155

"Gerçekten iki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler (yok mu), onları, yaptıkları bazı şeyler yüzünden, ancak şeytan kaydırmak istedi. Andolsun Allah (yine de) onları affetti. Çünkü Allah gâfur ve halimdir".

Bil ki bundan murad şudur: "Uhud günü, iki ordu karşılaştığı zaman geri dönen ve yerlerinden ayrılarak uzaklaşan kimseleri Allahü teâlâ atfetmiştir." Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Uhud günü kimlerin sebat edip, kimlerin yüz çevirdiği hususunda değişik haberler vardır. Muhammed İbn İshâk, o gün insanların üçte birinin yaralandığını, üçte birinin bozularak yerlerini bıraktıklarını, üçte birinin ise sebat ettiklerini zikretmiştir. Âlimler, bozularak yerlerini terkeden kimseler hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan birinin Medine'ye gelip, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in öldürüldüğünü haber verdiği söylenmiştir ki bu Sa'd İbn Osman'dır. Bu adamdan sonra yine bazı adamların geldiği, hanımlarının yanına girdiği ve hanımlarının onlara "Allah'ın Resûlü'nün yanından mı kaçıyorsunuz?" dedikleri, onların yüzlerine toprak saçtıkları ve "İşte ip bükeceği, al (bari kadınlar gibi) ip bük!" dedikleri söylenmiştir. Âlimlerden bazısı da şöyle demiştir: "Müslümanlar dağı öte geçmemişlerdir, (kaçmamışlardı)."

Kaffâl ise şöyle demiştir: "Genel olarak haberlerin delâlet ettiği husus şudur ki, onlardan bir grup geri dönüp uzaklaşmış; bir kısmı Medine'ye girmiş; bir kısmı da başka taraflara gitmiştir. Ama, müslümanların çoğu, dağın yanında kalmış ve orada toplanmışlardır. Hazret-i Ömer de bozguna uğrayanlardandı; ama o ilk bozguna uğrayanlardan olmayıp, oradan uzaklaşmamış, aksine Hazret-i Peygamber dağa tırmanana kadar orada kalmıştı. Hazret-i Osman da bunlardandı. O, ensardan Sa'd ve Ukbe adındaki iki adamla beraber bozguna uğrayarak kaçmıştı. Çok uzak bir yere varıncaya kadar onlar uzaklaşmışlar; müteakiben üç gün sonra da geri dönmüşlerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Andolsun ki çok uzak gittiniz!" buyurmuştu. Hazret-i Fatıma, Hazret-i Ali'ye, "Osman ne yaptı?" diye sorunca, o da Hazret-i Osman'ı tenkid ederek kusurlu görmüştü. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, "Ya Alî, kızkardeşlerin kocaları, birbirlerini sevmek konusunda beni yordular" buyurdu. Hazret-i Peygamber'in yanında kalanlar ise, yedisi ensardan yedisi de muhacirlerden olmak üzere ondört kişiydiler. Muhacirden olanlar Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ali, Abdurrahman İbn Avf, Sa'd İbn Ebî Vakkas, Talha İbn Ubeydullah, Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrah ve Zübeyr İbn el-Avvâm (radıyallahü anhnhüm) idiler. Ensardan olanlar ise, el-Habbâb İbnu'l-Münzir. Ebu Dücâne, Âsim İbn Sabit, el-Hars İbn es-Sımme, Seni İbn Huneyf, Useyd İbn Hudayr ve Sa'd İbn Muâz (radıyallahü anhnhüm) idiler. Rivayete göre bunlardan sekiz tanesi, o gün ölünceye kadar savaşmak üzere sözleşmişlerdi: Bunlardan üçü muhacirden olup, Hazret-i Ali, Talha ve Zübeyr idiler. Beş tanesi ise ensardan olup bunlar da, Ebu Dücane, el-Hars İbn es-Sımme, Habbâb İbnu'l-Münzir, Âsim İbn Sabit ve Sehl İbn Haneyf idiler. Bunlardan hiçbiri öldürülmedi. İbn Uyeyne, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber otuz kadar müslümanın yaralandığını, herbirinin gelip Hazret-i Peygamber'in önünde diz çökerek, "yüzüm yüzüne, canım canına feda olsun; ve, ebedî selam ve esenlik senin üzerine olsun" dediklerini rivayet etmiştir.

İkinci Mesele

"Gerçekten iki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler (yok mu?)" buyruğu, hassaten mü'minlere, yani Uhud gününde bozguna uğrayıp dağılan mü'minlere hitaptır. "Onları ancak şeytan kaydırmak İstedi" ifâdesinin mânası ise, şeytan onları zelleye, bu günahı işlemeye sevketmiştir" şeklindedir. ve kelimeleri Arapça'da aynı manaya gelir. Allahü Teâlâ, "Derken şeytan onların (ayağım) oradan kaydırdı" (Bakara. 36)buyurmuştur. İbn Kuteybe ise şöyle demiştir: tabirinin manası, "şeytan onların ayağını kaydırmak istedi" şeklindedir. Nitekim, onun acele etmesini istedim mânasında olmak üzere, ve onun iş yapmasını istedim manasında, denilir."

Üçüncü Mesele

Ka'bî şöyle demiştir: "Bu âyet, günahların Allah'a nisbet edilmeyeceğine delâlet eder. Çünkü Allahü Teâlâ, bu âyette onları şeytana nisbet etmiştir. Bu, Allahü Teâlâ'nın Musa (aleyhisselâm)'dan naklettiği, "Bu, şeytanın işindendir" (Kasas, 15); Yusuf (aleyhisselâm)'dan rivayet ettiği, "Şeytan benimle kardeşlerimizin arasım bozduktan sonra da..." (Yusuf. 100) ve, Musa (aleyhisselâm)'nın arkadaşı Yûşa (aleyhisselâm)'dan naklettiği, "Bunu baha ancak şeytan unutturdu" (Kem. 63) sözleri gibidir.

Şeytanın Mü'minleri Kandırmasının İzahı

Hak teâlâ, şeytanın onların ayaklarını hangi hususta kaydırmak istediğini beyân etmedi. Çünkü, affı zikrederken günahın çeşidini belirtmeye gerek yoktur. Ama âlimler bundan muradın, ganimete rağbet ederek, cihaddan gevşeklik göstererek ve de ihlastan saparak, onların mevzilerini terketmesi olabileceğini söylemişlerdir. Bunlardan hangisi olmuş olursa olsun, doğrusu şu ki, Allahü teâlâ onları atfetmiştir. Rivayet edildiğine göre Hazret-i Osman (radıyallahü anh), Uhud günü bozulup dağılmasından dolayı azarlandı da, bunun üzerine o "Bu, gerçi bir hata idi, ama ne var ki Allah bunu bağışlamıştır" dedi ve bu âyeti okudu.

Ayetteki, "Yaptıkları bazı şeyler yüzünden" tabiri ile ilgili iki izah bulunmaktadır:

1- Buradaki bâ harfi, "Kalem ile yazdım" ve "Bıçak ile kestim" sözlerinde olduğu gibi, "ilsâk" ifâde etmektedir ve manası da, "onlardan birtakım günahlar sadır olmuştu.. Ve bu günahlar sebebiyle de şeytan, onların ayaklarını kaydırabilmişti" şeklindedir, Bu takdire göre birkaç vecih söz konusudur:

a) Zeccâc şöyle demiştir Onlar ne inatlaşarak, ne de dünyaya rağbetlerinden dolayı ordudan kaçmış değillerdi. Ancak şeytan onlara, daha önceki birtakım günahlarını hatırlatmış, bundan dolayı da onlar, Allah'a ancak onun razı olacağı bir hâl üzere ve ihlaslı bir tevbeden sonra kavuşmayı istemişlerdi. İşte, onların akıllarına gelen buydu ve bunda da yanılıyorlardı.

b) Onlar, bu mevzilerini terketmek suretiyle günah işleyince, şeytan bu günahın bedbahtlığı sebebiyle onların ayağını kaydırmış ve onları hezimete düşürmüştür. Çünkü günah, bir başka günaha götürür; tâat da başka bir tâata sevkeder ve bu tâatta da bir lütuf bulunur.

c) Onlar, yılgınlık göstermeleri ve birbirleriyle çekişmeleri sebebiyle günah işleyince, işte o zaman bu günaha düşmüşlerdi.

2- Bunun manasını, "Şeytan, yaptıkları bütün şeylerde değil, fakat bazı şeylerde onların ayağını kaydırıp günaha düşürmüştü" şeklindedir. Bundan murad, onların kâfir olmayıp dinlerini terketmediklerini; aksine bu ayak kaymasının onların bazı amellerinde vuku bulduğunu beyân etmektir.

Şeytanın Kandırdığı Mü minleri Allah Affetmiştir

Allahü Teâlâ sonra, "Andolsun, Allah (yine de) onları affetti" buyurmuştur.

Bil ki bu âyet, o zellenin küfür sebebiyle olmadığına delâlet eder. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, "Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için bağışlar" (Nisa. 48) âyetinin delaletiyle, küfrü affetmek caiz değildir. Sonra Mu'tezile şöyle demiştir: Bu günah eğer küçük günahlardan idiyse, tevbesiz olarak affedilmesi caizdir. Ama, büyük günahlardan ise, ancak tevbe ile affedilebilir. Binâenaleyh onların, -her ne kadar âyette zikredilmemişse de, - bu aftan önce tevbe etmiş olmaları gerekir. Kadî şöyle demiştir: "'Doğruya en yakın olan şudur ki, bu günah küçük günahlardan idi. Buna iki husus delâlet etmektedir:

a) Büyük günahlar hakkında neredeyse, "zelle" ifâdesi kullanılmaz. Bu ancak, küçük günahlar için kullanılır.

b) Müslüman okçular, (savaşın başında) müşrikler hezimete uğradıklarında, o mevzilerinde durmalarına artık gerek kalmadığını zannettiler ve oradan inerek ganimet elde etmeye koştular.. Böyle bir şeyin küçük günahlardan olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü böylesi meselelerde içtihada mesağ, cevaz yoktur."

Bizim âlimlerimizin görüşüne göreyse, küçük ve büyük günahların affı caizdir; binâenaleyh bu gibi zorlamalara girmeye gerek yoktur.

Allahü teâlâ sonra, "Çünkü Allah, gafur ve halimdir" yani, "Tevbe eden ve kendisine rücû edeni bağışlar; onu çabucak cezalandırmaz" buyurmuştur. Alimlerimiz bu âyeti, o günahın büyük günahlardan olduğuna delil getirmişlerdir. Çünkü o günah küçük günahlardan olsaydı, Mu'tezileye göre Allah'ın bunu affetmesi gerekirdi. Ve, Allah'ın onu affetmesi vacip olsaydı, Allah'ın bundan dolayı medhü sena edilmesi güzel olmazdı. Çünkü, bir insana zulmeden kimsenin, 'Onu affetti ve onu bağışladı" şeklinde medhedilmesi güzel ve uygun değildir. Bundan dolayı Allahü teâlâ, bu medhi zikredince anlıyoruz ki, bu günah büyük günahlardandır. Ve yine, Allah bunu affedince, anlıyoruz ki, büyük günah affedilir. Allah en iyi bilendir.

Savaşta Ölenler Hakkında "Sefere Çıkmasaydı Ölmezdi" Demeyin

155 ﴿