119

“İşte siz o kimselersiniz ki, onları seversiniz; halbuki onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tamamına inanırsınız, onlar ise sizinle karşılaştıklarında, "İnandık!" derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: "Ceberin kininizle." Muhakkak ki Allah, onların sinelerinde olan herşeyi hakkıyla bilir" .

Bil ki, bu ifâde, mü'minleri münafıklarla içli dışlı olmaktan menetmenin bir başka şeklidir. Âyet ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Seyyid es-Serahsî (Allah ona selâmet versin) şöyle demistir: "Âyetin başındaki (......) lâfzı, tembih edatıdır. (......) kelimesi mübteda, (......) kelimesi de onun haberidir. (......) cümlesi ise, ism-i işaretten hal olarak nasb mahallindedir. Yine (......) kelimesinin (......) manasında olması, (......) cümlesinin onun sılası ve sılası ile birlikte ism-i mevsulün, (......) kelimesinin haberi olması da caizdir." Ferrâ ise, (......) kelimesi haber, (......) cümlesi ise ikinci bir haberdir" demiştir.

Bu Sevme ve Sevmemenin Ne Şekillerde Tezahür Ettiği

Hak teâlâ, bu âyette üç şey zikretmiştir. Bunlardan herbiri, mü'minin mü'min olmayanları kendisine sırdaş edinmesinin caiz olmayacağına delâlet etmektedir:

a) Âyetteki, "(Siz) Onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler" ifâdesi... Bu cümlenin izahı hakkında birkaç görüş vardır:

a) Mufaddal şöyle demiştir: "Âyetteki "Onları seversiniz" ifâdesi, "Siz onlar hakkında, en hayırlı şey olan İslâm'ı istersiniz" manasındadır. 'Halbuki onlar sizi sevmezler" tabiri de, "Çünkü onlar, sizin küfür üzere kalmanızı arzu ederler" manasındadır. Şüphe yok ki bu, helak olmayı gerektirir.

b) "Sizlerle onlar arasındaki süt kardeşliği ve akrabalıktan dolayı, siz onları seversiniz. Halbuki onlar, müslüman olmanızdan dolayı sizi sevmezler."

c) "Siz onları, size karşı "inandık" demeleri sebebiyle seversiniz. Halbuki onlar, içlerinde küfürleri iyice yerleşmiş olduğu için sizi sevmezler."

d) Ebû Bekr el-Esamm şöyle demiştir: "Sizler onları, çeşitli âfet ve sıkıntılara düşürmek istememek suretiyle seviyorsunuz. Onlar ise sizi çeşitli belâ ve sıkıntılara düşürmek, başınıza her türlü musibetin gelmesini beklemek suretiyle sizi sevmezler."

e) "Siz onları, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i sevdiklerini söyledikleri ve Peygamberi seven sevileceği için seversiniz. Onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i sevdiğiniz, kendilerinin ise ona boğzettiklerini bildikleri için sizi sevmezler. Buğzedileni sevene de buğzedilmiş olur.

f) Sizler onları söversiniz. Yani onlara karışır, dinî sırlarınızı onlara açarsınız. Hribuki onlar sizi sevmezler, yani, size aynı şekilde davranmazlar."

Bil ki yaptığımız bütün bu izahlar, mü'minlerin onları sevmesini, onların da buğzetmelerini gerektiren sebeblere işarettir ki bütün bunlar âyetin muhtevasına dâhildir. Allahü teâlâ, mü'minlere, onların kendilerine kin beslediklerini ve onların bu buğzetmelerinde haksız olduklarını bildirince, bu husus tabiî ve şer'î bakımdan, mû'minlerin münafıklara buğzetmesine sebep olmuştur.

Bunun ikinci sebebi, "Siz kitabın tamamına inanırsınız" Ayetinin ifâde ettiği husustur. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âyette bir hazif vardır ve takdiri şu şekildedir: "(Onlar kitaba inanmadıkları halde) siz kitabın tamamına inanırsınız." Bu hazif yerinde bir haziftir. Çünkü biz iki zıddın birlikte anlaşılacağını söylemiştik. Binâenaleyh iki zıddan birisinin zikredilmesi, diğerinin zikredilmesine gerek bırakmaz.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak, burada "kitap" kelimesini şu sebeplerden dolayı müfred olarak getirmiştir:

a) Kitap cinsi manasına alınarak.. Bu, Arapların, "insanların elinde dirhem (para) çoğaldı" demeleri gibidir. Bundan maksat "paralar, dirhemler"dir.

b) Masdar ancak, te'vil edilerek cemî sayılır. İşte bu sebepten ötürü "kitap" yerine kütüb" denilmez. Eğer birisi böyle der ise, bu da tevessüan caizdir. (Normal bir cevaz sayılmaz.)

Üçüncü Mesele

Sözün takdiri şöyledir: "Siz, bütün kitaplara imân edersiniz. Onlar ise, buna rağmen size buğzederler. Öyle ise, onlar sizin kitabınızın hiçbir şeyine imân etmezlerken, daha ne diye onları seviyorsunuz?" Bu ifâdede, "Onlar, sizin hak dâvanızda sebatınızdan. kendi batıl davalarında daha katıdırlar" denilerek, şiddetti bir tevbîh (azar) yapılmıştır. Bunun bir benzeri de. "Siz elem duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin gibi elem duyuyorlar. Halbuki siz, Allah'tan onların ümid etmeyecekleri şeyleri umuyorsunuz" (Nisa, 104) âyetidir.

Müslümanların onlarla içli dışlı olmalarının çirkinliğinin üçüncü sebebi de, "Onlarsizinle karşılaştıklarında "inandık" derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar" (Al-i imran. 119) âyetinin ifâde ettiği husustur. Bunun manası şudur: Onlar, birbirleriyle başbaşa kaldıklarında, mü'minlere karşı düşmanlığın ve kinin en ilerisini ortaya korlar. Öyle ki bu şiddet onların, parmaklarının ucunu ısırmaları derecesine varır. Bu, tıpkı birimizin gayesini elde edememekten dolayı, iyice öfkelenip, alabildiğine hüzünlendiği zaman, parmaklarının ucunu ısırması gibidir. Kızan insanların böyle yapması çok rastlanan birşey oduğu için, "parmakları ısırma" kızgınlıktan kinaye olan bir tabir halini almıştır. Öyle ki, ortada hakiki manada bir ısırma bulunmasa bile, kızan kimseler için, "O, öfkesinden parmaklarını ısırıyor" denilmiştir. Müfessirler, "Onlar, mü'minlerin birbirleriyle ülfet edip, söz birliği ettikleri ve birbirlerinin aralarını bulduklarını gördükleri için, bu denli öfkelenmişlerdir" demişlerdir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Deki: "Ceberinkininizle..."buyurmuştur ki bu onlar için, ölünceye kadar kinlerinin artmasına yapılan bir bedduadır. Onların kinlerinin artmasından murad ise, kinlerinin artmasını gerektiren İslâm'ın daha fazla kuvvet buluşu, ve müsfümanların izzet sahibi olmaları ve kendilerinin de zillet ile hizy içine düşmeleridir.

Buna göre, "De ki: "Geberin kininizle..." ifâdesi, kinlerini sürdürmelerini emirdir. Müslümana ve İslâm'a kin tutmak ise küfürdür. Binâenaleyh bu, onların küfürde devam etmelerini emretme olur ki caiz değildir?" denilir ise, biz deriz ki: "Bunun, onların gayzmın artmasını gerektiren şeylerin artması, yani İslâm'ın kuvvet bulması manasında bir duâ olduğunu beyân etmiştik. Böylece, bu sual sakıt olur. Bir de bu, onlar arzuladıklarına ulaşmazdan önce, ölmelerine duâ etmedir.

Daha sonra da Cenâb-ı Allah, "Muhakkak ki Allah, onların sinelerinde olan herşeyi hakkıyla bilir" buyurmuştur ki bununla ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

(......) kelimesinin, müzekkerin nisbeti için konulmuş bir kelime oluşu gibi, (......) kelimesi de müennesin nisbeti için konulmuş bir lâfızdır. Buna göre tabirinden murad, kalplerde bulunan düşünceler, orada yer eden niyet ve maksatlardır. Bunların herbiri, bir hal oldukları için ona nisbet edilmiş ve böylece o hal, kalbin adetâ sahibi Binâenaleyh bu tabirin manası, "Allahü teâlâ, sizin kalbinizde bulunan, niyetler, ard niyetler ve maksatları bilir" şeklindedir.

İkinci Mesele

Keşşaf sahibi, bu ifâdenin de (De ki) kelimesinin, mefûlü (mekulu'l-kavl) olabileceği gibi olmayabileceğini de söylemiştir. Birinci ihtimale gelince, bu durumda takdir şöyle olur: "Onlara, kendileriyle başbaşa kaldıklarında kin ve hasedlerinden dolayı gizlice parmak uçlarını ısırdıklarını haber ver ve de ki: "Allah, sizin aranızda gizlediğiniz şeylerden daha gizlilerini bilir. Bu da, göğüslerde sakladıkları şeylerdir. Binâenaleyh siz, sırlarınızın Allah'a gizli kalacağını sanmayınız..."

İkinci ihtimale gelince bu da, bu ifâdenin, sözünün mef'ûlü olmamasıdır. Buna göre bunun manası şudur: "Ey Muhammed, onlara bunu söyle.. Benim, seni onların gizlemiş oldukları şeylere muttali kılmama şaşma. Çünkü ben, bundan daha gizlisini bilirim; bu da onların kalplerinde saklayıp da, dilleriyle izhar etmedikleri şeylerdir.." Burada herhangi bir sözün söylenmiş olmaması ve Hak teâlâ'nın "Geberin kininizle..." ifâdesinin de, İslâm'ı aziz kılmak ve bu vesileyle de onları zelil kılarak o kâfirlerin kin ve hasetlerinden helak olacaklarına dair, Allah'ın peygamberine olan va'adini gerçekleştirmek için onun nefsini hoş tutmak, ümit ve beşaretini güçlendirmek gayesiyle Hazret-i Peygamber'e bir emir olması da muhtemeldir. Buna göre sanki, Hazret-i Peygamber'e "Bunu nefsine söyle" denilmiştir. Allah en İyi bilendir.

Mü'minleri Sevindiren İşler Münafıkları Üzer

119 ﴿