147

Sonra Cenâb-ı Hak, bunun peşinden onları müsbet sıfatlarla medhederek şöyle buyurmuştur: "İşte onların sözü: "Ey Rabb'imiz, bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımıza güç ve sebat ver. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et" demelerinden başka bir şey değildi" .

Bu âyette iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "Ayaklarımıza güç ve sebat ver" duası kulun fiilini Allah'ın yarattığına delâlet eder. Mutezile ise, bunu, lütuf fiillerini îfâ etme, yapma mânasına hamletmişlerdir.

İkinci Mesele

Allahü teâlâ, onların bu durumda duâ etmek ve Cenâb-ı Hakk'ın meded ve inayetini talep etmek suretiyle kendilerini sabra sevketmeye ve metanet göstermeye kabiliyetli ve ehil olduklarını beyân etmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın bu buyruğundan maksadı ise, Ümmet-i Muhammed'in işte bu yolda, bu hususta onlara tabi olmasını temin etmektir. Çünkü kendi işlerini başarmak isteyen kimse nefsine güvenince, zelil ve hakir olur; Allah'a sığınan ve O'na sarılan kimse ise, gayesine ulaşır. Kadî şöyle demektedir: "Bu âyette bahsedilen kimseler, "Ey Rabb imiz, bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla. Ayaklarımıza güç ve sebat ver..." duasını önce zikretmişlerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak mü'minlere yardım edeceğini kendi uhdesine alıp garanti edince; bu yardım işi de gerçekleşmeyip, aksine düşmanın hükümran olma emareleri ortaya çıkınca, bu mü'minterden bir günahın ve bir kusurun sadır olduğuna açıkça delâlet etmiş olur. İşte bu sebepten dolayı onların, önceden, tevbe ettiklerini ve istiğfarda bulunduklarını; Allah'dan yardım talebinden önce zikretmeleri gerekmiştir. Böylece Allahü teâlâ, onların işe, her türlü günahtan tevbe etmekle başladıklarını beyan etmiştir ki, bu da onların, "Ey Rabb'imiz, bizim günahlarımızı bağışla..." niyazlarıyla kastedilen husustur. Böylece bu ifâdenin muhtevasına, ister büyük ister küçük olsun, bütün günahlar girmiş olur. Sonra onlar, büyük olmasından ve cezası da büyük olacağından dolayı, daha sonra özellikle büyük günahlarını zikretmişlerdir ki, bu da onların "ve işimizdeki taşkınlığımızı..." sözlerinden kastedilen husustur. Çünkü, herhangi bir şeyde israf etmek, onda aşırı gitmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "De ki: "Ey kendilerinin aleyhinde haddi aşanlar..." (Zümer, 53). "O da öldürmede israf etmesin" (isra. 33) ve "Yeyin, için, israf etmeyin" (A'raf. 31) buyurmuştur. Yine bir kimse harcamasında aşırı gidip israf ettiğinde, "Falanca müsriftir" denilir... Sonra bu kimseler, bu tür isteklerini sona erdirdikten sonra Rab Taâlâ'dan, kendilerini sâbit-kadem kılmasını istemişlerdir ki, bu da Cenâb-ı Hakk'ın, onların kalplerinden korkuyu ye gönüllerinden bozuk düşünceleri kaldırıp yok etmesiyle olur. Daha sonra da, Allah'tan kâfir topluluklara karşı yardım etmesini istemişlerdir. Çünkü Allah'ın bu nevi yardımında, onları sâbit-kadem kılmasından fazla olan bazı şeyler vardır. Bunlar da Cenâb-ı Hakk'ın, o kimselerin kalplerine korku salması, onların, yüzlerine gözlerine toz toprak dolduran rüzgarlar estirmesi ve bulundukları yerlere sel akıtmak gibi onların hezimete uğramalarına sebep olacak semavî veya arzî birtakım hâdiseleri yaratmasıdır. Sonra Kâdî şöyle demiştir: "Bu, ister cihad isterse başka hususlarda olsun, musibet ve sıkıntılar esnasında dualarla nasıl istekte bulunacakları hususunda Allah tarafından yapılan bir terbiyedir.

O Müminlere Verilen Mükâfaat

147 ﴿