171"Onlar, Allah'tan olan bir nimetle, (hatta) daha fazlasıyla ve Allah'ın, müminlerin mükâfaatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler". Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Allahü teâlâ onların, daha önce zikredildiği üzere, kendilerine katılmayan kimselerle sevinç duyduklarını beyan buyurduğu gibi, onların nimetlerden rızıklanmaları sebebiyle de, kendilerinden, nefislerinden dolayı sevinç duyduklarını beyan buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, "sevinirler" kelimesini tekrar getirmiştir. Çünkü birinci sevinç, arkalarından henüz kendilerine katılmayan kimselerin hallerinden dolayı; ikinci seviç ise, hassaten kendi durumlarından dolayı olmuştur. Buna göre şayet, "Onların, kendi hallerinin durumlarından dolayı sevindikleri zikredilmemiş miydi? Halbuki "ferah", "istibşâr" kelimesinin ifâde ettiği manayı ifâde eder..." denilirse, biz deriz ki: Bunun cevabı şu iki şekilde verilir: a) "İstibşâr"ın ifade ettiği ferahlık, en mükemmel seviyededir. Binaenaleyh, burada bir tekrar bulunmuş olmaz. b) "Ferah" ile murad edilen, o anda meydana gelen şeylerden duyulan sevinçtir. Halbuki, "istibşar"dan murad onların, âhirette kendileri için büyük bir nimetin tahakkuk edeceğini bilmeleriyle duyulan sevinçtir. "Allah'tan olan bir nimetle, (hatta) daha fazlasıyla.." ifâdesine gelince, "nimet", amellerin karşılığında elde edilen mükâfaattır. "Fazl" ise, ilâveten yapılan ihsan ve lütuftur. Âyet, onların, Kardeşlerinin mutluluğundan duydukları sevincin, kendi saadetlerinden duydukları sevinçten daha mükemmel ve fazla olduğuna delâlet eder. Çünkü, ilk önce zikredilen sevinç, kardeşlerinin durumlarından dolayı hissolunan sevinçtir. Bu da insanın, kardeşlerinin ve kendisine bağlı olanlarının durumlarının iyi olmasından dolayı duyacağı sevincin, kendi durumlarının iyi olmasından ötürü hissedeceği ferahlık ve sevinçten daha mükemmel ve tam olması gerektiğine dair Allahü teâlâ tarafından dikkat çekmedir. Allah Mü'minlerin Ecrini Zayi Etmez Cenâb-ı Hak sonra, "Ve Allah'ın, mü'minlerin mükâfaatını zayi etmeyeceği..." buyurmuştur ki, bu hususta birkaç mesele vardır: Kisaî, elif harfinin kesresiyle, müste'nef (başlayan) bir cümle olarak "Ve, muhakkak ki Allah.."; diğer kıraat imamları da, elifin fethasıyla, manasında olmak üzere, (......) şeklinde okumuşlardır ki, bu ikinci kıraate göre âyetin takdiri, şeklindedir. Birinci kıraat daha tam ve daha mükemmeldir. Çünkü bu kıraata göre istibşâr, sadece Allah'ın rahmeti ve fazlı ile olmuş olur. İkinci kıraata göreyse, "istibşâr-sevinme", Allah'ın rahmeti, fazlı ve mükâfaat elde etmekten dolayı olmuş olur. Şüphe yok ki, birinci makam daha mükemmeldir. Çünkü kulun, Allah'ın bizzat kendisini, O'nun rızasını elde etmekle meşgul olması, amelinin ücretini istemekle meşgul olmasından daha tam ve mükemmeldir. Bu âyetin maksadı, daha önce geçmiş olan şehidlere sevap ve büyük bir sürürün ulaştırılmasının, sadece onlara mahsus bir hüküm olmadığını; aksine her mü'minin bir miktar sevap ve ücrete müstehak olacağını beyan etmektir. Çünkü Allahü teâlâ mü'min kimseye, hakettiği mükâfaat ve ücretini ulaştırır, onu kesinlikle boşa çıkarmaz. Bize göre âyet, Cenâb-ı Hakk'ın, "ehl-i şataftan fasık olan kimseleri affedeceğine delâlet etmektedir. Çünkü o kimse imanı sebebiyle cennete girmeye müstehak olmuştur.Binaenaleyh, eğer o şahıs fasık olması sebebiyle cehennemde ebedî ve muhalled kalmış olsaydı, o kimseye imanının mükâfaatı ulaştırılmamış olurdu ki, bu durumda da Allah mü'min kimselerin iman etme ücretlerini zayi etmiş olurdu. Bu ise, âyetin ifâde ettiğinin aksine olan bir şeydir. Yaralı Durumda Bile, Hazret-i Peygamberin Savaş Çağrısına Uyanlar |
﴾ 171 ﴿