172"Kendilerine yara isabet ettikten sonra, yine Allah'ın ve Peygamberin davetine İcabet edenler, (hele) içlerinde iyilik yapanlar ve müttakî olanlar için pek büyük bir mükâfaat vardır". Bil ki Allahü teâlâ, biri "Hamrâu'l-Esed", diğeri de "Bedru's-Suğra" diye bilinen iki savaştan dolayı mü'minleri medhetmiştir ki, bunların ikisi de Uhud savaşıyla irtibatlıdır. Hamrâu'l-Esed gazvesine gelince, insaallah anlatacağımız üzere, bu âyette kastedilen işte budur. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Ayetin başındaki (......) kelimesinin terkibdeki yeri hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür: a) Zeccâc'ın görüşü olup, buna göre bu kelime mahallen merfû bir mübteda olup, haberi ise, "(hele) içlerinde iyilik yapanlar ve müttakî olanlar için pek büyük bir mükâfaat vardır" ifadesidir. b) Bu ifâde, mahallen mecrür olup, Âl-i İmran 171 âyetinin sonundaki (......) kelimesinin sıfatıdır. c) Bu ifâdenin, medihten dolayı mahallen mansûb olmasıdır. Âl-i İmran 172 Âyetinin Nüzul Sebebi Âyetin sebeb-i nüzulü hakkında şu iki rivayet ileri sürülmuştur: a) En doğru olan bu rivayete göre, Ebu Süfyan ve arkadaşları, Uhud'dan dönüp Revhâ denilen yere vardıkları zaman pişman olarak şöyle demişlerdir: "Biz onların pekçoğunu öldürdük. Onlardan geriye pek az kimse kaldı.. O halde ne diye biz onların yakasını bıraktık?... Aksine, bizim yapmamız gereken, geriye dönüp onların kökünü kazımaktır.." Böylece onlar, geri dönmeye niyettendiler. Bu haber Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ulaşınca, kâfirleri korkutmak ve onlara, gerek kendisinin gerekse ashabının son derece güçlü olduğunu göstermek istedi. Bunun üzerine O, ashabını Ebu Süfyan'ı takibe çıkmaya teşvik etti. Ve şöyle dedi: "Ben-şu anda ancak, savaşta benimle beraber olanlarla takibe çıkmayı istiyorum..." Böylece Hazret-i Resul (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir toplulukla, Kureyş'i takibe çıktı. Rivayete göre bu topluluğun sayısı yetmiş kişi kadardı. Müslümanlar, Medine'ye üç mil mesafede olan Hamrâu'l-Esed mevkiine varınca, Allahü teâlâ müşriklerin kalbine bir korku saldı da, böylece müşrikler dağıldılar. Rivayet edildiğine göre, ashabın içinde, birbirlerini birer saat süreyle omuzlarında taşıyan kimseler vardı; bütün bunlar, yaralarının çok ve ağır olmasındandı. Yine onların içinde, birer saat süreyle birbirlerine dayanarak yürüyen kimseler de vardı.. b) Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir: "Bu âyet, Uhud gününde nazil olmuştur. Ashâb, bozguna uğradıktan sonra, Hazret-i Peygamber'in yanına dönünce, Hazret-i Peygamber müslümanları, takib konusunda müşriklere karşı teşvik etti, Zaten Hazret-i Hamza (radıyallahü anh)'nın mübarek na'şına müsle (işkence) yapılmış olduğunu gördükten sonra onlar da "müsle" yapmaya niyetliydiler, ama Hazret-i Peygamber onları bundan men etmişti. Derken Allahü Teâlâ müşriklerin kalbine korku salmış, böylece dağılıp gitmişlerdi. Hazret-i Peygamber, Uhud'da şehid olanların cenaze namazını kılmış ve onları, kanlarıyla defnetmişti. Alimlerin rivayet ettiğine göre Safiyye, kardeşi Hamza'nın durumunu görmek için geldiğinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zübeyr'e, "Onu bırakma da, kardeşine yapılmış olan "müsle"den dolayı feryâd ü figan etmesin" demiş, bunun üzerine Safiyye de, "Ona ne yapıldığına dair haber bana geldi. Bu, Allah'a itaat etmenin yanında önemsiz bir şeydir" deyince de, Hazret-i Peygamber Zübeyr'e, "Ona müsaade et de, kardeşine baksın" demiştir. Safiyye de, "Hayır!" dedi ve Hazret-i Hamza için Allah'tan mağfiret talebinde bulundu. Yine kocası, babası, kardeşi ve oğlu öldürülmüş bir kadın gelip de, Hazret-i Peygamber'in hayatta olduğunu görünce, "Artık bundan sonra hiçbir musîbetin önemi yoktur!" dedi.. Âyetin sebeb-i nüzulü hakkında söylenenler, işte bunlardır. Bu rivayetlerin ekserisi, birinci görüş üzeredirler. Âyette geçen, "icabet etti.." manasındadır. Hak teâlâ'nın, "Bana icabet etsinler" (Bakara, 186) emri de böyledir, (......)'nin bizzat İcabet etmek; (......) fiilinin de "icabet etmeyi istemek" mânasında olduğu söylenmiştir. Çünkü "istif'âl" vezninde aslolan, fiili talep etmek mânâsıdır. Buna göre mana, "Kendilerine çok ağır yaraların isabet etmesinden sonra bile, onlar icabet edip, emirleri konusunda Allah'a ve Resulüne itaat etmişlerdir..." şeklinde olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "(Hele) içlerinde iyilik yapanlar ve muttaki olanlar için pek büyük bir mükâfaat vardır" buyruğu hakkında iki mesele vardır: Hak teâlâ'nın bu beyânı hakkında şu izahlar yapılmıştır: a) Hak teâlâ'nın, "iyilik yapmak..." ifâdesinin içine, emredilenlerin tamamını tutmak; "muttaki olmak.." sözünün muhtevasına da, bütün menhiyyâttan kaçınmak dahildir. Bu iki husus yerine getirildiği zaman mükellef, büyük bir mükâfaata müstehak olur. b) "Onlar, o vakitte Allah'ın Resulüne itaat hususunda ihsanda bulunup icabet etmiş; Allah'ın Resulünden geri kalma hususunda Allah'tan ittikâ etmişlerdir." Bu Allah'ın Resulüne icabet etmelerinin vacip olduğunu gösterir. c) "Onlar, Allah'ın Resulüne göstermiş oldukları tâat konusunda ihsanda bulunup, bundan sonra herhangi bir menhiyyatı irtikâb etmekten de kaçınmış, sakınmışlardır." Keşşaf Sahibi, bu âyetteki harfi cerrinin "tebyîn" için olduğunu söylemiştir. Çünkü ihsanda bulunup ittika ederek Allah ve Resulüne icabet edenler, onların bir kısmı olmayıp hepsidir. |
﴾ 172 ﴿