163

Onlar ise Allah katında derece derecedir. Allah, ne yapıyorlarsa hakkıyla görücüdür",

Cenâb-ı Hak sonra "Onlar ise Allah katında derece derecedir" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Kelâmın takdiri, "Onlar için, Allah katında dereceler vardır" şeklindedir. Ama ne var ki bu hazf, yerinde ve güzel olmuştur. Çünkü onların amellerinin farklı oluşu, onları, zatları bakımından da farklı farklı kılmıştır. Böylece bu mecazî ifâde, hakîki ifâdeden daha beliğ olmuştur. Feylezoflar şöyle demiştir: Beşerî nefisler, mahiyyetleri ve hakikatleri itibariyle farklı farklıdırlar. Binaenaleyh bunların bir kısmı zekî, bir kısmı ahmak, bir kısmı nurlarla aydınlanmış, bir kısmı da karanlıklarla bulanmış, bir kısmı hayırlı, bir kısmı ise faydadan uzak ve hayırsızdır. Bu vasıfların farklı farklı oluşu, bedenî mizaçların farklılığından değil, aksine nefislerin mahiyetlerinin farklılığından ileri gelmektedir.

İşte bundan dolayıdır ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "İnsanlar, altın ve gümüş madenleri gibi, maden madendirler" Buhari, Enbiya, 19. ve yine o, "Ruhlar, teçhiz edilmiş ordulardırlar" Buhârî, Enbiya, 2. buyurmuştur. Durum böyle olunca, insanların farklı farklı derecelerde bulundukları kesinleşmiş olur; yoksa, 'Onlar için bazı dereceler vardır" demek değil...

İkinci Mesele

Âyet-i kerimenin başındaki zamiri, . (âl-ı imran, 162) sözündeki, (......) kelimesine râcidir. Çünkü lâfzı, mana bakımından cemidir. İşte bundan dolayı, bu zamirin lâfzına râci olması doğru olmuştur. Bunun bir benzeri de, "Öyle ya, mümin olan kimse, imandan hariç kişi gibi olur mu? (onlar) müsavi olmazlar" (Secde. 18) âyetidir. Çünkü, Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesi, cemi sîgasında olup, fail olan vâvın mercii lafzıdır.

Derecelerin İyiler Veya Kötüler Hakkında Olduğu

Hak teâlâ'nın, "Onlar" sözü, daha önce bahsi geçen kimselere râcidir. Daha önce zikri geçenler ise, Allah'ın rızâsına tâbi olanlar ile, Allah'ın hışmına uğramış olanlardır. Binâenaleyh bu zamirin ilk geçene, ikincisine veya her ikisine birden ait olması muhtemeldir, İşte bu üç ihtimalin dışında başka bir ihtimal yoktur.

a) Bu zamirin, ilk geçen ifâdeye râci olması hali.. Bu ifâdenin takdiri ise, "Allah'ın rızasına tâbi olanların hepsi aynı mıdır. Hayır, aksine onlar, Allah katında, amellerine göre derece derecedirler" şeklindedir. Zamirin ilk geçen ifadeye râci olup, bunun daha evlâ olduğuna şunlar delâlet eder:

1- Örfte çoğunlukla "derece" mükafaat ehli için; "dereke" de ikâb ehli için kullanılır.

2- Hak teâlâ, kendi hışmına uğrayanları, "Onların durağı cehennemdir. O, ne kötü dönüş yeridir" diyerek tavsif etmiştir. Binâenaleyh O'nun, "Onlar, derece derecedir" sözünün, Allah'ın rızâsına tabî olanlarla ilgili olması gerekir.

3- Kur'ân'ın. genel âdeti, mükafaat ve rahmete dair olan şeyleri, Allah'ın kendisine nisbet etmesi, ikâba dair olan şeyleri ise Allah'ın kendisine nisbet etmemesidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Rabb'iniz kendi üzerine, rahmeti yazdı" (En'am, 54); "Size kısas yazıldı (farz kılındı)" (Bakara, 178) ve "Size oruç yazıldı (farz kılındı)" (Bakara. 183) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak bu dereceleri, 'Onlar İse Allah katında derece derecedir" diyerek kendisine izâle edince, bunların sevap ehline âit sıfatlardan olduğunu anlıyoruz.

4- Bu, "Baksana, biz onların kimini kiminden nasıl üstün kıldık. Elbette âhiret derece bakımından daha büyüktür, üstün kûma bakımından da daha büyüktür" (isra, 21) âyetiyle de te'kid edilmiştir.

b) Bu zamirin, "Allah'ın hışmına uğrayanlar" sözüne âit olması... Bunun delili de, zamirin, kendisine en yakın mercie âit olma kâidesidir. Bu, Hasan el-Basrî'nin görüşüdür. O şöyle demiştir: "Bu ifâdeden maksad, cehennemliklerin azap basamaklarındaki farklılıklarıdır. Bu, Hak teâlâ'nın "Herkesin, yaptıktan şeylere göre dereceleri vardır" (En-âm) âyetinde olduğu gibidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de "Muhakkak ki cehennemde, ince ateş tabakaları olduğa gibi, yoğun, kalın ince ateş tabakaları da bulunmaktadır. Ve ben, Ebu Tâlib'in, cehennemin bu ince ateş tabakasında olacağını ümid ediyorum"ye, cehennemliklerden azabı en hafif kimse, kendisine iki ateş ayakkabı giydirilmiş olan ve onların hararetinden beyni kaynayan kimsedir. O, "Ey Rabb'im, benim çektiğim bu azabı çeken hiç başka kimse var mı?" diye feryad eder" Berberi hadis için bkz: Müslim, İmân, 362-364 (1/196). hadis-i şeriflerinde olduğu gibidir.

c) Bu ifâdenin, her ikisine birden râci olmasıdır. Bu böyledir, çünkü gerek sevap ehlinin, gerekse ikâb ehlinin dereceleri kendi amellerinin farklılığına binaen farklıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük yaparsa, onu görecektir" (zilzal, 7-8) buyurmuştur. Günah ve tâat fiilleri hususunda insanların mertebeleri farklı farklı olunca, ikâb ve sevabın dereceleri hususunda da mertebelerinin farklı olması gerekir.

Dördüncü Mesele

Hak teâlâ'nın, "Allah katında" tabiri, "Allah'ın hükmü ve ilminde" demektir. Bu, "Şu mesele, Şafiî nezdinde şöyle, Ebû Hanife nezdindeyse böyledir.." denilmesi gibidir. İşte böylece de, Müşebbihe'nin, "Onun huzurunda bulunan kimseler İbâdet etmekten asla kibirlenmezler" (Enbiya, ısjve "Kudret sahibi, mülkü çok yüce olanın yanındadırlar" (Kamer, 55) âyetlerini delil getirmelerinin yanlışlığı ortaya çıkar.

Cenâb-ı Hak sonra, "Allah, ne yapıyorlarsa hakkıyla görücüdür" buyurmuştur. Bundan maksad şudur: Allahü teâlâ herkese amelinin miktarına göre karşılık vereceğini belirtip, bu husus da O'nun, kulların bütün fiillerini zandan, şek ve şüpheden halî, uzak ve detaylı bir biçimde bitmesiyle tamam olunca, ounun peşinden, bu manayı te'kîd etmek için her şeyi bildiği açıklamasını getirmiştir. Bu ise O'nun, "Allah, ne yapıyorlarsa hakkıyla görücüdür" ifadesidir. Megazî sahibi olan Muhammed Ibn İshâk, Cenâb-ı Hakk'ın, "Bir peygamberin hainlik etmesi! (Bu) olacak şey değil!" (Âl-i İmran) âyetinin izahı hususunda başka bir vecih zikrederek şöyle demiştir: "Bu ifadenin manası şu şekildedir: Peygamberin, insanlara olan arzusundan veya onlardan korkmasından dolayı, Allah'ın onlara tebliğ edilmesi için gönderdiği şeyi insanlardan gizlemesi olacak şey değil!.. Sonra Allahü Teâlâ, "Allah'ın rızasına tabi olan kimse.." Yani, "Allah'ın rızasını insanların rızasına tercih eden ve insanların gazabı ve hışmı yerine Allah'ın hışmını hesaba katan kimse", "Allah'ın hışmına uğrayıp..." da, "Allah'ın değil de insanların hışmını ve gazabını hesaba katan ve insanların rızâsını Allah'ın rızasına tercih eden kimse gibi midir?" buyurmuştur.

Bu izaha göre, buradaki âyetlerin münasebeti şu şekildedir: "Allahü teâlâ, "Artık onları bağışla, Allah'tan, günahlarının bağışlanmasını iste. İş hususunda onlarla müşavere et.." (Al-i İmran, 159) buyurunca, bunun, ancak dine uygun olduğu zaman muteber olduğunu, ama dinin hilâfına olduğu zaman caiz olmadığını; binâenaleyh Allah'ın rızâsına tâbi olup Allah'a itaat eden kimseyle, insanların rızâsına tebaiyyet sunan kimse arasında bir müsavat ve eşitliğin mümkün olamıyacağını beyan etmiştir." İbn İshâk'ın zikrettiği bu mâna da muhtemeldir. Çünkü biz, "gulül"ün gizlice hainlik etmek manasından ibaret olduğunu, ganimet hususunda hainlik etmek manasına tahsis edilmesinin ise, daha sonra ortaya çıkmış bir örf ve kullanış olduğunu beyân etmiştik.

163 ﴿