145

"Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. O, va'desiyle yazılmış bir yazıdır. Kim dünya sevabını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükafaatlandıracağız" .

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu âyetin, önceki âyetlerle irtibatı hususunda birkaç izah vardır:

1- Münafıklar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in öldürüldüğü haberini yaymışlardı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, hiç bir insanın Allah'ın izni, kaza ve kaderi olmaksızın ölmeyeceğini söylemiştir. Binâenaleyh Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in öldürülmesi, ancak Allah'ın takdir ve tayin etmiş olduğu vakitte meydana gelebileceği için, vefat etmesi gibidir. O, nasıl evinde ölmüş olsaydı, bu onun dininin bozukluğuna delâlet etmeyecek idiyse, aynen bunun gibi, öldürülmesinin de dinin fesadını göstermede bir tesiri yoktur. Bundan maksad, münafıkların, zayıf müslümanlara, "Muhammed öldüğüne göre, daha önce benimsemiş olduğunuz dininize geri dönünüz" şeklindeki sözlerini iptal etmiştir.

2- Bu ifâdeden muradın, sakınmanın kaderi savuşturamayacağını, hiç kimsenin eceli dolmadan ölemeyeceğini, ecel geldiği zaman ölümü hiçbirşeyin geri çeviremeyeceğini, binâenaleyh korkunun ve korkaklığın ecele hiçbir faydası olmadığını bildirmek suretiyle müslümanları cihâda teşvik etmektir.

3-Bu tabirden murad, Allah'ın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i koruması ve O'nu bu korkunç savaştan sağ salim kurtarmasıdır. Çünkü bu hadisede, hertürlü helak sebebi var idi. Ancak Cenâb-ı Hak koruyup muhafaza edince O'na hiçbirşey zarar verememiştir. Burada ashabın Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i müdâfaada kusur ettiklerine bir dikkat çekme vardır.

4- Allah'ın izni olmadıkça kimse ölemez. O halde, Hazret-i Peygamber'in ölümü haberini yayan kimselerin bu asılsız haberlerinde, Hazret-i Peygamber'in ölümünü gerçekleştiren veyahut küfrün kuvvet bulmasına yardım eden birşey yoktur. Aksine Cenâb-ı Hak O'nu, İslâm dini bütün dinlere galip ve üstün gelinceye kadar, hayatta bırakmıştır.

5- Bu ifâdeden maksat, münafıkların sözlerine cevap vermektir. Çünkü sahabe, içlerinden bazıları öldürülmüş olduğu halde dönünce, münafıklar, "şayet onlar bizim yanımızda yer almış olsalardı, ne ölür ne de öldürülürlerdi" demişlerdir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, ölümün ve öldürülmenin ancak Allah'ın izni ve ecelin gelip çalmasıyla olduğunu haber vermiştir. Allah doğruyu en iyi bilendir.

Ölüm Allah'ın İzniyle Olur Sözünün Mânası

Âlimler âyette geçen "izin" kelimesinin tefsiri hakkında ihtilâf etmiş ve şu görüşleri belirtmişlerdir:

a) "Buradaki "izin", emir verme manasınadır." Bu, Ebû Müslim'in görüşüdür. Buna göre mâna, "Allahü teâlâ, ölüm meleğine ruhları almasını emreder ve herkes bu emir sebebiyle ölür" şeklindedir.

b) Bu kelimeden maksad, "Bir şeyin (olmasmı) dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "ol" dememizden ibarettir. O da hemen oluverir" (Nahl, 40) âyetinde anlatılan husustur. Buna göre, "ol" emrinden maksad, Allah'ın tekvini, yaratması ve var etmesidir. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse öldürmeye ve diriltmeye kadir olamaz. O halde bu âyetteki "izin"den maksat, "Herkes ancak Allah'ın öldürmesi ile ölecek" mânâsıdır.

c) Buradaki "izin"den maksadın, salıverme, kendi haline bırakma, kahr ve icbar ile men etmeyi bırakmaktır. (Yani birşeyi yapmaya müsaade etmektir.) Hak teâlâ'nın, "Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç bir kimseye zarar verici değillerdir" (Bakara, 102) âyeti de böyle tefsir edilmiştir, yani, "Allah'ın salıvermesi olmadıkça..." demektir. Çünkü Allahü teâlâ, onları bundan zorla engellemeye kadirdir. Buna göre âyetin mânası, "Hiç bir nefis, Allah'ın, katil ile maktul arasından çekilerek onlara müsaade etmedikçe, ölmeyecek şeklinde olur. Fakat Cenâb-ı Hak, peygamberini korur ve peygamberi ile gönderdiği dinin tebliği onun elinde tamamlansın diye, peygamberinin önüne ve arkasına koruyucu ve gözetleyici (melekler) kor. Yine Cenâb-ı Hak, insan için takdir ettiği ecel doluncaya kadar, o insan ile ölümü arasından çekilmez. Binâenaleyh bundan sonra savaş ve gazvelerinizde, "Hazret-i Muhammed öldürüldü" diye asılsız haber yayanların şayiaları ile hayal kırıklığına uğramayınız."

d) Buradaki "izin", ilim manasınadır. Buna göre âyet, "Herkes, ancak Allah'ın öleceğini bildiği zaman ölür. O vakit gelince, ölüm kaçınılmaz" manasındadır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "(Ümmetlerin) ecelleri geldiği zaman, artık bir saat geri de kalamazlar, öne de geçemezler" (Yunus, 49) buyurmuştur.

e) İbn Abbas(radıyallahü anh), buradaki "izin" kelimesinin, Allah'ın kaza ve kaderi manasına olduğunu söylemiştir Çünkü hiçbirşey, Allah'ın mesî'eti ve irâdesi olmadan meydana gelemez. Böylece bu, temsîlî olarak, sanki, Allah'ın izni olmadan kimsenin teşebbüs etmesinin uygun olmadığı bir fiil kılınmıştır.

Üçüncü Mesele

Ahfeş ve Zeccâc, bu âyetteki lâm harfinin nefiy manasında olduğunu ve takdirinin, "Allah'ın izni olmadan hiç kimse ölmez" şeklinde olduğunu söylemişlerdir.

Öldürülen İnsan da Eceliyle Ölür

Âyet-i kerime, öldürülen insanların da ecelleriyle öldüğüne ve ecellerin değişmesinin imkânsız olduğuna delalet eder, Allahü Teâlâ'nın, "(O) va'desiyle yazılmış bir yazı(dır)" buyruğu hakkında birkaç mesele bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Bu tabir, makablinin delâlet ettiği (mahzûf) bir fiil ile mansubtur. Çünkü "Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur" âyeti, (Allah yazdı) sözünün yerine kâim olan bir ifâdedir. Buna göre kelâmın takdiri, "Allah, vadesiyle yazılmış bir yazı olarak yazdı" şeklindedir. Bunun bir benzeri de, "Allah'ın size bir farzı olarak..." (nisa, 24) âyetidir. Çünkü "Analarınız... size haram kılındı., ." (Nisa, 23) âyetinde, bu haremliği yazıp farz kıldığına bir delâlet vardır. Kur'ân'daki (Neml, 68); (Rûm, 6); (Rûm. 30) Ve (Bakara, 136) ifâdeleri de bunlar gibidir.

İkinci Mesele

"Kitab-ı müeccel"den murad, ecelleri yazan kitapdır. Bunun Levh-i Mahfuz manasında olduğu da söylenmiştir. Nitekim hadiste, "Allah (kader) kalemine "yaz" dedi de, o da kıyamete kadar olacak herşeyi yazdı" diye bildirilmiştir.

Bil ki, bütün hadiselerin, Allah'ın malûmatı dahilinde olması gerekir. Alemin yaratma, rızık verme, ecel, saadet ve şekavet gibi bütün hâdiselerinin mutlaka Levh-i Mahfûz'da yazılmış olması gerekir. Binâenaleyh hâdiseler eğer Allah'ın ilminin aksine vuku bulacak olursa, ilm-i ilâhi, cehalete, bu kitap da (kader de) yalana dönüşmüş olur ki, bunlar imkânsızdır. Durum böyle olunca, herşeyin, ancak Allah'ın kaza ve kaderi ile meydana geldiği sabit olmuş olur. Âlimlerden birisi, bu manayı, bu ayetin tefsirinde zikrederek, bunu sâdık ve masdûk (doğru ve doğrulanmış) olan Hazret-i Peygamber'in şu meşhur hadisi ile te'kid etmiştir: "Hazret-i Adem, Musa'ya hüccet getirerek gâlib geldi." Buhârî, Tefsir, sûre 20, 1-3; Müslim, Kader, 13-15 (4/2042-2043). Kâdî şöyle demiştir: "Ecel ve rızık Allah'a nisbet edilmiştir. Fakat küfür, fasıklık, iman ve taat, bütün bunlar kula nisbet edilmiştir. Allah bu gibi şeyleri takdir ettiğinde, kulun onları tercih edeceğini bildiği için takdir etmiştir. Bu da kulu, yerilmekten veya övülmekten kurtarmaz."

Bil ki, mes'elenin müşkil cihetini gözardı etmesi, burada Kâdî'den beklenir. Çünkü biz, Allah, kulun kâfir olacağını bilip, bunu Levh-i Mahfuz'a yazdığında, kul imân edecek olursa bu, iki zıddı birleştirmek olur. Çünkü onun kâfir olacağını bilmek ve kâfir olmayacağı halde onun kâfir olacağını doğru bir haber diye bildirmek, iki zıddı birleştirmek olur ki bu imkânsızdır. Meselede susturma (ilzam) yeri burası olunca, bu ilzam ile alakası olmayan yabancı kelimelerle meseleyi ifâde etmeye kaçma Kâdî'ye nereden fayda verecek?

Hak teâlâ, "Kim dünya sevabım dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükafaatlandıracağız" buyurmuştur.

Bil ki Uhud'da bulunan müslümanlar iki kısım idiler. Bir kısmı dünya menfaatini, bir kısmı da âhiret sevabını istiyorlardı. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın bu sûrede, biraz ileride bahsettiği şekildedir. Dünya için savaşa katılanlar ganimet elde etmek ve şöhret kazanmak için katılmışlardı. Bunların mutlaka hezimete uğraması gerekiyordu. Din için katılanların ise, mutlaka yenilmemeleri gerekiyordu. Sonra Allahü Teâlâ, bu âyette dünyayı isteyenlerin maksadlarının bir kısmına ulaşacaklarını, âhireti isteyenlerin de aynı durumda olacaklarını beyân etmiştir. Bunu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Ameller niyetlere göredir..." Buhârî'nin ilk hadisi. hadis-i şerifi izah eder.

Bil ki bu âyet, bilhassa cihad hakkında ise de, bütün ameller hakkında umumî bir ifâdedir. Çünkü sevâb veya ikâba müstehak olmada müessir olan, amellerin zahiri değil, maksad ve niyetlerdir. Çünkü karşısında güneş varken öğleyin alnını yere koyan kimse, bu secdesi ile Allah'a ibâdet niyetinde olursa, bu İslâm'ın temel ibadetlerinden biri olmuş olur. Fakat bununla güneşe secde etmeyi kastederse, bu da tam bir küfür olur. Ebû Hureyre (radıyallahü anh), Allahü Teâlâ'nın kıyamet günü, Allah yolunda savaşan Kimseye, "Niçin savaştın?" diye soracağını, onun da, "Yolunda cihâd etmemizi emrettin, ben de savaştım ve öldürüldüm" diyeceğini, bunun üzerine Hak teâlâ'nın "Yalan söylüyorsun! Aksine sen, "Falanca iyi savaşçıdır" desinler diye savaştın ve bu da senin için söylendi (artık benden alacağın bir mükâfaat kalmadı)" diyeceğini ve sonra onun cehenneme atılmasını emredeceğini rivayet emiştir.

Önceki Peygamberlerle Beraber Mücahede Edenler

145 ﴿