117

"Onların bu dünya hayatında İnfak ettikleri şeyin misali, kendilerine zulmeden kavmin ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın hâli gibidir. Onlara Allah zulmetmedi. Fakat kendileri kendilerine zulmediyorlar" .

Bil ki Allahü Teâlâ, kâfirlere mallarının fayda vermeyeceğini beyân edince, onlar matlarını bazan çeşitli hayır yollarında harcadıkları için, insanın aklına onların bu gibi infaklarından faydalanabilecekleri geliyor. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, o şüpheyi bu âyetle izale edip, onlar bu infâklarıyla Allah'ın rızasını kastetmiş olsalar bile, bundan faydalanamayacaklarını beyân buyurmuştur.

Bu Âyetteki Teşbihin Nevi ve İfâde Ettiği Mâna

Bu âyetle ilgili bazı meseleler vardır:

Birinci Mesele

"Mesel" (misâl) teşbih için çok kullanıldığından dolayı adetâ benzetilen şeyin bir alemi gibi olan benzer şey demektir. Netice-i kelâm, soğuk rüzgârın ekinleri yok edip helak etmesi gibi, onların küfürleri de infaklarının sevabını yok edip boşa çıkarır.

İmdi şayet, "Bu takdirde onların infâkları, helak olan ekine benzetilmektedir. O halde, infakları kavurucu ve soğuk bir rüzgâra nasıl benzetilir?" denirse, biz deriz ki "Teşbih (benzetme), iki kısımdır:

1- İki cümlenin cüzleri arasında benzerlik bulunmasa bile, iki cümlenin maksatları arasında bir benzerliğin bulunması; buna, teşbih-i mürekkeb ismi verilir.

2- İki cümleden kastedilen şeyler ile, iki cümlenin cüzleri arasında bir benzerliğin bulunması... Binâenaleyh biz âyetteki teşbihi, birinci kısım benzetmeden sayarsak, böyle bir soru zail olmuş olur.

Fakat onu ikinci kısım teşbihten kabul edersek, bu hususta şu izahlar yapılabilir:

a) Bunun takdiri, "küfürlerinin, infâk ettikleri şeyi yok etmede misali, ekini helak eden rüzgâr gibidir" şeklindedir.

b) "Onların infaklarının misâli, rüzgârın helak ettiği şey gibi, yani ekin gibidir."

c) Belki de Cenâb-ı Hak, "İnfak ettikleri şey..." ifâdesini, onların Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı asker toplamak ve O'na eziyet vermek için yaptıkları infaklara (harcamalara) işaret için getirmiştir. Bu infâk, onların yaptıkları hertürlü hayır ve taatı helak etmiştir. Bu izaha göre herhangibir takdir, takdim veya te'hire ihtiyaç duyulmaksızın, teşbih dosdoğru olmaktadır. Bunun manası şöyledir: "Onların daha önce yapmış oldukları iyi ve güzel şeyleri boşa çıkarma hususunda infaklarının misali, ekini yok etmede kavurucu ve soğuk bir rüzgâr gibidir." Bu izah, burayı yazarken hatırıma gelen bir izahtır. Çünkü onların, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e eziyet için yaptıkları harcamalar, küfrün en büyüğünden ve sâlih amelleri boşa çıkarmada en müessir şeylerdendir.

İnfaktan Burada Murad Olunan Şey

Alimler, infakın tefsiri hususunda ihtilaf etmiş ve şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir:

1- Burada infaktan murad, onların âhirette istifâde etmeyi umdukları bütün amelleridir. Allah, bunu infâk diye isimlendirmiştir. Nitekim O, "Şüphesiz ki Allah, (kendi yolunda) savaşan ve bu uğurda öldürüp öldürülen mü'minlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet (vermek) üzere satın almıştır. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da O'nun üzerine hak bir vaaddır. Allah kadar ahdine vefa eden kimdir? O halde (ey mü'minler) yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin..." (Tevbe, 111) buyurmuş ve bu işi bir alış-veriş olarak nitelemiştir Bu izahın doğruluğuna, "Siz, sevdiğiniz şeylerden Infak etmedikçe, asla iyiliğe ermiş olamazsınız.." (âl-i imran, 92) âyeti ile, ve "Mallarınızı aranızda bâtıl (yollar) İle yemeyin" (Nisa, 29) âyet-i kerimesi delâlet eder. Bu âyetlerdeki iyilik ve yemeden murad, bütün hayır işleri ve hertürlü faydalanmadır.

2- En münasib olan, buradaki infaktan muradın, mal infakı olmasıdır. Bunun delili ise, bu âyetten önce gelen, "Onların ne malları ne de evlatları Allah'ın azabını önlemekte asla kendilerine fayda veremeyecektir" âyetidir.

Üçüncü Mesele

"İnfâk edenlerden" maksad, bütün kâfirler veya bazı kâfirlerdir. Bu hususta iki görüş vardır:

1- Bundan murad, bütün kâfirlerdir. Çünkü hepsinin infakı da ya dünya ya da âhiret menfaatından dolayı olur. Eğer bunlar dünyevî menfaattar için yapılmış ise, bunun kâfir şöyle dursun, müslüman hakkında da bir faydası yoktur. Eğer âhiret menfaati için yapılmış ise, o bundan âhirette de istifade edemez. Çünkü inkârı. onun kâfirin bundan istifade etmesine mânidir. Böylece kâfirlerin her türtü nfakmın, âhirette bir fayda vermeyeceği sabit olmuş olur. Belki de onlar mallarını, marethaneler, ribatlar ve köprüler yapmak, fakir, yetim ve dullara iyilik etmek gibi hayır yollarında infâk etmişlerdir. Bu şekilde infâk yapan, bunlara karşılık büyük sevaplar umar. Fakat âhirete vardığında, küfrünün bütün bu hayırları silip götürdüğünü görür. Böyle bir kâfir, bir ekin ekip de ondan büyük verim bekleyen, fakat ortalığı kasıp kavuran bir rüzgârın isabeti ile ekini yanan ve bundan dolayı elinde sadece üzüntü ve keder kalan bir kimse gibi olur.

Bu durum, kâfirlerin mallarını hayır yollarında harcamaları halinde böyledir. Ama, mesela Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e eziyet etme, müslümanları öldürme ve beldelerini harap etme gibi iyi bir iş yapıyoruz zannı ile iş yaparken aslında isyan yapma hallerine gelince, işte bu durumda birinci durum hakkında verdiğimiz hüküm bu durum için daha doğru ve daha kuvvetli olarak vardır. Bu âyetin benzeri, "Biz, orûann yaptıktan işlere yöneldik ve onları saçılmış zerreler (değersiz şeyler) yaptık " (Furkan, 23); "Kâfirler şüphe yok ki mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar. Onlar, o (mallarını) infâk edecekler, sonra bu onlara bir yürek acısı olacak.." (Enfal, 36) ve O, kâfirlerin amelleri çöldeki bir serap gibidir.." (Nur, 39) âyetleridir. Bütün bu âyetler, kâfirlerin iyiliklerinin sevap getirmediğine delâlet eder. Bütün bu hususlar, "Allah mcak müttakilerin (İyiliklerini) kabul eder" (Mâide. 27) âyetinde toptan ifâde edilmiştir. Bu, en kuvvetli ve en doğru görüştür.

Bil ki, biz bu âyet-i kerimeyi, kâfirlerin âhirette ellerinin boşa çıkacağı şeklinde açıkladık. Yine, bu âyet-i kerimenin, kâfirlerin dünyada ellerinin boşa çıkacağı manasıyla tefsir edilmesi de uzak bir ihtimal değildir. Çünkü onlar, asker toplayıp ordular kurmak için çok mal hacamışlar, birçok meşakkatlere katlanmışlar; sonra da iş onların aleyhine dönmüş, Allah İslâm'ı üstün kılarak onu kuvvetlendirmiş, kâfirlerin bu harcamalarından ise, geriye sadece hayal kırıklığı ve hüsran kalmıştır.

2- Bundan murad, kâfirlerin bir kısmının durumunu bildirmektir. Bu görüşe göre, âyetin izahı hakkında birkaç görüş bulunmaktadır:

a) Münafıklar mallarını Allah yolunda harcıyorlar, ama bu "takiyye" yoluyla ve mûslümanlardan korktukları için oluyordu.. Böylece müslümanlara "müdârâ" yapıyorlardı. İşte âyet, onlar hakkında nazil olmuştur.

b) Âyet-i kerime, Bedir gününde, Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) aleyhine dayanışma içine girdikleri zaman Ebu Süfyân ve yandaşları hakkında nazil olmuştur.

c) Âyet-i kerime, yahudilerin en adi ve sefil tabakasının, tahrifte bulunmaları için kendi âlimlerine harcamada, infakta bulunmaları hakkında nazil olmuştur.

d) Bundan murad, o (bazı) kâfirlerin, tnfâk ettikleri ve aslında böyle olmadığı halde, Allah'a bir yakınlaşma vesilesi olmasını umdukları şeylerdir.

Dördüncü Mesele

Âlimler (kavurucu soğuk rüzgâr) kelimesi hakkında ihtilâfa düşerek, birkaç izah yapmışlardır:

a) Müfessirlerin ve dilcilerin ekserisi şunu demiştir: (......) kelimesi, şiddetli soğuğa denilir." Bu, İbn Abbas, Katâde ve İbn Zeyd'in görüşüdür.

b) (......) kelimesi, sıcak ve yakıcı rüzgâra, (âdeta) kaynayan ateşe denilir. Bu, Ebu Bekr el-Esamm ve Ebu Bekr İbn el-Enbari'nin tercihidir. İbnu'l-Enbarî şöyle demiştir: "Ateş, alevlendiği sırada bir ses çıkardığı için (......) diye isimlendirilmiştir. Yine kapının gıcırtısına, (......) denilir. "Şiddetli soğuk, ürkütücü ses çıkaran rüzgâr" kelimesi ise meşhurdur, (......) kelimesi ise, sayha, çığlık anlamındadır. Nitekim şu âyette de bu anlamdadır: "Derken karısı çığlık atarak geldi" (Zariyat, 29). İbnu'l-Enbarî senediyle İbn Abbas'tan, O'nun ifadesi hakkında "Onda bir ateş vardır" dediğini rivayet etmiştir. Her iki görüşe göre de, teşbihten kastedilen gaye elde edilmiştir. Çünkü, bu rüzgâr, helak edici soğuk bir rüzgâr da olsa birdir, yakıcı ve hararetli bir rüzgâr da olsa birdir. Çünkü her iki durumda da o, ekini ve mahsûlü yok eder.. Böylece de teşbih yerinde ve doğru olmuş olur.

Beşinci Mesele

Mu'tezile bu âyet ile, amellerin "ihbâf'ına istidlal etmiştir. Onlara göre: "Bu böyledir, çünkü, nasıl bu rüzgâr o ekinleri yok ediyorsa, bunun gibi küfür de yapılmış olan "infakı" yok etmekte, geçersiz kılmaktadır. Bu da ancak biz, "Eğer küfür olmasaydı, bu infâk âhirette faydalar temin etmeyi gerektirecekti " dediğimizde o doğru olur. O zaman da "ihbât" görüşünü öne sürmek sahihtir." Bizim âlimlerimiz buna şöyle diyerek cevap vermişlerdir: "Amel sevabı, ancak va'ad hükmünden dolayı gerektirmektedir. Allah'ın va'adi ise, imanın bulunmasıyla mukayyettir. Küfür bulunduğundaysa, şart bulunmadığı için şarta konu olan şey de bulunamaz.. Çünkü küfür onu, daha önce bulunuyorken izâle etmiş, yok etmiştir. "İhbât" görüşünün batıl olduğuna dair deliller Bakara sûresinin tefsirinde (Ayet. 217) geçmişti.

Cenâb-ı Hak daha sonra, "Kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerini vurup..." buyurmuştur. Bu tabir hakkında bir soru bulunmaktadır. Oda: "Niçin "Kavmin ekinlerini vurup" demekle yetinilmemiş de, "kendilerine zulmedenler" ifâdesi getirilmiştir? Bundaki fayda nedir?" denilrnesidir.

Deriz ki: Cenâb-ı Hakk'ın, "Kendilerine zulmedenler" tabirinin tefsiri hususunda şu iki izah yapılmıştır:

a) Onlar Allah'a isyan ettiler, böylece de, kendilerine bir ceza olsun diye, ekinlerinin helak olmasına müstehak oldular. Bu ifâdenin zıkredilmesindeki gaye de şudur: "Bu, onların infâk ettikleri şeyleri, ortadan tamamen kaybolan, kendisinden geriye hiçbir şey kalmayan bir şeye benzetmektir." Kâfir olan zâlimlerin ekini ise, külliyen yok olup giden ve kendisinden, ve dünyada ve de âhirette hiçbir fayda temin edilemiyen bir ekindir. Müslüman mü'minlerin ekini ise, külliyyen kaybolmaz. Çünkü onun ekini görünürde, maddi olarak gitse bile, mâna bakımından kaybolmaz. Çünkü Allahü teâlâ, ekinlerinin maddi olarak gitmesi sebebiyle onlara arız olan bu üzüntüye mukabil, onların sevabını arttırır.

b) Bu ifâdeden maksat, onların, ekinlerini ekilmeyecek bir yere ekmiş veyahut da ekim zamanının dışında ekmiş olmalarıdır. Çünkü "zulm", bir şeyi uygun olmadığı yere koymaktır. Bu açıklamaya göre, "vech-i teşbih" kuvvetlenmektedir. Çünkü ekini yerinde ve zamanında yapmayan kimse, mutlaka ziyan eder. Sonra bu ekine soğuk rüzgâr da isabet edince, onu eken haydi haydi ziyana uğrar. Burada da böyledir; çünkü kâfirler infâkı yerinde ve zamanında yapmayıp, ayrıca da buna küfürlerinin uğursuzluğu isabet edince onun ziyankâr olmaması imkânsız olur. Allah en iyi bilendir.

Cenâb-ı Hak sonra, "Onlara Allah zulmetmedi Fakat kendileri kendilerine zulmediyorlar" buyurmuştur.

Bu tabirin mânası şudur: "Allahü Teâlâ, onların infaklarını kabul etmemek suretiyle onlara zulmetmemiştir. Fakat onlar, bu infâk ve harcamaları, Allah katında makbul olmalarına mâni olacak bir biçimde yapmış oldukları için, kendilerine zulmetmişlerdir." Sâhib-i Keşşaf şöyle demiştir: (......) kelimesi, Fakat nefislerine, onlara zulmediyorlar..) anlamında, şedde ile (......) şeklinde okunmuştur. (......)deki şan zamirinin düştüğünü kabul ederek, (......) şeklinde okumak caiz değildir. Çünkü bu, ancak şiirde caiz olur.

Müminlerden Başkasını Sırdaş Edinmeyin

117 ﴿