92"Siz, sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olamazsınız... Her ne infâk ederseniz de, Allah onu hakkıyla bilicidir" . Bil ki Hak teâlâ, infâkın kesin olarak kâfire fayda vermeyeceğini beyan e-dince, mü'minlere, âhirette istifâde edecekleri infâkın nasıl olduğunu öğreterek, "Siz, sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyiliğe ulaşmış olmazsınız" buyurmuştur. Allahü Teâlâ bu âyette, en sevdiği şeylerden infâk eden kimselerin, iyiler (ebrâr) cümlesinden olduğunu beyân etmiştir. Sonra Cenâb-ı Hak başka âyetlerde, "Muhakkak ki iyiler, Naîm cennetindedirler" (infitar. 13); "Şüphe yok ki iyiler, kâfur katılmış dolu bir kadehten içerler" (insan, 5); "Şüphesiz ki o iyiler, nimet içindedirler. Tahtlar üzerinde temaşa ederler. Öyle ki sen o nimetin güzelliğini yüzlerinden anlarsın. Onlara, (kadehi) mühürlü, halis bir şarabtan içirilecek ki onun sonu bir misktir. O halde yarışmak İsteyenler bunda yarışsınlar" (Mutaffıfin. 22-26) ve "Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz iyilik değildir" (Bakara. 177) buyurmuştur. Buna göre Cenâb-ı Hak, diğer âyetlerde iyilerin sevabının nasıl olacağını tafsilatlı olarak beyân ettiği için, bu âyette, sevdiği malı infâk eden kimsenin birr'e, iyiliğe nail olacağını zikretmekle iktifa etmiştir. Burada başka bir incelik daha vardır. O da şudur: Allahü Teâlâ, "Yüzlerinizi doğu ye batı yönüne döndürmeniz, İyilik değildir. Fakat iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitab'a ve peygamberlere İmân eden, mala olan tutkusuna rağmen, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve, köle ve esirler(i kurtarma) uğruna veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getiren; sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızışhğı anlarda sabreden kimsenin (yaptığıdır). İşte bunlar, sadık olanların ve takvaya nail olanların tâ kendileridir" (Bakara. 177) buyurmuş ve bu âyette, hayır olan amellerin çoğunu sayıp, onları "birr" (iyilik) diye isimlendirmiştir. Bu âyette de, "Siz, sevdiğiniz şeylerden İnfâk etmedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olmazsınız..." buyurmuştur. Bunun manası şudur: "Siz bu âyette zikredilmiş olan bu hayırların tamamını yapmış olsanız dahi, sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, birr'in, iyiliğin faziletine nail olamazsınız." Bu, İnsan sevdiği şeyi infâk ettiği zaman, bunun onun tâatlarınm en faziletlisi olduğuna delâlet etmektedir. Burada bir konu bulunmaktadır ki o da şudur: Bir kimse şöyle diyebilir: (......) kelimesi "intihâ-i gaye" ifâde etmektedir. Buna göre ifâdesi, sevdiği şeyden infâk eden kimsenin, muhakkak olarak birr'e, iyiliğe nail olmasını gerektirir. Birr'e nail olan kimse ise, iyiler için büyük bir sevabın bulunduğuna delâlet eden âyetlerin kapsamına dahil olmuştur. Bu da, diğer tâatları yapmasa da, sevmiş olduğu şeyden infâk eden bir kimsenin büyük sevaba nail olmasını gerektirir. Bu ise, bâtıl ve yanlıştır.. Bu müşkile şöyle cevap verilir: İnsan sevdiği bir şeyi, ancak ondan daha değerli olan bir mahbuba vesile olması için harcar. Buna göre, bu İnsanın dünyayı dünyada infâk etmesi, ancak âhiret saadetine kesin bir şekilde inandığı zaman mümkündür. Onun âhiret saadetini kabul ve itiraf etmesi ise ancak, âlim ve kadir bir yaratıcının varlığına iman edip, teklifleri, emirleri ve nehiyleri hususunda O'na itaat ve inkiyâd etmenin kendisine vâcib olduğunu kabul etmesiyle mümkündür. Sen iyice düşündüğünde, insanın dünya malını dünyada infâk etmesinin ancak, o güzel nitelik ve hasletleri dünyada kendisinde topladığı zaman mümkün olabileceğini anlarsın... Şimdi, tekrar tefsire dönüyor ve diyoruz ki, âyette birkaç mesele vardır: Setef-i Salihin Hoşlandıkları Mallarını İnfâk Ederlerdi Selef bir şeyi sevdiklerinde, onu Allah için feda ederlerdi. Rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime nazil olduğu zaman, Ebu Talha "Ya Resûlallah, Medine'de benim duvarla çevrili (bir hurmalığım) var. Mallarım içinde en çok hoşuma giden odur. Onu Allah yolunda tasadduk edeyim mi?" deyince, Allah'ın Resulü, "Çok güzel, çok güzel! Bu, gelir getiren bir maldır; sen onu akraban arasında taksim edersen bence daha iyi olur" buyurdular. Bunun üzerine Ebu Talha "Ya Resûlallah böyle yapacağım" dedi ve onu akrabaları arasında taksim etti. Yine rivayet olunduğuna göre Ebû Talha bu bahçesini Hassan İbn Sabit ile Ubey İbn Ka'b arasında taksim etmiştir. Yine rivayete göre Zeyd İbn Harise (radıyallahü anh), bu âyet inince, çok sevdiği bir atı Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirmiş ve onu Allah yoluna vermiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu atın üzerine (onun oğlu) Usame (radıyallahü anh)'yi bindirdi. Zeyd İbn Harise, içinde birşeyler hissedip üzülünce, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Şüphesiz Allah onu kabul etti" buyurdu. Yine İbn Ömer (radıyallahü anh) hoşuna giden bir câriye satın alıp azâd etmişti. Kendisine "Ona dokunmadan niçin onu azâd ettin?" denildiğinde O, "Siz, sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olmazsınız..." âyetini okumuştur. Müfessirler âyette geçen "birr" kelimesinin ne mânaya geldiği hususunda şu iki açıklamayı yapmışlardir: a) İnsanların, kendisi ile "ebrâr" (iyi kimseler) olacakları, böylece de Cenâb-ı Hakk'ın "Şüphesiz ebrâr, naim cennetindedirler" (Mutaffifin, 22) âyetinin hükmüne dâhil olacakları şeydir. Buna göre "birr"den murad, insanların yaptığı makbul amellerdir. b) Bu kelimeden maksad, mükafaat ve cennettir. Buna göre Hak teâlâ sanki, "Siz bu makama, ancak böyle infâk ederek ulaşabilirsiniz" demek istemiştir. Birinci görüşü benimseyenlerden bazıları "birr'in takva mânasına geldiğini söylemişlerdir. Bunun takva mânasına olduğunu söyleyenler, Hak teâlâ'nın, "Fakat birr, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitab'a ve peygambere İman eden; mala olan sevgisine rağmen malını akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış kimselere, dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmaya veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, âhidleştikleri zaman sözlerinde duran, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabır ve metanet gösteren (kimselerin birr'idir.) İşte onlardır sadık olanlar ve işte onlardır müttakiler" (Bakara, 177) âyetini delil getirmişlerdir. Ebû Zerr (radıyallahü anh), birr kelimesinin "hayır" mânasında olduğunu söylemiştir ki, bu öncekine yakın bir mânadır. "Birr"in cennet ve mükâfaat mânasına geldiğini söyleyenlerden bazıları, âyetteki, tabirinin, "Birre, yani birrin mükâfaatına nail olamazsınız" demek olduğunu; bazıları da bundan muradın, "Allah'ın dostlarına yaptığı iyilik, ikram ve ihsanı olduğunu söylemişlerdir. Ki bu (Arapların, "Falanca bana şu iyiliği yaptı" ve . "Falancanın bana olan iyiliği hiç kesilmez" şeklindeki sözlerinden alınmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak da: "Allah, sizinle din hususunda muharebe etmemiş ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara İyilik etmekten sizi men etmez.." (Mümtehine, 8) buyurmuştur. Müfessirler, âyetteki, "Sevdiğiniz şeylerden" tabiri hususunda ihtilâf etmişlerdir: Bazıları bunun, bizzat mal olduğunu söylemiş ve Cenâb-ı Hakk'ın, "Gerçekten o (insan), haym (malı) çok sever" (Âdiyât, 8) âyetini delil getirmişlerdir, Diğer bazıları bunun, "Hibe edilecek şeyin çok kıymetli olması" mânasına geldiğini söylemişler ve Cenâb-ı Hakk'ın, "Kendinizin, ancak göz yumarak alabileceğiniz pek adî ve bayağı şeyleri infâk etmeye yeltenmeyiniz" (Bakara. 267) âyetini delil getirmişlerdir. Bazıları da bunun, kişinin kendisinin muhtaç olduğu şey mânasına geldiğini söylemişler ve buna Cenâb-ı Hakk'ın, "Kendileri de sevdikleri (ve ona muhtaç oldukları) halde yemeğini yoksula, yetime ve esire yedirirler..." (insan, 8) âyetini delîl getirmişlerdir ki, bu âyette yer alan "sevdikleri" ifâdesinin tefsirlerinden birisi de, "Ona ihtiyaç hissettikleri halde..." şeklindeki tefsirdir. Nitekim Cenâb-ı Allah, "Onlar, kendilerinde, fakirlik ve İhtiyaç olsa bile, (o muhacirleri) Öz canlarından daha üstün tutarlar" (Haşr, 9) buyurmuş ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle demiştir: "Sadakaların en faziletlisi, sapasağlam, cimri, geçim derdine düşmüş ve fakirlikten korkar olduğun halde verdiğin sadakadır." Müslim Zekât, 93 (11/716). Bu hususta evlâ olan şöyle denilmesidir: Bütün bu ihtimaller, fazilet ve mükafaatın çok olması hususunda nazar-ı dikkate alınan şeylerdir. Bu Âyetten Zekatın Murad Olduğu Görüşü Müfessirler, âyette bahsedilen infâk'ın zekât mı, yoksa zekâtın dışında başka bir infâk mı olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bunlardan olarak İbn Abbas (radıyallahü anh), Cenâb-ı Hakk'ın bu kelime ile zekâtı kastettiğini, yani "Mallarınızın zekâtını vermedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olamazsınız" demek istediğini; Hasan el-Basri de, müslümanın, Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle malından verdiği herşeyin, hatta bir tek hurmanın bile, "Siz, sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olmazsınız" âyeti ile kastedilen şeylere dâhil olduğunu söylemiştir. Kâdi birinci görüşü tercih etmiş ve bu hususta şöyle bir istidlalde bulunmuştur: Cenâb-ı Hak, mükellefin ebrardan olmasını ve cenneti kazanmasını bu infâka bağlamıştır. Bu yapılmadıkça, kul bu makamlara ulaşamaz. Bu ise ancak, farz olan infâk (zekat) için söylenebilir. Ben derim ki, âyeti zekatın dışındaki bir infâk mânasına tahsis edersek daha iyi olur; çünkü âyet en sevgili olan şeyin verilmesi hususuna tahsis edilmiştir. Halbuki, farz olan zekatta, en sevimli olan şeyi zekât olarak verme hükmü yoktur. Zira zekât veren kimseye malının en kıymetlisini ve en şereflisini vermek vâcib değildir. İşte bu sebeple doğru olan, bu âyetin, malı nafile olarak vermeye mahsus olmasıdır. Vahidi, Mücahid ve Kelbî'den bu âyetin zekât âyetiyle mensûh olduğunu nakletmiştir ki bu, son derece uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekâtı vâcib kılmak Allah rızası için sevimli olanı harcama hususundaki teşvike nasıl ters düşer? Bazıları tabirindeki edatının, teb'iz (kısmîlik) mânasına geldiğini söylemişler ve "Abdullah İbn Mes'ud (radıyallahü anh) bu âyeti "Sevdiklerinizin bazısını infâk etmedikçe..." şeklinde okumuştur. Bunda, malın hepsini infâk etmenin caiz olmadığına bir işaret vardır. Hem sonra Cenâb-ı Allah, "Onlar, infâk ettikleri zaman ne israf eder, ne de sıkılık yaparlar, ikisi arası orta bir yol tutarlar" (Furkan, 67) buyurmuştur" demişlerdir. Diğer âlimler ise bu edatının beyâniyye olduğunu söylemişlerdir. Hak teâlâ'nın, "Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilicidir" ifâdesi ile ilgili şöyle bir soru vardır: Allahü teâlâ her zaman zaten bilici olduğu halde, niçin şart cümlesinin cevabı olarak, "Allah onu hakkıyla bilicidir" buyurulmuştur? Buna şu iki şekilde cevap verilir: 1- Bu tabirde ceza (karşılık verme) mânası vardır. Buna göre âyetin takdiri, "Her ne infâk ederseniz -ister az olsun ister çok olsun- o infakınızdan dolay Allah size mükafaat verir. Çünkü Allah onu bilir ve o Allah'a gizli kalmaz. Böylece Cenâb-ı Allah'ın o infakı bilmesi, "ona sevab vermesi" mânasında bir kinaye kılınmıştır. Bu gibi yerlerde, ta'riz (üstü kapalı anlatmak), açıkça ifâde etmekten daha beliğdir, 2- "Allahü teâlâ, ne gaye ile infâk ettiğinizi bilir. Yine Allah, sizi infâka sevkeden şeyin ihlas mı yoksa riya mı olduğunu ve sizin malınızın en iyisi ile en güzelini mi, yoksa en adîsi ile en kötüsünü mü infâk ettiğinizi bilir." Bil ki, "Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir" (Bakara, 197), ve "Allah, ne infâk ettiniz ise veya ne adadınız ise onu bilir" (Bakara, 270) âyetleri de bunun benzeridir. Keşşaf sahibi, âyetteki (......) tabirindeki (......) edatının, onların infâk ettiği şeyi beyân etmek için getirildiğini ve bunun mânasının "Allah, sevdiğiniz güzel şeylerden mi, yoksa hoşlanmadığınız kötü şeylerden mi infâk ettiğinizi bilir ve ona göre size karşılık verir" şeklinde olduğunu söylemiştir. |
﴾ 92 ﴿