165

"Size, onların başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet gelip çattığı zaman, "Bu, nereden (geldi)?" mi dediniz? De ki, "O, sizin kendinizdendir, " Şüphesiz ki Allah herşeye hakkıyla kadirdir".

Bil ki, Allahü Teâlâ münafıkların, O'nu hainlik ve hıyanete nisbet etmek suretiyle, Hazret-i Peygamberi ta'n ve tenkid ettiklerini haber verince, onlardan, bu âyette başka bir şüphe daha nakletmiştir ki, bu da onların, "Şayet O, Allah katından bir elçi ve peygamber olsaydı, O'nun ordusu Uhud gününde kâfirler karşısında hezimete uğramazdı" sözleridir ki onların, "Bu, nereden (geldi)?" sözlerinden maksad bu idi. Allahü teâlâ buna, "De ki "O, sizin kendinizdendir" sözüyle cevap vermiştir. Yani, "Bu hezimet ancak, sizin isyanınızın uğursuzluğu sebebiyle meydana gelmiştir." Âyetin kendisinden öncesiyle münasebet vechinin izahı, işte budur.

Âyette birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

"Size.., bir musibet gelip çattığı zaman" âyetinin takriri ve tefsiri. Bundan murad, Uhud hadisesidir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların başına iki mislini getirdiniz.." ifâdesi hakkında iki görüş bulunmaktadır:

a) Bu, ekseri alimlerin görüşü olup, buna göre bunun manası, "Bedir günü, onların başına iki mislini getirdiniz" şeklinde olur. Bu böyledir, çünkü müşrikler Uhud gününde yetmiş müslüman öldürmüş, müslümanlar ise, Bedir gününde onlardan yetmiş kişiyi öldürmüş, bir o kadar da esir almışlardı.

b) Müslümanlar kâfirleri Bedir gününde hezimete uğratmıştı; Uhud savaşının başında da, aynı şekilde onlan hezimete uğratmışlardı. Ama sonraysa, isyan edip emre riâyet etmeyince, müşrikler ontan hezimete uğratmıştı.. Böylece müslümanlar müşrikleri iki kere, müşrikler de müslümanları bir kere hezimete uğratmış oldu. Zeccâc'ın tercihi de budur. Vahidî ise bu izah şeklini tenkid ederek şöyle demiştir: "Nasıl müslümanlar Bedir gününde müşriklere acı tattırmış iseler, aynen bunun gibi müşrikler de Uhud gününde onlara acı tattırmıştı. Ama onlar, müslümanlan kat'î hezimete uğratamamışlardı. Uhud gününe gelince, müslümanlar başlangıçta müşrikleri hezimete uğratmış, sonraysa iş tersine dönmüştür."

İkinci Mesele

"Siz, onların başına iki mislini getirdiniz" tabirindeki fayda, dünya işlerinin tek bir nizam üzre kalmayacağı hususunda bir uyarıdır. Yani, "Sizler onları iki kere hezimete uğratınca, onların sizi bir kere hezimete uğratmasını niye tuhaf görüyorsunuz?" demektir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Bu, nereden (geldi)? mi dediniz" ifâdesindeyse iki mesele vardır:

Bâtıl Yolda Olan Kâfirler Neden Müslümanları Yenerler?

Onların hayrete düşmelerinin sebebi, onların "Biz, Hak din olan İslâm'a yardım ediyoruz ve Allah'ın Resulü de bizimle beraberdir. Halbuki onlarsa, Allah'a şirk koşma ve küfür demek olan bir dine yardım ediyorlar. Binâenaleyh, onlar bize karşı nasıl muzaffer kılınabilirler, galib gelirler" demeleridir.

Bil ki Allahü teâlâ onların bu şüphesine şu iki şekilde cevap vermiştir:

a) Bu suâli naklederken zikretmiş olduğu, "Siz onların başına iki mislini getirdiniz" ifadesidir. Yani, "Dünyanın hali hep aynı kalmaz. Siz, onların başına bu musibetin iki mislini getirdiğinizde, o halde daha bunu (Uhud'daki geçici hezimeti) nasıl tuhaf görüyor, imkânsız addediyorsunuz?" demektir.

b) Hak teâlâ'nın, "De ki "O, sizin kendinizdendir" buyruğudur. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu cevap, iki şekilde izah edilebilir:

a) "Siz bu musibete, isyan etmeniz, emre itaat etmemeniz sebebiyle duçar oldunuz..." Bu böyledir, zira onlar Hazret-i Peygamber'e pekçok hususta isyan etmişlerdi:

1- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bizim yararımıza ve lehimize olan, Medine'nin dışına çıkmayıp, bilâkis burada kalmamızdır" dediği halde, onların Hazret-i Peygamber'in sözünü dinlemeyip, "İlle de çıkalım!" demişlerdi. Binaenaleyh, kendisine muhalefet ettiklerini görünce O, Uhud'a doğru yöneldi.

2- Allahü teâlâ'nın nakletmiş olduğu gevşeklik ve yılgınlıklarıdır.

3- Aralarında ortaya çıkan niza ve çekişme...

4- Bulundukları mevzileri terkedip, birliklerini dağıtmalarıdır.

5- Onların, ganimet elde etmekle meşgul olarak, düşmanla savaşmak konusunda, Hazret-i Muhammed'in sözünü tutmamalarıdır. Bütün bunlar ise, günah ve masiyettir. Halbuki Cenâb-ı Hak onlara, isyan ve günah işlememeleri halinde zafer va'adetmişti. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Evet siz sabreder, sakınırsanız, onlar da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa, Rabb'iniz size alametti beşbin melekle yardım edecektir" (Âl-i İmran, 125). Binâenaleyh, şart bulunmayınca, muhakkak ki meşrut da tahakkuk etmez.

b) Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin söylemiş olduğu şu husustur: "Bedir gününde Cibril-i Emin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammed, hiç şüphe yok ki Cenâb-ı Hak, kavminin (ashabının), esirlerden fidye almak hususunda yapmış olduğu hareket tarzını hoş görmedi ve ashabını şu iki şey arasında muhayyer bıraktı: Esirleri alıp boyunlarını vuracaklar veyahut esirlerden fidye alacaklar, fakat onların sayısınca kendilerinden şehid alınmasına razı olacaklar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber bunu kavmine hatırlatınca, onlar şöyle dediler: "Biz kabilelerimizden ve kardeşlerimizden fidye alıyoruz, bununla düşmanla savaş konusunda güç kuvvet kazanıyoruz; bizden, onların sayısınca şehit düşmesine de razıyız." Böylece, Uhud gününde, Bedir'deki esirler sayısınca yetmiş kişi öldürülmüş oldu ki, bu Hak teâlâ'nın, "Deki "O, sizin kendinizdendir" buyruğunun manasıdır. Yani, "Fidye almanız ve öldürülmeyi seçmeniz sebebiyle..." demektir.

Mutezilenin Âyeti Delil Getirmesi ve Onlara Cevap

Mutezile, "De ki "O, sizin kendinizdendir" beyanını delil getirip, kulların fiillerini Allah'ın yaratmadığına şu şekillerde istidlal etmiştir;

a) Bunun, Allah'ın yaratmasıyla meydana geldiğinin ve bunda kulun kudretinin herhangi bir tesirinin bulunmadığının farzedilmesi halinde, Cenâb-ı Hakk'ın, "O, sizin kendinizdendir" ifâdesi yalan olmuş olur.

b) Sahabe, Allah'ın kâfiri mü'mine musallat ve üstün kılması hususunda şaşırmış, bunun üzerine de Allahü teâlâ da, "Sizin fiilinizin kötülüğü sebebiyle böylesi kötü bir duruma düştünüz" diyerek, onların bu hayret ve şaşkınlıklarını izâle etmiştir. Binâenaleyh, kulların fiillerini Allah yaratmış olsaydı, bu cevap doğru olmazdı.

c) Topluluk, demiştir; yani, "Bu nereden geldi?" diye sormuşlardır. Bu da hadisenin sebebini öğrenmek arzusunu gösterir. Eğer, "muhdis" (bu fiilleri meydana getiren) kul olmasaydı, cevap soruya mutabık olmazdı.

Cevap: Mutezile'nin bütün bu görüşlerine, "Bu, kulun fiillerini Allah'ın yarattığına delâlet eden âyetlerle çelişir" diyerek cevap verilir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz ki Allah, her şeye hakkıyla kadirdir" buyurmuştur. Yani Allah, emrine muhalefet edip isyan ettiğinizde, sizi düşmanınızla başbaşa bırakmaya kadir olduğu gibi, sebat ve sabretmeniz halinde de, size yardım etmeye de kadir ve muktedirdir" demektir. Alimlerimiz, bu ifâdeyle, kulun fiilini Allah'ın yarattığına istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Şüphesiz kulun fiili de "bir şeydir." Binaenaleyh, o şeyi Allah yaratmış ve ona kadir olmuş demektir. Allah onu yaratmaya kadir olduğunda, kul da onu icad edip yaratsaydı, o zaman Allahü teâlâ'nın onu îcad edip yaratmaya kadir olması imkansız olurdu. Çünkü, kul onu îcad edip yaratınca, o fiilin Allah tarafından yaratılması imkânsız olur. Zira, var olan bir şeyi yeniden icad etmek imkânsızdır. Binâenaleyh, kulun fiilinin halikı olması, böyle bir imkânsızlığa yol açınca, kulun, fiilinin halikı olmaması gerekir. Allah en iyisini bilendir.

Allah İmtihan Etmekle Münafıkları Açığa Çıkarır

165 ﴿