101"Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat edecek olursanız, onlar sizi bu imanınızdan sonra döndürüp kâfir yaparlar. Karşınızda Allah'ın âyetleri okunup dururken ve Onun peygamberi içinizde iken, Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, muhakkak ki o sırat-ı müstakime (dosdoğru yola) hidayet edilmiştir" . Bil ki Allahü teâlâ, birinci âyette, ehl-i kitabın bir zümresini, saptırmak ve azdırmaktan sakındırınca, bu âyette de mü'minleri, ehl-i kitabın saptırma ve azdırmalarına karşı sakındırmış ve onları ehl-i kitabın sözlerine iltifat etmekten menetmiştir. Rivayet edildiğine göre, yahudi olan Şâs İbn Kays, ileri derecede bir kâfir, müslumanlara son derece kızgın olan ve hased eden birisi idi. Bir gün, Evs ve Hazreclilerin karışık bulunduğu bir ensar grubuna rastladı. Onları meclislerinde sohbet ederlerken ve câhiliyye dönemindeki düşmanlıklarının İslam'ın bereketi ile tamamen ortadan kalkmış olduğunu gördü. Bu durum o yahudinin zoruna gitti. Hemen onların yanına oturarak onlara, daha önce aralarında cereyan etmiş olan harbleri hatırlattı ve bu harbler hakkında söylenmiş olan bazı şiirleri tekrarladı. Bunun üzerine ensar topluluğu aralarında tartışmaya, birbirleriyle atışmaya başladılar ve "Silahlarınıza davranın, silahlarınıza" dediler. Durum Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ulaşınca, O, beraberinde muhacir ve ensardan bir grup müslümanla onların yanına geldi ve onlara şöyle didi: "Ben sizin içinizde olduğum ve de Allah sizlere, İslam ile ikramda bulunup kalblerinizi uzlaştırmış (yakınlaştırmış) olduğu halde, sizler câhiliyye hallerine tekrar dönmek mi istiyorsunuz?" dedi. Bunun üzerine onlar, bunun şeytanın bir işi ve o yahudinin bir hilesi olduğunu anladılar. Silahlarını atarak birbirleriyle kucaklaştılar ve sonra Allah'ın Resulü ile birlikte oradan gittiler. İşte, başlangıcı bundan daha kötü, sonu da bundan daha güzel başka bir gün olmamıştır. Allahü teâlâ, bu hadise üzerine bu âyeti indirdi. Âyetteki, "Eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir zümreye itaat edecek olursanız...'" buyruğundan muradın, bu hadise olması muhtemel olduğu gibi, bundan muradın yahudilerin gayret gösterdikleri hertürlü saptırmanın olması da muhtemeldir. Böylece Hak teâlâ, mü'minler eğer onların sözleri karşısında yumuşar ve onların sözlerini kabul edecek olurlar ise, bunun onları yavaş yavaş küfre düşüreceğini beyân etmiştir. Küfür ise, hem dünya hem de din bakımından helak olmayı ifâde eder. Dünyada helak olma, düşmanlıkların ve kızgınlıkların meydana gelmesi, fitnelerin çoğalması ve kan dökmeye varan savaşların çıkması sebebiyledir. Din hususunda helak olma ise meydandadır. Cenâb-ı Hak daha sonra, ' Karşınızda Allah'ın âyetleri okunup dururken ve O nun peygamberi içinizde iken, Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?" buyurmuştur. Taaccüb ve Hayret İfâdesinin Cenâb-ı Allah Hakkındaki Manası Buradaki (Nasıl) kelimesi hayret ifâde eder. Hayret ise ancak, o şeyin sebebini bilmeyen kimse için söz konusudur ve bu Allah hakkında imkânsızdır. Öyle ise bundan kastedilen, menetme ve tehdid etme mânâsıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onların arasında hertürlü şüpheyi izâle edip, hertürlü delili göstermesi ve onlara peşpeşe Allah'ın âyetlerinin okunması, adetâ onların küfre düşmesini engelleyen bir mania gibi olmuştur. Binâenaleyh Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında bulunanlardan küfrün sadır olması, bu bakımdan daha uzak bir ihtimaldir. Buna göre, "Eğer kendilerine kttab verilenlerden herhangi bir zümreye itaat edecek olursanız, onlar sizi bu imanınızdan sonra döndürüp kâfir yaparlar" âyeti, yahudi ve münafıkların en büyük gayelerinin müslümanları İslam'dan döndürmek olduğuna dikkat çekmektedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, müslümanları irşâd ederek, onlara vâcib olanın, bu gibi kimselerin sözlerine iltifat etmemeleri, aksine bu yahudilerden duydukları her şüpheye karşılık onu giderip, onun gerçeğini ortaya koyması için Allah'ın peygamberine dönmeleri olduğunu beyân etmiştir. Cenâb-ı Allah daha sonra da, "Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, muhakkak ki, sırât-ı müstakime hidayet edilmiştir" buyurmuştur. Bundan maksad şudur: Allahü teâlâ önce bir va'îd zikredince, bunun peşinden bu va'îd-i ilâhisini getirmiştir. "Kim Allah'a sımsıkı tutiınursa.." tabiri "Kim Allah'ın dinine sımsıkı tutunursa" mânasındadır. Bu ifâdenin, mü'minleri, kâfirlerin kötülüklerini savuşturma hususunda Allah'a iltica etmeye bir teşvik mânasında olması da caizdir. (......) kelimesi, Arapça'da birşeye iyice tutunmak mânasına gelir ve bunun aslı "ismet" masdarıdır. "İsmet", Arapça'da korumak ve muhafaza etmek mânasına gelir. "Âsım"da, koruyan ve meneden mânasına gelir. Bir kimse kendisini, bir belâya düşmekten korumak için bir şeye tutunduğunda denilir. Cenâb-ı Hakk'ın, Zeliha'nın lisanından naklettiği "And ederim ki, o (Yusurun) nefsinden murad istedim de o (kendisini koruyup) namuskârlık gösterdi" (Yusuf. 32) âyeti de bu manadadır. Katâde şöyle demiştir: "Cenâb-ı Hak, âyette küfre engel olan iki şey zikretmiştir: 1- Allah'ın âyetleri'nin okunması... 2- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onların arasında bulunması... Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Kitab'ın âyetleri ise ebediyyen bakidir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Muhakkak ki o, sırat-ı müstakime hidayet edilmiştir" buyruğuna gelince, âlimlerimiz bu âyeti, kulun fiillerinin Allah tarafından yaratıldığına delil getirmişler ve şöyle demişlerdir: "Çünkü onların Allah'a tutunmaları, Allah'tan olan bir hidayet kabul edilmiştir. Bu tutunma onların fiili ve Allah'tan bir hidayet olunca, bizim görüşümüz tahakkuk eder ve sabit olur." Mutezile ise bununla ilgili bazı izahlar yapmışlardır: 1- Bu hidâyetten murad, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah, o (Hitap) ile, rızasına uyarılan selamet yollarına hidayet eder" (Mâide. 16) âyetinde de buyurduğu gibi, tâatların yapılmasına bağlı olan lütuf ve ihsanları artırmadır Kaffâl (r.h)'in tercih ettiği görüş de budur. 2- Bu ifâdenin takdiri şöyledir: "Kim Allah'a sımsıkı sarılır ise, çok güzel bir şey yapmış olur. Çünkü o bunu yapmak suretiyle, dosdoğru bir yola hidayet edilmiştir." 3- "Kim Allah'a sımsıkı sarıhrsa, o cennetin yoluna hidâyet edilmiş demektir." 4- Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Muhakkak ki... hidâyet edilmiştir..." tabiri "Hidayet onun için, kaçınılmaz bir şekilde hasıl olmuştur." (Allah'a sarıldı mı, işi tamamdır, artık kurtulmuş demektir!) mânasındadır. Nitekim sen, "Sen falancaya geldiğinde, muhakkak ki kurtuldun demektir!" dersin. Sanki hidâyet meydana gelmiş de Cenâb-ı Allah bunu, olmuş olarak haber vermektedir. Çünkü Allah'a sımsıkı sarılan kimse, hidâyete ermeyi umar. Nitekim cömert (kerim) bir kimsenin yanına giden kimse, onun yanında felaha ermeyi umar. |
﴾ 101 ﴿