahü Teâlâ, kendi temiz dostlarını medh-ü sena edip övdüğü gibi, onları asla medh-ü sena etmez. Şahidi tezkiye edenin bu tezkiyesi, o şahidi bir bakıma medhetme gibidir." Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın kullarını tezkiyesi, bazan meleklerin lisanıyla tahakkuk eder. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar.., "Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selâm... Dünya evinin en güzel sonucudur bu!" (diyecekler)" (Rad, 23-24); "Bunları melekler karşılayarak, "Bu, size va'adolunan gününüzdür" (derler)" (Enbiya, 103.) ve "Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlanmzız... (Fussilet, 31)buyurmuştur. Bu medh bazan da, doğrudan doğruya olur. Bunun dünyadaki oluş şekli, "Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, seyahat edenler... (yok mu?).." (Tevbe, 112) âyetinde ifâde edildiği gibi; âhirette oluş şekli de, "Çok merhametli olan Hab'den bir selâm vardır..." (Yâsin, 56) âyetinde ifâde edildiği gibidir. Beşincisi, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar için pek acıklı bir azâb vardır" buyruğudur. Bil ki, Allahü Teâlâ, onların sevap ve mükâfaattan mahrum olduklarını beyân edince, onların elîm ve çok şiddetli bir azaba duçar olacaklarını da beyân buyurmuştur. Bazı Yahudilerin Dillerini Eğip Bükerek Sözleri Tahrif Etmeleri |
﴾ 77 ﴿