78"Ehl-i kitap'tan öyle bir fırka vardır ki, Kitap hakkında dillerini eğip bükerler; siz onu Kitaptan sanasınız diye.:. Halbuki o. Kitaptan değildir ve "O, Allah katındandır" derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Allah'a karşı, bile bile, yalan söylerler" . Bil ki bu âyet, bir önceki âyetin, kesinlikle yahudiler hakkında nazil olduğunu gösterir. Çünkü bu âyet, yahudiler hakkında nazil olmuş olup bir önceki âyete atfedil mistir. İşte bu atıf, önceki âyetin de yahudiler hakkında nazil olmuş olmasını gerektirir. Bil ki, âyette geçen, "eğerler.." kelimesinin masdarı olan, (......) kelimesi, bir şeyi büküp, onu dümdüz ve dosdoğru olmaktan çıkararak eğriltmektir. Nitekim, "elini bükdüm"; bir şey sapıp eğrildiğinde, inhiraf ettiğinde, ; "Falanca, bana karşı olan tavrını (tamamiyle) değiştirdi"; bir kimse dilini, sözünü eğip büktüğü zaman, bir kimse, bir başkasına karşı olan normal davranışını, aksi istikamette değiştirdiği zaman, "sözünü, su şeye karşı eğdi büktü" ve bir kimse, birisini fikrinden vazgeçirdiğinde, denilir. Hadis-i şerifte şöyle varid olmuştur "Borcunu ödemeye kadir olanın, borcunu sürüncemede bırakması zulümdür" Benzeri hadis için bkz. Buhari, istikraz, 12-13; Nesai, bûyû, 100 (7/316-317). Hak teâlâ da, "Dillerini eğerek, bükerek, dine de saldırarak, "râinâ" derler" (Nisa, 46) buyurmuştur. Kelimenin lügavî manasını bu şekilde kavradığında, bu ifâdenin tefsiri hususunda şu açıklamaların yapıldığını söyleyebiliriz: a) Kaffâl (r.h) (......) tabirinin mânasının, "Onlar, kelimeye yöneliyorlar, o kelimenin irabını, mânayı değiştirecek bir biçimde tahrif ediyorlardı. Bu durum, Arapların lisanında çokça görülen bir durumdur.. Aynı şeyin İbranîce'de de yapılmış olması uzak bir ihtimal değildir. Onlar bu işi, Tevrat'ta Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine delâlet eden âyetlerde yaptıkları için, işte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Dillerini eğip büküyorlar" tabiriyle bu durumu kastetmiştir" şeklinde olduğunu söylemiştir ki, bu son derece güzel bir açıklamadır. b) İbn Abbas (radıyallahü anh)'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah'ın, kıyamet gününde kendileriyle konuşmadığı ve kendilerine rahmet nazarıyla bakmadığı kimseler, içinde, Hazret-i Muhammed'in sıfatlarını bozdukları bir kitap yazıp, onu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sıfatlarının bulunduğu (gerçek) kitaba karıştırmışlar, sonra da, "O, Allah katındandır" demişlerdir. Sen bunu anlayınca, biz deriz ki: Dili eğip bükmek, avurtları şişirerek, çok yaldızlı laflar ederek ve mübalâğa ederek dili eğip büküp konuşmaktır ki bu da, zemmedilmiş kötü bir durumdur. Böylece Allahü Teâlâ, onların yazıp uydurdukları bu kitabı okumalarını, onları kınayıp ayıplamak için, "dili eğip bükmek" diye ifâde etmiş; buna "okumak" kelimesini ıtlak etmemiştir. Araplar, aynı şey hakkında, medh ve zem lâfızlarını bir birinden ayırarak, meselâ medh hususunda "Çok fasîn ve beliğ bir hatip", zemm hususunda da "Laf ebesi ve çok geveze bir hatip" derler. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, "Ehl-i Kitap'tan öyle bir fırka vardırki Kitap hakkında dillerini eğip bükerler" buyruğundan murad, onların, uydurdukları bâtıl kitabı okumalarıdır ki, Allahü Teâlâ bu hususu, "Elleriyle kitabı yazıp da, "Bu, Allah katındandır" diyenlerin vay haline..." (Bakara. 79) âyetinde beyan etmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Halbuki o, Kitap'tan değildir" buyurmuştur. Yani, "O, Allah katından indirilmiş hak bir kitap değildir." Burada geriye şu iki soru kalmıştır: Birinci soru: Hak teâlâ'nın, "Onu zannetmeniz için.." ifâdesindeki "nüve" zamirinin mercii nedir? Cevap: Bu mansûb zamirin mercii, Cenâb-ı Hakk'ın, "Dillerini eğip bükerler" sözünün delâlet ettiği şeydir ki, bu da tahrif edilip uydurulandır. Tevrat'ın Tahrifi Daha Ziyade Mânadadır İkinci soru: Tevrat, insanlar arasında bu kadar meşhur olduğu halde, o nasıl tahrif edilebilmiştir? Cevap: Belki de bu iş, onu tahrif etme hususunda ittifak edebilecek küçük bir topluluktan sadır olmuştur. Sonra bu topluluk, o muharref olan kısmı, avam ve câhil olan halka sunmuşlardır. Bu izaha göre tahrif bu şekilde mümkün olmuştur. Bana göre ise, âyetin tefsiri hususunda daha isabetli olan bir başka izah da şudur: Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine delâlet eden âyetler hususunda, kalbin iyice düşünüp tefekkürde bulunmasına ihtiyaç vardır. Yahudiler, aklı karıştıran bu soruları ve insan düşüncesini karartan bu itirazları halka sunuyorlardı. Böylece bu deliller, dinleyenlerin nazarında, karışık görünüyordu ve şöyle diyorlardı: Allah'ın bu âyetlerden muradı, sizin değil bizim söylediğimiz manadır. İşte onların âyette bahsedilen, tahriflerinden ve dillerini eğip bükmelerinden maksad budur. Bu, tıpkı zamanımızda yapılan şu işe benzer: Hakka, doğruya isabet eden bir kimse Allah'ın kitabından bir âyeti delil getirdiğinde, haksız olan ona çeşitli şüpheler ve sorular sunar ve "Allah'ın o âyetten muradı, senin zikrettiğin mâna değildir" der. İşte burada da böyledir. Sonra Hak teâlâ, "Ve "' Allah batındandır" derler" buyurmuştur. Bil ki bazı âlimler, "Cenâb-ı Hakk'ın, "Siz onu kitaptan sanasınız diye... Halbuki o, kitaptan değildir" buyruğu ile, "ve "O, Allah kanadandır" derler. Halbuki o, Allah katından değildir" buyruğu arasında mânâ bakımından bir fark yoktur. Fakat bunu, te'kid için farklı iki lafızla tekrar etmiştir" demişlerdir. Muhakkik âlimler ise, bu iki ifâdenin farklı mânâlara geldiğini; çünkü kitapta olmayan herşeyin Allah katından olmadığı söylenemez. Zira şer'î hükümler bazan kitap, bazan sünnet, bazan icma, bazan da kıyasla sabit olur ki, bunların hepsi de Allah katındandır. Buna göre "Siz onu kitaptan sanasınız diye... Halbuki o kitaptan değildir" ifâdesi, hususî bir nefiydir. Sonra bu hususî mânadaki nefye, Allah, umumî bir nefyi atfederek "ve, "O, Allah kadındandır" derler. Halbuki o, Allah katından değildir" buyurmuştur. Yine bu âyetteki "Kitap"tan maksadın, Tevrat; onların "Bu, Allah katındandır" dedikleri şeyden muradın da, Eş'iyâ, Ermiya ve Habakûk gibi diğer peygamberlerin kitaplarında yer almış olan hükümler olması da mümkündür. Çünkü yahudiler, bu tahrif işini Allah'a nisbet etme hususunda da şaşkın hareket ediyorlardı. Yahudiler, tecrübesiz, toy, Tevrat'tan habersiz, ahmak bir topluluk buldukları zaman, bu uydurdukları şeyleri Tevrat'tanmış gibi söylüyorlardı. Fakat akıllı ve zeki bir toplulukla karşılaştıklarında bunların, Hazret-i Musa'dan sonra gelmiş olan peygamberlerin kitaplarında yer aldığını iddia ediyorlardı. Cübbâî ve Ka'bî, bu âyeti, kulun fiillerini Allah'ın yaratmadığına delil getirerek "Eğer tahrif ve yalan söyleyerek dili eğip bükmeyi Allah yaratmış olsaydı, yahudiler "Bu Allah katındandır" şeklindeki sözlerinde doğru; Cenâb-ı Allah da "Halbuki o, Allah katından değildir" sözünde (hâşâ) yalancı olmuş olurdu. Çünkü o zaman onlar, Allah katından olanı Allah'a nisbet etmiş, Allah ise kendi katından olan şeyin kendi katından olmadığını söylemiş olur. Yahudileri, Allahü teâlâ'dan daha doğru sözlü kabul edecek bir topluluk için, zillet olarak bu yeter" demişlerdir. Halbuki hiç kimse yahudilerin "O, Allah katındandır" şeklindeki sözlerinden muradın, onun Allah'ın kelâmı ve kitabı olduğunu söyleyemez. Çünkü biz bunu, bu manada kabul ettiğimizde, âyetteki "Siz onu Kitaptan sanasınız diye... Halbuki o, Kitaptan değildir" ifadesi ile, "ve, "O, Allah katındandır" derler. Halbuki o, Allah katından değildir" ifâdesi arasında bir fark kalmaz. Aralarında bir fark olmayınca da, bunların birbirlerine atfedilmesi uygun düşmez. Ka'bî bu itiraza şu iki tarzda cevap vermiştir: a) Mahluk'un Hâlık indinden oluşu, emredilmiş şeyin onu emredenden olmasından daha kuvvetlidir. Sözü en kuvvetli manasına hamletmek daha evlâdır. b) "Halbuki o, Allah katından değildir" ifâdesi, o şeylerin Allah katından olmasını mutlak manada nefyeder. Bu ise, o şeylerin Allah katından olmasını belirli bu cihetten nefyeder. Binâenaleyh o şeylerin, ne yaratılış ne de hüküm bakımından Allah katından olmaması gerekir. Buna şöyle cevap verilir: "Cübbâî'nin, "ve "O, Allah katındandır" derler" âyetini "Allah'ın kelâmı" mânasında alır ise, bu bir (lüzumsuz) tekrar olur" şeklindeki iddiasının cevabı bizim şu sözümüzdür: "Halbuki, o kitaptan değildk" âyeti, "O, kitapta yer almamıştır" mânasındadır. Bu, o söylenen şeyin, Allah'ın peygamber diliyle veya bir başka yolla sabit olan hükmü olmasına manî değildir. Allahü teâlâ, "Halbuki, o Allah katından değildir" dediğine göre, onun Allah'ın bir hükmü olmadığı ortaya çıkmış olur. Bu izaha göre, böyle bir tekrar söz konusu olmaz. Ka'bî'nin yaptığı iki izahtan birincisinin cevabı da şöyledir: Cevabın mutlaka, suâle uygun olması gerekir. O yahudiler, kendilerinin zikredip yaptıkları şeylerin, Allah'ın yaratması olduğunu iddia etmemişlerdir. Aksine onlar bunun, Allah'ın hükmü olduğunu ve kitabında yer aldığını iddia ediyorlardı. Binâenaleyh, Hak teâlâ'nın, "Halbuki o, Allah katından değildir" buyruğunun başka bir şeye değil, işte bu mânaya râcî olması gerekir.. Yaptığımız bu izahla da, Ka'bî'nin ikinci izah olarak söylemiş olduğu şeyin, fasit olduğu ortaya çıkar. Allah, en iyisini bilendir. Cenâb-ı Hak sonra, "Allah'a karşı bile bile yalan söylerler" buyurmuştur. Bunun mânası, "Onlar bile bile böyle bir yalana yöneliyorlar" şeklindedir. Bil ki, bu âyette kastedilen tahriften murad, eğer Tevrat'ın lâfızlarını ve bu lafızların irâblarını değiştirmek olursa, buna cüret edenlerin, yalan üzerinde ittifak etmeleri mümkün olabilecek küçük bir grup olması gerekir. Yok eğer bundan maksat, istidlal yollarına şek ve şüpheler atmak suretiyle, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetine delâlet eden o (apaçık) delilleri karıştırıp teşviş etmek olursa, büyük kalabalıkların bu hususta mutabakata varmış olmaları uzak bir ihtimal sayılmaz. |
﴾ 78 ﴿