83

"Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) ister istemez O'na boyun eğmiştir. Nihayet Ona döndürülecekler" .

Bil ki Allahü teâlâ, bir önceki âyette, Hazret-i Muhammed'e iman etmeyi, geçmiş bütün peygamber ve ümmetlere gerekli ve meşru kıldığı bir hükmü olduğunu beyân edince, bunu istemeyen ve kabul etmeyen herkesin Allah'ın dininden başka bir din istemiş olacağını açıklamış ve "Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âsım'ın râvisi Hafs, bu âyetteki fiilleri, şu iki sebepten ötürü yâ harfi ile ve (......) şeklinde okumuştur:

a) Bu fiillerin faillerinin, bir önceki âyette geçen "fasıklar" olduğunu göstermek için...

b) Allahü teâlâ, yahudi ve hristiyanların Hazret-i Muhammed'e imân etmelerinin gerekli olduğunu ortaya koymak için, bir önceki âyette mîsâk aldığını anlatmıştır. Yahudi ve hristiyanlar inkârlarında ısrar edince, onların bu hallerini yadırgayarak, "Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?" buyurmuştur. Ebû Amr, yahudi ve diğer kâfirlere bir hitap olarak, ilk fiili "arıyor musunuz?" şeklinde ' Halbuki göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) ister istemez Ona boyun eğmiştir" ifâdesinde zikredilmiş olan bütün mahlukata râci olsun diye ikinci füli de (......) şeklinde okumuştur.

Diğer kıraat imamları ise, bu iki fiili muhatab sigası ile ve "arıyor (musunuz?)" ve "döndürüleceksiniz" şeklinde okumuşlardır. Çünkü bu âyetten önce gelen "İkrar ettiniz mi?" "alıp kabul eylediniz mi?" ifâdeleri, muhatab sigasıyla gelmiştir. Ve yine müslüman, kâfir ve herkese, "Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah'a teslim olduğunu ve sizin dönüşünüzün de O'na olacağını bilip dururken, Allah'ın dininden başkasını mı arayıp duruyorsunuz?" denilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Bu Hak teâlâ'nın tıpkı, "Karşınızda Allah'ın âyetleri okunup dururken ve O'nun peygamberi de içinizde tken, siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?" (Al-i İmran. 101) âyeti gibidir.

İkinci Mesele

Bu ifâdenin başındaki hemze, istifham içindir. Bu istifhamdan maksat, onların yaptıklarını yadırgamak (istifhâm-ı inkârı) veyahut da onların yaptıklarını sadece belirtmek (istifhâm-ı takriridir. Bu istifham edatının esasen yeri (......) lafzıdır. Bunun takdiri ise, "Allah'ın dininden başkasını isterler mi?" şeklindedir. Çünkü istifham ancak, fiil ve hadiseler hakkında olur. Ama ne var ki, Cenâb-ı Hak, mef'ûl olan ifâdesini, fiili olan (......) kelimesinden önce getirmiştir. Çünkü bu, hemzenin mânâsı olan inkâr etme ve yadırgamanın, bâtıl bir mabuda yönelmiş olması itibariyle daha mühimdir. Bu ifâdenin başında bulunan fâ harfi ise, cümleyi cümleye atfetmek için getirilmiştir. Bu hususta da şu iki izah yapılmıştır:

a) Takdir, "İşte bunlar, fâsıkların ta kendileridirler; ve onlar yine, Allah'ın dininden başkasını isterler" şeklindedir. Bil ki, şayet denilmiş olsaydı, yine caiz olurdu. Ancak ne var ki, fâ harfinin getirilmiş olmasında, bunun ifâde ettiğinden daha fazla bir mana vardır. Sanki şöyle denilmiştir: "Bu kadar beliğ te'kidlerle te'kid edilmiş olan bu mîsakın alınışından sonra mı, siz hâla Allah'ın dininden başka bir din arıyorsunuz?"

Üçüncü Mesele

Rivayet edildiğine göre ehl-i kitaptan iki grup, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in dini hususundaihtilâf edince, hükümleşmek üzere Hazret-i Peygamber'in yanına geldiler. Bu iki gruptan her biri, Hazret-i İbrahim'in kendilerine daha yakın olduğunu iddia ediyorlardı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Her iki grup da, Hazret-i İbrahim'in dininden uzaktır" dedi. Buna karşılık onlar, "Biz senin hükmünü kabul etmiyor ve dinini de alıp benimsemiyoruz" deyince, işte bu âyet nazil oldu.

Bence, bu âyeti bu sebebe hamletmek uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu durumda âyetin, mâkabliyle (öncesiyle) ilgisi kalmaz. Halbuki, istifhâm-ı inkarî, bu cümlenin kendisinden öncesiyle irtibatlı olmasını gerektirir. Binaenaleyh, âyetin izah şekli şudur: Bu mîsak onların kitaplarında zikredilmiş olduğu için, onlar da bunu bildikleri için, Hazret-i Peygamberin peygamberlik davasında doğru ve sadık olduğunu da biliyorlardı. Binaenaleyh, inkârların yegâne sebebi olarak geriye, sadece düşmanlık ve haset kalmaktadır. Bundan dolayı onlar, hasedi kendisini inkâra götüren İblis gibi olmuşlardır. Allahü Teâlâ onlara, böyle oldukları zaman, Allah'ın dininden başka bir din, Allah'tan başka da bir mabud aramış olacaklarını bildirdi.. Sonra da, Allah'a karşı inatlaşmanın ve O'nun hükmünden yüz çevirmenin, akıllı kimselere yakışmayan şeylerden olduğunu beyân ederek, 'Halbuki göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) ister istemez O'na boyun eğmiştir. Nihayet Ona döndürülecekler" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili- iki mesele vardır:

İslâm'ın Bu Âyetteki Mânası

İslâm, teslim olma, boyun eğme ve itaat etme anlamına gelir. Bunu anladığın zaman bil ki, göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların itaat etmesinin birçok izah şekli vardır:

1- Bu bence en sahih olan izahtır. Allahü Teâlâ'nın dışındaki bütün varlıklar, zâtı bakımından mümkün varlıklardır. Zâtı bakımından mümkün olan her varlık, ancak Allah'ın var etmesiyle var, yok etmesiyle de yok olur. O zaman, Allah'ın dışında bulunan her şey, varlık ve yokluk taraflarından, Allah'ın celâline boyun eğmiş ve O'na itaat etmiştir. İşte, boyun eğip inkıyâd etmenin nihayeti de budur. Sonra, bu izahta başka bir incelik daha vardır ki, o da şudur: "O'na boyun eğmiştir" ifâdesi, bir hasr ifâde eder. Yani, "Göklerde ve yerde bulunan herşey ve herkes, başkasına değil, sadece ve sadece O'na boyun eğmiştir" demektir. Binâenaleyh bu âyet, vâcibu't-vücûd'un tek olduğunu ve ister akıl, ister nefis, ister ruh, ister cisim, ister cevher, ister araz, ister fail, isterse fiil olsun, O'nun dışındaki herşeyin ancak Allah'ın var etmesiyle vücûd bulacağını ve O'nun yok etmesiyle de yok olacağını ifâde etmektedir. Bu mânaya delâlet etme hususunda, bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Göklerde ve yerde bulunan herkes, ister istemez Allah'a secde eder" (Ra'd, 15) âyetiyle, "Hiçbir şey hariç olmamak üzere, hepsi O'nu hamd ile tesbih eder" (isra. 44) âyetidir.

2- Allah'ın irade buyurduğu hususta, hiçkimsenin O'na karşı koyması mümkün değildir. Varlıklar, Allah'ın muradını ya isteyerek veyahut da istemedikleri halde, kabul etmek zorundadırlar. Meselâ sâlih müslümanlar, dine taalluk eden meselelerde Allah'a isteyerek; tabiatlarına ters düşen hastalık, fakirlik, ölüm ve benzeri şeyler hususunda da O'na istemeyerek (kerhen) inkiyâd ederler. Kâfirlere gelince onlar, her halükârda, Allah'a kerhen inkiyâd ederler. Çünkü onlar, din ile alâkalı olan hususlarda Allah'a boyun eğmezler; dinî olmayan diğer hususlarda ise, O'na kerhen teslim olurlar. Çünkü onların, Allah'ın kaza ve kaderini savuşturmaları mümkün değildir.

3- Müslümanlar, isteyerek; kâfirler ise, Ölümleri esnasında kerhen ve istemeyerek Allah'a boyun eğmişlerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Fakat, hışmımın gördükleri zaman, imanları fayda verecek değildi" (Mümin, 85) buyurmuştur.

4- Bütün varlıklar, Cenâb-ı Hakk'ın, "Andolsun ki onlara, gökleri ve yeri kimin yarattığını sorarsan, muhakkak ki, "Allah" derler" (Lokman, 25) âyetinin delaletiyle, O'nun uluhiyyetine isteyerek; O'nun tekliflerine ve elem ve kederleri yaratıp vermesine de istemeyerek boyun eğmektedirler.

5- Bütün varlıkların boyun eğmesi, mîsak alındığı sırada meydana gelmiştir ki bu da Cenâb-ı Hakk'ın, "Hani Rabb'in Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefslerine şahit tutmuş, "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" demişti" (Araf, 172)âyetinin ifâde ettiği husustur.

6- Hasan el-Basrî, "İsteyerek boyun eğmek, gökteki (meleklere) mahsustur. Yerdekilere gelince, bunların bir kısmı isteyerek, bir kısmı da kerhen İnkiyâd ederler" demiştir. Ben de derim ki, Cenâb-ı Hak Subhânehu, bu hususu, gökleri ve yeri yaratması konusunda zikretmiştir ki, bu da, "Sonra da ona ve yeryüzüne, "ikiniz de ister İstemez gelin" buyurdu" (Fussilet, 11) âyetinde bahsedilmiş olan husustur. Bu konuda, insanı hayranlıklar içinde bırakan birçok sırlar bulunmaktadır.

Hak teâlâ'nın, öy "Nihayet O'na döndürülecekler" ilâdesine gelince, bundan maksad da şudur: "Dünyada Allah'a muhalefet eden herkesin dönüşü, Allah'a olacaktır." Bundan maksat, "Allah'dan başka hiç kimsenin bir zarar ve fayda veremeyeceği yere varacaktır..." demektir ki bu, hak dine muhalefet eden kimselere karşı yapılmış büyük bir tehdittir.

İkinci Mesele

Vahidî (r.h) şöyle demektedir: (......) kelimesi, inkiyâd etmek manasına gelir. Nitekim bir kimse bir başkasına boyun eğip inkiyâd ettiğinde (......) bir kimse, başka birisinin emriyle çekip gittiği zaman "Muhakkak ki -onun emrini dinledi, O'na itaat etti" ve bir kimse birisine muvafakat edip uyduğunda da "Muhakkak ki ona uydu, muvafakat etti" denilmektedir." İbnu's-Sikkît şöyle der: (......) denilir. Âyet-i kerimedeki ifâdeleri, hal mahallinde gelmiş olan birer mefûl-i mutlak oldukları için mansûb olmuşlardır. İfâdenin takdiri ise, (......) şeklindedir. Bu, senin tıpkı "Bana koşarak geldi" demen gibidir.

Halbuki, (......) denilmez.. Ama, "Bana konuşarak geldi" denilir. Çünkü, kelâmın kendisi gelmez... Allah en iyi bilendir.

83 ﴿