99"De ki: "Ey Ehl-i Kitap, Allah yaptığınız her şeye şahid olduğu halde, Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz? "De ki: "Ey Ehl-i Kitap, kendiniz de şahid olduğunuz halde, niçin İman edenleri Allah'ın yolundan, onda bir eğrilik aramaya yeltenerek, döndürmeye çalışıyorsunuz? Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" Bil ki âyetin, öncesiyle irtibatı hakkında iki izah bulunmaktadır: 1- En uygun izaha göre Allahü Teâlâ, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetine, Tevrat ve İncil'de O'nun geleceğini müjdeleyen âyetlerden deliller getirince, bunun peşinden ehl-i kitab'ın şüphelerini zikretmiştir. Birinci şüphe, neshi inkâr etmekle ilgili olan şüphedir. Allahü teâlâ buna, "Yakub'un kendisine haram kıldığı şeylerden başka, yiyeceğin her türlüsü İsrâiloğuîlan için haram idi" (Âl-i imran, 93) âyetiyle cevap vermiştir. İkinci şüphe, Kâ'be, namazda Kâ'be'ye yönelmenin gerekliliği ve onu haccetmenin farziyyetiyle ilgili olan şüphelerdir. Allahü teâlâ buna da, "Muhakkak ki insanlar için kurulmuş ilk ev.." (âl-i imran, 96) âyetiyle cevap vermiştir. Böylece, delil getirme işi tamamlanmış, dalâlet sahiplerinin şüphelerine cevap verme işi tam ve mükemmel olmuştur. İşte Cenâb-ı Hak bunun peşisıra onlara yumuşak bir sözle hitab ederek, Bu apaçık deliller ortaya çıkıp, şüpheleriniz de yok olduktan sonra, niçin hâlâ Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?" demiştir. İşte bu, sözün tertibi ve nazmının güzelliği bakımından son derece mükemmeldir. 2- Allahü Teâlâ, Kâ'be'nin faziletlerini ve onu haccetmenin vâcib olduğunu beyân edince ve ehl-i kitap da, bunun gerçek din ve sahih inanç olduğunu biliyorlarken onlara, "Bunun hak ve gerçek olduğunu bildikten sonra, "Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?" demiştir. Bil ki, bâtıldan yana olan kimse, ya sadece kendisi sapıktır, veyahut da sapık olmasının yanısıra başkalarını da saptırıcıdır. Yahudiler ise, her iki sıfatla da mevsûf idiler. Bundan dolayı Allahü Teâlâ önce yumuşaklık ve rıfk yoluyla onların birinci sıfatını reddetmiştir. Bu âyetle ilgili bazı meseleler vardır: "Ey Kitap ehil Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?" ifâdesindeki "ehl-i kitap"tan kimin kastedildiği hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Hasan el-Basrî, "Onlar, ehl-i kitabın, Hazret-i Peygamberin nübüvvetinin sıhhat ve doğruluğunu bilen âlimleridir" demiş, buna da âyetteki, "Kendiniz de şahid olduğunuz halde" sözünü delil getirmiştir. Sazı âlimler de şöyle demiştir: "Bilâkis bundan murad, ehl-i kitabın tamamıdır. Çünkü onlar, bunu bilmiyor idiyseler de, hüccet onların aleyhlerinedir. Buna göre sanki onlar, istidlali terkedip taklide yöneldikleri için, bilip de sonra inkâr eden kimse gibi kabul edilmişlerdir." Eğer, "Niçin diğer kâfirler değil de özellikle ehl-i kitap zikredilmiştir?" denilirse, deriz ki: Bu, iki sebepten dolayıdır: 1- Biz, Allahü teâlâ'nın, ehl-i kitaba karşı, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin doğruluğu hususunda Tevrat ve İncil'den deliller getirdiğini sonra da onların bu konudaki şüphelerine cevap verdiğini açıklamıştık. Bu iş tamamlanınca Hak teâlâ onlara, "Ey Ehl-i Kitap.., " diye hitab etmiştir. İşte doğru tertip de budur. 2- Onların, Allah'ın âyetlerini bilmeleri, tevhidi ve nübüvvetin aslını itiraf ettikleri ve kitaplarında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in doğruluğunun şâhidler ile onun nübüvvetini müjdeleyen delilleri bildikleri için daha kuvvetlidir. Mu'tezile, Allahü teâlâ'nın "Allah'ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?" sözünde, küfrün onlar tarafından meydana getirildiğine bir delâlet bulunduğunu, bu azarlamanın yerinde olması için böyle olması gerektiğini söylemişlerdir. Nitekim insanların boylarının uzunluğu veya kısalığından, sağlıklı ve hasta oluşlarından dolayı kınanmaları da doğru değildir. Mu'tezile'nin bu görüşüne, ilim ve sebep meseleleriyle cevap verilir. Buradaki "Allah'ın âyetlerinden murad, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliği hususunda göstermiş olduğu âyetlerdir. Ehl-i kitabın bunları inkârlarından murad ise, bu âyetlerin Hazret-i Peygamberin nübüvvetine delâletini inkâr etmeleridir. Cenâb-ı Hak sonra "Allah yaptığınız her şeye şâhid olduğu halde" buyurmuştur. Bunun başındaki vâv, vâv-ı hâliyyedir ve bunun mânası şu şekildedir: "Allahü teâlâ sizin yaptıklarınıza şâhid olduğu halde ve bundan dolayı sizleri cezalandıracağı halde, sizler niçin, Hazret-i Muhammed'in doğruluğunu gösteren Allah âyetlerini inkâr ediyorsunuz. Bu durum, Allah'ın âyetlerini inkâra cür'et göstermemenizi gerektirir." Sonra Cenâb-ı Hak, onların bu sapıklıklarını yadırgayınca, bunun peşinden zayıf müslümanları saptırma gayretlerini yadırgadığını göstererek, "De ki: "Ey Ehl-i Kitâb, niçin imân edenleri Allah'ın yolundan döndürmeye çalışıyorsunuz?" buyurmuştur. Ferra şöyle demiştir'Arapçada (aynı manada olarak), (Onu menettim) fiilleri kullanılır." Hasan el- Basrî de, buradaki fiili, babından olmak üzere te harfinin zammesiyle (......) şeklinde okumuştur. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Ehl-i Kitap'ın, inananları Allah yolundan saptırmak istemeleri, zayıf müslümanların kalplerine şek ve şüphe sokmak suretiyle oluyordu ve onlar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sıfatlarının kendi kitaplarında anlatıldığını da inkâr ediyorlardı." Cenâb-ı Hak, daha sonra "Onda bir eğrilik aramaya yeltenerek" buyurmuştur. Aynı harfin kesresiyle, (......) kelimesi, din, söz ve benzeri şeyler gibi gözle görülmeyen herşey hakkında doğrudan sapma manasında kullanılır. Görülen varlıklardaki eğrilikler için, ayn harfinin fethası ile (......) kelimesi kullanılır. Meselâ duvar, kanal ve tahta vb. şeylerin eğrilikleri için... İbnû'l-Enbârî, fiili lam harf-i cerri ile kullanılmadığı zaman tek mef'ul alır. Meselâ "Mal, ücret ve sevap istedim" denilir. Âyette ise, "O yol için bir eğrilik arayarak..." denilmek istenmiştir. Sonra, Al-i harf-i cerri düşmüştür. Nitekim Araplar, "Sana bir dirhem bağışladım" derler. Bu, "Senin için bir dirhem bağışladım" demektir. Bunun bir benzeri de, "Senin için bir ceylan avladım" ifadesidir. Şâir de şöyle demiştir: "Onların uşakları yönetip geldi ve şöyle bağırdı: Size bir erkek deve kuşu mu, yoksa bir eşek mi avlayayım" yani, "Sizin için... avlayayım" demek istemiştir. Âyetteki tabirindeki zamiri "yol" "sebil"kelimeşine aittir. Çünkü "sebil", kelimesi, hem müennes, hem müzekkerdir. (......) kelimesi ile, eğrilik ve tahrif mânası kastedilir. Buna göre bu ifâdenin mânası, "Nesh, Bedâ"ya delâlet eder" yahut "Tevrat'ta Musa'nın şeriatının kıyamete kadar bakî olduğu zikredilmiştir" şeklindeki sözlerinizle, zayıf müslümanlara karşı ileri sürdüğünüz şüpheler ile, Allah'ın yolunu eğriltmek ve tahrif etmek mi istiyorsunuz" şeklindedir. Âyetin bir başka izahı daha vardır: O da, (......) kelimesinin hâl sayılmasıdır. Buna göre mâna, "Sizler, sapık olarak bunu istiyorsunuz" şeklinde olur. Buna göre sanki onlar, kendilerinin Allah'ın dini ve yolu üzere olduklarını iddia ediyorlardı da Hak teâlâ onlara, "Muhakkak ki sizler, sapıtmış olduğunuz halde Allah'ın yolunda olma peşindesiniz" demiştir. Bu izaha göre tyfö tabirinde bir lam harf-i cerri takdir etmeye gerek kalmaz. Ehl-i Kitabın Şâhid Olmasının Mânâsı Cenâb-ı Hak sonra, "Kendiniz de şâhid olduğunuz halde.." buyurmuştur. Bu ifâdenin birkaç türlü izahı vardır: a) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Yani, sizler Tevrat'ta, ondan başkasının kabul edilmeyeceği Allah dininin ancak İslam dini olduğuna şahid olduğunuz halde..." demektir." b) "Sizler, Hazret-i Muhammed'in peygamberliğine delâlet eden mû'cizelerin zuhur ettiğine şâhid olduğunuz halde..." c) "Sizler, Allah yolundan saptırmanın doğru olmadığını bildiğiniz halde..." d) "Sizler, dininizde olanlarınız arasında sözüne güvenilir ve önemli meselelerde şâhidliklerine itimâd edilir, âdil ve şâhidler olduğunuz halde..." Bunlar da yahudilerin âlimleridir. Buna göre mana şöyle olur: "Böyle olan bir kimseye, bâtıl ve yalan; sapıklık ve saptırmada ısrar etme nasıl yakışır?" Hak teâlâ daha sonra, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" buyurmuştur. Bu ifâdeden murad, vâtddir. Bu, bir insanın, gidişatını beğenmediği kölesine, "Senin ne durumda olduğun bana gizli değil. Bilmediğimi zannetme!" demesi gibidir. Allahü teâlâ bir önceki âyeti, "Allah yaptığınız her şeye şâhiddir" tabiriyle; bu âyeti de, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" tabiriyle bitirmiştir. Çünkü, onlar Hazret-i Peygamber'in nübüvvetini açıkça inkâr ediyorlar, ama müslümanların kalplerine şüphe atma işini açıkça yapmıyorlar, aksine bu hususta çok çeşitli hilelere başvuruyorlardı. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, açıkça yaptıkları işler hususunda "Allah şâhiddir"; gizli yaptıkları şeyler hususunda ise, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" buyurmuştur. Hak teâlâ, her iki âyette de, "De ki: Ey Ehl-i Kitap!.." hitabını tekrar etmiştir. Çünkü gaye, onları en güzel bir şekilde kınamaktır. Bundan dolayı, bu hoş hitabın tekrar etmesi, onları sapma va saptırma hususundaki yollarından çevirme konusunda yumuşak davranma gayesine daha uygundur ve din hususunda onlara nasihat edip sakındırmaya daha güzel delâlet etmektedir. |
﴾ 99 ﴿