84"De ki: Allah'a İman ettik. Bize indüene, İbrahim'e İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a ve oğullarına indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rab Taâlâ'dan verilenlere de (iman ettik). Onlardan hiç biri arasında fark gözetmeyiz. Biz Ona teslim olmuşlarız" . Bil ki Cenâb-ı Hak, önceki âyet-i kerimede, yanlarında olanı tasdik etme konusunda diğer peygamberlerden mîsak aldığını beyan edince, bu âyette de, Hazret-i Muhammed'in sıfatlarından birisinin, onların yanında bulunan Tevrat'ı tasdik etmesi olduğunu açıklamış ve, Ve ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e... indirilene iman ettik..." buyurmuştur. Bu âyetle ilgili bazı meseleler vardır: (......) ifâdesindeki zamir müfred, (iman ettik) ifâdesindeki zamir de cemidir. Bu hususta bazı izahlar bulunmaktadır: a) Allahü Teâlâ, Hazret-i Muhammed'e hitab ettiği zaman, ancak tekil lafızlarla hitab etmiş ve O'na, kavmine hitab ettiğinde, hükümdarların ve büyük şahısların konuşması gibi, tazim ve ululuk ifâde eden bir üslûbla, cemi lafzını kullanarak hitab etmesini öğretmiştir. b) Allahü Teâlâ önce söz, Allah'ın bu emirlerini insanlara tebliğ edecek olanın o peygamber olduğunu göstersin diye, ona müfred bir lafızla hitab etmiş, sonra, bu sözü söylediği zaman ashabının ona muvafakat edeceğine bir dikkat çekmek üzere, "iman ettik" tabirini kullanmıştır. c) Allahü Teâlâ, bununla, Hazret-i Peygamber'in onların yanında olan kitabı tasdik edici olduğu zuhur etsin diye, sözünün ifâde etmiş olduğu emri yerine getirme hususunda, O'nun şahsına hitab etmiştir. Sonra bu mükellefiyetin sadece O'na has olmayıp, bilakis bütün mü'minler için bir görev olduğuna dikkat çekmek için, (iman ettik) tabirini kullanmıştır. Nitekim Cenâb-ı Allah, "Müminler de, onların her biri de Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. "O'nun peygamberlerinden hiçbiri arasında ayıran yapmayız..." (Bakara, 285) buyurmuştur. Allah'a iman, peygamberlere imandan önce zikredilmiştir; çünkü Allah'a iman, peygamberliğe imanın aslıdır. İkinci mertebede, O'na indirilmiş olana iman zikredilmiştir. Çünkü diğer peygamberlere nazil olan kitaptan onların ümmetleri tahrif ve tebdil etmiştir, bu kitapların durumtarını bilmek de, ancak Hazret-i Muhammed'e inzal edilmiş olana iman etmekle mümkündür. Binaenaleyh, Hazret-i Muhammed'e indirilen Kur'ân, diğer peygamberlere indirilen için bir asıl olmuş olur. İşte bundan dolayı Hazret-i Muhammed'e indirileni diğerlerinden önce saymıştır. Üçüncü mertebede, ehl-i kitabın, varlıklarını kabul ve itiraf ettiği, ama nübüvvetleri hususunda ihtilaf etmiş olduğu bazı peygamberler zikredilmiştir. Âyetteki, (torunlar) kelimesiyle kastedilenler, Cenâb-ı Hakk'ın Araf 160. âyetinde, oniki boyunu zikretmiş olduğu, Yakub (aleyhisselâm)'un torunlarıdır. Hazret-i Peygamberin, Diğer Enbiyayı Tasdikindeki Hikmetler Allahü Teâlâ, birçok sebeplerden dolayı, her peygamberin nübüvvetini kabul ve tasdik etmeyi vacib kılmıştır. a) Hazret-i Peygamber'in, bütün peygamberleri doğrulayıcı olduğunu isbat etmek.. Çünkü bu şart, mîsakın alınmasında gözönünde bulundurulmuştu. b) Ehl-i kitabın görüşlerinin birbirleriyle çeliştiğine dikkat çekmek.. Bu böyledir, çünkü onlar ancak, elinde bir mu'cize zuhur ettiği için tasdik ettikleri bir peygamberi doğruluyor ve tasdik ediyorlardı. Bu ise, elinde bir mu'cize zuhur eden herkesin bir peygamber olmasını iktizâ eder. Buna göre, elinde mu'cize zuhur etmiş olanların bir kısmını tasdik edip, bir kısmını yalanlamak bir çelişkidir. Bilâkis yapılması gereken gerçek şey, hepsini tasdik edip, hepsinin nübüvvetini kabul etmektir. c) Cenâb-ı Hak bu âyetten önce, "Şimdi onlar, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki, göklerde ve yerde ne varsa, (hepsi) ister istemez O'na boyun eğmiştir" (Âl-i İmran. 83) buyurmuştur. Bu, onların peygamberlerin bazısını yalanlamada ısrar etmelerinin, Allah'ın dininden yüz çevirmek ve Allah ile münazaaya girmek olduğuna dikkat çekmektir. İşte burada da, ehl-i kitabı nitelemiş olduğu, hüküm ve mükellefiyetlerde Allah ile münazaaya girme hâlinin O'ndan ve O'nun ümmetinden zail olması için, bütün peygamberlerin nübüvvetine iman hususunu açıklamıştır. d) Allahü Teâlâ birinci âyette, bütün peygamberlerden, kendilerinden.gelen her peygambere iman etsinler diye misak aldığını bildirmiştir. Bu âyette ise, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den kendisinden önce geçmiş olan her peygamberi tasdik etsin diye ahid almıştır; ama kendisinden sonra gelecek peygamberleri (tasdik etmesi hususunda) bir misak almadığını zikretmiştir. Binâenaleyh bu âyet bu bakımdan, Hazret-i Peygamber'den sonra bir peygamber olmayacağı hususuna kesin olarak delâlet etmiş olur. İmdi eğer fiili bu âyette niçin isti'lâ ifâde eden harf-i cerriyle, önceki âyette de bir intiha ifâde eden harf-i cerriyle müteaddi kılınmıştır?" denilirse, biz deriz ki, her iki mânanın da bulunmasından dolayıdır. Çünkü vahiy yukardan aşağı iner ve peygamberlere ulaşır. İşte bundan dolayı, bazan bir mana ile, bazan da diğer mâna ile kullanılmıştır. Yine şu da söylenilmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında (üzerimize) tabiri kullanılmıştır; çünkü vahiy, O'nun üzerine nazil olmaktadır. Ümmet hakkında (bize...) kelimesi kullanılmıştır, çünkü vahiy, Hazret-i Peygamber'den nihayet onlara varıp ulaşmaktadır". Bu açıklama, bir zorlamadır. Şu âyetlere bakmıyor musun? "Sana İndirilene" (Bakara, ; "Sana kitabı indirdik" (Nisa, 105) ve iman edenlere indirilmiş olana iman ediniz..." (âli İmran, 72). Âlimler, daha önce geçmiş ve şeriatları neshedilmiş olan bu peygamberlere imanın nasıl olacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu İhtilâfın aslı şudur: Onların şeriatları neshedildiğine göre, peygamberlikleri de neshedilmiş olmaz mı? Buna, "Neshedilmiş olur" diyenler şöyle derler: "Biz onların daha önce nebî ve resul olduklarına inanırız, ama şu anda onların nebî ve resul olduklarına inanmayız." "Onların şeriatlarının neshedilmiş olması, peygamberliklerinin de neshedilmiş olmasını gerektirmez" diyenler ise, "Onların şu anda da nebî ve resul olduklarına inanırız" derler. Bu noktaya dikkat etmen gerekir. Peygamberler Arasında Ayırım Yapmamak Gerekir Âyet-i kerimedeki "Onlardan hiçbiri arasında tork gözetmeyiz' tabiri hakkında birkaç İzah bulunmaktadır: a) Esamin şöyle demiştir: Fark gözetme bazan, onları birbirinden üstün görmeyle; bazan-da, Allah'a itaat hususunda aynı yol üzere olmadıklarını söylemek suretiyle olur. Bundan murad şudur: Biz onların hepsinin, Allah'a davet ve Allah'ın mükellefiyetlerine inkiyâd hususunda aynı din üzere olduklarını kabul ediyoruz. b) Bazı âlimler şöyle demiştir: "Onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz" ifâdesinden murad, yahudi ve hristiyanların farklı farklı inanmaları gibi, biz onların bir kısmını bırakıp, bir kısmına iman etmek suretiyle, "onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz" anlamıdır. c) Ebû Müslim, bu ifâdeden muradın, "Biz onların üzerinde icmâ ve ittifak ettikleri şeyleri parçalamayız, bölmeyiz" mânası olduğunu söylemiştir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın..." (Âl-i İmran, 103) âyeti gibidir. Cenâb-ı Hak bir kavmi kınayıp, parçalanıp ayrılmakla vasfetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, aranızdaki bağlar parça parça olmuştur. (Fayda) umduklarınızın hepsi sizleri bırakıp gitmiştir" (Enam, 94). Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz O'na teslim olmuşlarız" ifâdesine gelince, bunda birkaç izah şekli bulunmaktadır: a) Bizim bu peygamberlerin nübüvvetini ikrar ve kabul edişimiz ancak, Allahü Teâlâ'nın emrine inkiyâd ettiğimiz, O'nun emrine ve hükmüne teslim olduğumuz içindir. Bu ifâde de, O'nun durumunun, Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine, "Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa, (hepsi) ister istemez Ona boyun eğmiştir" (Al-i imran, 83) ifadesiyle hitabta bulunduğu kimselerin durumundan farklı olduğuna bir dikkat çekme vardır. b) Ebû Müslim şöyle demiştir: tabirinin mânası, "Allah'ın emrine razı olmak ve O'na muhalefet etmemek suretiyle O'nun emirlerine teslim olan, inkiyâd edenleriz" demektir ki, bu Allah'a iman eden kimselerin vasfıdır. Bunlar da barış ve teslimiyetten yana olan kimselerdir. Kâfirler ise, Allah'a harb ilan etmiş kimseler diye vasfedilirler. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Allah'a ve Resulüne harb açanların cezası..." (Maide, 33) buyurmuştur. c) Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz O'na teslim olmuşlarız" sözü hasr ifâde eder. Buna göre ifâdenin takdiri, "riya, gösteriş ve mal talep etmek gibi başka bir maksadımız olmaksızın, sırf Allah rızası için biz teslim olduk, inkiyâd ettik.." şeklindedir. Bu ifâde, kâfirlerin hallerinin bunun aksi olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü onlar böyle yapmaz; aksine ancak gösteriş, riya ve mal elde etmek için bunları yapar ve bu sözü söylerler.. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 84 ﴿