123

"Andolsun ki, siz daha zayıf olduğunuz halde Allah size "Bedir"de kati bir zafer verdi. Binâenaleyh Allah'tan ittikâ edinr tâ ki şükretmiş olasınız" .

Âyetin öncesi ile irtibatı hususunda iki izah vardır:

a) Allahü teâlâ, Uhud'dan bahsedince peşisıra Bedir savaşı kıssasını getirmiştir. Çünkü müslümanlar Bedir günü, alabildiğine fakir ve güçsüz idiler. Kâfirler ise, bunun aksine son derece güçlü ve kuvvetli idiler. Daha sonra Allahü teâlâ bu müslümanları, müşriklere galip kıldı ve bu, insanın maksad ve gayesine ancak Allah'a tevekkül ve O'nun yardımını dilemesiyle ulaşabileceğine delâlet eden en kuvvetli delillerden biri oldu. Bu hadiseyi zikretmenin maksadı, "Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir şekilde zarar veremez" (Al-i İmran. 120) ve "Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsin" (Al-i İmran. 122) âyetlerini te'kid etmektir.

b) Allahü teâlâ bu iki cemaatin, nerede ise bozulmak üzere olduğundan bahsetti, daha sonra da, "Halbuki onların yardımcısı Allah'dı. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsin" yani, "yardımcısı ve destekçisi Allah olan kimselere böyle dağılma, korku ve za'af nasıl uygun düşer!" buyurdu. Cenâb-ı Hak, bunu Bedir hadisesi ile te'kid etti. Çünkü müslümanlar, o zaman son derece güçsüz idiler. Allahü teâlâ onlara yardım ettiği için, gayelerine ulaşmış ve düşmanlarını ezmişlerdi. İşte burada da böyledir. Âyetin öncesi ile münâsebetinin izahı budur. Bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır:

Bedr Kelimesi Hakkında

"Bedir" kelimesi hakkında şu görüşler vardır:

a) "Bedir", bu ismi taşıyan bir adamın sahip olduğu kuyunun ismidir. O kuyu, sahibinin adıyla adlandırılmıştır. Bu, Şa'bî'nin görüşüdür.

b) "Bu kelime, bir kuyunun adıdır. Bu, bir yerin, sahibinin ismi verilmeksizin başka bir isimle isimlendirilmesi gibidir." Vahidî ve hocalarının görüşü böyledir. Bunlar, Şa'bî'nin görüşünü kabul etmemişlerdir. Bedir, Mekke ile Medine arasında bulunan bir su (kuyu)dur.

İkinci Mesele

(......) kelimesi, "zelil"in çoğuludur. Vahidî şöyle demiştir: "Fa'il" vezni üzerinde bulunan kelimeler sıfat iseler, "zarif" kelimesinin "zurefâ"; "kesir" kelimesinin "küserâ" ve "şerik" kelimesinin "şürekâ" vezninde cemî olması gibi, fu'alâ vezninde cemîlenirler. Fakat Araplar muzaaf (şeddeli) olan kelimeleri, fu'alâ vezninde cemîlemekten kaçınmışlardır. Çünkü onlar eğer, "kalîl"in cemisi olarak halîl"in cemisi olarak demiş olsalardı, aynı cinsten iki harf bir arada bulunmuş olurdu. Bundan dolayı fu'alâ kalıbını bırakıp "ef'ile" kalıbına dönmüşlerdir. Çünkü fa'îl vezninin cemilerinden birisi de "ef'ile"dir. Meselâ ve kelimelerinde olduğu gibi. Böylece Araplar, "zelil" kelimesini (......) şeklinde cemî yapmışlardır. Keşşaf sahibi, (......) kelimesinin cem-i kıllet vezninde olduğunu, Cenâb-ı Hakk'ın da, onların zelil oluşlarının yanısıra saytca azlıklarına delâlet etmesi için bu vezni zikrettiğini söylemiştir.

Üçüncü Mesele

Âyetteki "Siz daha zayıf olduğunuz halde.." cümlesi "hal"dir. Müslümanlar şu sebeplerden dolayı zelil (zayıf) idiler:

a) Allahü teâlâ, "Halbuki şeref, kuvvet ve gâlibiyyet Allah'ındır, peygamberindir, mü'minlerindir" (Münâfikûn. 8) buyurmuştur. Binâenaleyh burada bahsedilen zilletin, bu âyetin manasına ters düşmeyecek şekilde tefsir edilmesi gerekir. Bu da, kelimenin, "müslümanların sayılarının az olması, hallerinin zayıflığı, silah ve mallarının yetersizliği, düşmana karşı koyacak gücü olmama" ile tefsir edilmesidir. Buna göre buradaki zilletin manası, düşmana karşı koyamamadır ki bunun zıddı izzettir. İzzet de, şeref, kuvvet ve gâlibiyyet demektir. Müslümanların Bedir'de üçyüz küsur oldukları, sadece bir tek süvarilerinin bulunduğu, ekserisinin piyade olduğu ve çoğu kez bir grubun tek deve ile idare ettikleri; kâfirlerin ise ikibin kadar oldukları, çok silah ve mükemmel hazırlıklarının yanısıra yüz civarında süvarileri bulunduğu rivayet edilmiştir.

b) Belki de bundan murad, sayıları ve silahları az olduğu için, müslümanların, müşriklerin inanç ve iddialarına göre zelil sayılmalarıdır. Bu husus, Cenâb-ı Hak, kâfirlerin "En şerefli ve kuvvetli olan, oradan en zelil olanı muhakkak çıkaracaktır" (Münafikun, 8) dediklerini nakletmesi gibidir.

c) Sahabe Mekke'de, kâfirlerin bir güç ve servet içinde olduklarını görüyorlardı. Bu vakte kadar, kâfirler üzerinde bir hükümranlığın kurulduğu görülmemişti. Böylece, onların heybetleri müslümanların kalplerinde varlığını sürdürüyor, onların büyük ve kuvvetli sanılması, gönüllerinde yer ediyordu. Bu sebeple müslümanlar, onlardan korkuyor ve onlardan çekmiyorlardı.

Daha sonra Hak teâlâ, "Resûlüyle sebat etme hususunda Allah'tan korkunuz"; "Umulur ki, takvanız ile, Allah'ın size nimet olarak vermiş olduğu yardıma şükretmiş olursunuz" buyurmuştur. Veyahut da "Cenâb-ı Hak size. kendisine şükredeceğiniz bir başka nimeti in'âm eder" şeklindedir. Böylece şükür in'amın sebebi olduğu için, Cenâb-ı Hak şükür kelimesini "in'âm etmek" kelimesi yerinde kullanmıştır.

Üçbin Meleğin Yardıma Gelmesi

123 ﴿