176

"O küfre koşuşanlar seni mahzun etmesin. Çünkü onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler, Allah, onlara âhirette bir nasib vermemeyi murad eder. Onlar için pek büyük bir azab vardır".

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Nâfî, yâ harfinin zammesi, ze harfinin kesresi ile kelimeyi (......) şeklinde okumuştur. Nâfî, (Enbiya, 103) âyeti dışında, bu kelimeyi Kur'ân'ın her yerinde bu şekilde okur. Enbiya süresindeki âyette ise, yânın fethası ve ze'nin zammesiyle (......) şeklinde okur. Diğer kıraat imamları ise, Kur'ân'ın her yerinde yânın fethası ve ze harfinin zammesiyle okumuşlardır. Ezherî, "fasih olan imamların çoğunun okuduğu şekilde, fiili vezninde okumaktır" demiştir. Nfifl'nin delili, bu fiilin iki şekilde de kullanılabilmesi ve denilebilmesidir.

176. Âyetin Nüzul Sebebi

Âlimler, âyetin sebeb-i nüzulü hakkında ihtilaf edip, şu görüşleri beyan etmişlerdir:

1- Bu âyet, Kureyş kâfirleri hakkında nazil olmuştur. Allah, Peygamberi Hazret-i Muhammed'i onların şerrinden emin kılmıştır. Buna göre mana, "Seninle savaşmak için, ordular toplayarak küfürde yarışanlar, seni mahzun etmesin. Çünkü onlar, bu hareketleriyle Allah'a değil, sadece kendilerine zarar verirler" şeklindedir. Bunu, onların Peygabere ve mü'min ashabına hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri manasına anlamak gerekir. Bu ifâde, bu şekilde anlaşıldığında, mutlaka belli bir zarara hamledilmesi gerekir. Çünkü bundan sonra onların, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e birtakım zararlar verdikleri meşhurdur. Evlâ olan, bunun: ."Kâfirlerin ordular toplamaktan maksatlarının, bu dini yok etmek ve bu şeriatı silmektir. Onların bu maksatları hiçbir zaman tahakkuk etmeyecek, aksine kendi işleri bozulacak, güçleri gidecek, senin işin yücelip, ismin duyulacak" manasına hamledilmesidir.

2- Bu âyet, münafıklar hakkında nazil olmuştur. Onların küfre koşuşup yarışları da, mü'minleri Uhud hadisesi ile korkutmaları ve ilâhî yardım ile muzafferiyetten ümitsiz bırakmaya gayret etmeleridir. Veyahut da onların, "Muhammed, mülk peşinde koşuyor. Bundan dolayı durum bazan lehine, bazan aleyhine oluyor. Eğer o, Allah'tan bir peygamber olsaydı, hiç mağlup olmazdı" demeleridir. Bu da, müslümanları (nerede ise) İslâm'a karşı soğutuyordu ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı üzülüyordu.

3- Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: "Bir kısım kâfirler, müslüman olmuşlar, fakat Kureyş'ten çekindikleri için sonra irtidad etmiş (İslâm'dan geri çıkmışlardı. İşte bundan dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gönlüne bir üzüntü düşmüştü. Çünkü O, onların bu irtidadları ile kendisine bir zarar verebileceklerini sanıyordu. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah, onların mürted olmalarının, O'na bir zarar veremeyeceğini beyan buyurmuştur."

Kâdî şöyle der: "Bu izah, şunlarla da güçlendirilebilir:

a) Küfür üzere devam eden kimse için, "küfre koşuyor" denilemez. Fakat bu ifâde ile, imandan sonra kâfir olan kimse tavsif edilir.

b) Allahü teâlâ'nın, 'Allah, onlara âhirette bir nasib vermemeyi murad eder" buyruğu ancak daha önce iman etmiş olan kimseler için uygun düşer. Binâenaleyh bu iman bir nasib gerektirmiş ama, sonra irtidad sebebi ile boşa gitmiştir.

c) Hüzün, ancak arzu edilen birşeyi elde edememeden dolayı olur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onların imân etmelerinden istifade etmeye muktedir olup, sonra onlar kâfir oldukları için, ümmetinin sayısının çoğalmamış olmasından ötürü hüzünlenmiştir. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, O'nu bundan emin kılmış ve kendisinin durumunun değişmemesi konusunda onların iman etmeleriyle etmemelerinin müsavi olduğunu bildirmiştir."

4-Bunlardan murad, dünya malı elde etmek için, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Tevrat'ta bahsedilen sıfatlarını saklayan, Ka'b İbn Eşref ve taraftarları gibi yahudi ileri gelenleridir. Kaffal (r.h) şöyle demiştir: "Âyeti, Hak teâlâ'nın, "Ey Peygamber, kalpleriyle inanmadıklan halde ağızlarıyla "inandık" diyen (münafıklarla yahudilerden o küfür içinde (olabildiğine) koşuşanlar seni mahzun etmesin" (Mâıde. 41) âyetinin de delâleti ile, bütün kâfir sınıfları manasına hamletmek uzak bir ihtimal değildir. Buna göre âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hüznünün, bütün bu kâfirlerden dolayı olduğuna delâlet eder.

Kâfirin Küfründen Üzülmek Neden Yasaklanıyor?

Bu âyetle ilgili şöyle bir soru var: Kâfirin küfründen ve günahkârın günahından dolayı hüzün duymak, bir taattır. Binâenaleyh Allahü teâlâ, taattan nasıl nehyeder? Buna iki şekilde cevap verilir:

1- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kavminin küfründen dolayı, kendine zarar verecek kadar ileri ve aşırı derecede hüzünleniyordu. Cenâb-ı Allah bundan dolayı O'nu, bu üzüntüde aşırı gitmekten nehyetmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "O halde (Habibim), nefsin onlara karşı üzüntülerle (tükenip) gitmesin" (Fâtır, 8) âyetine baksana.

2- Bunun manası, "Onlar, sana zarar verecekler ve aleyhine çalışacaklar diye, seni üzmesinler" şeklindedir. Hak teâlâ'nın, "Çünkü onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler" buyruğuna bakmaz mısın? Yani, "onlar, kâfirlikte yarışmakla, kendilerinden başkasına zarar veremezler. Onun vebali, kesinlikle başkasına olmaz" demektir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Çünkü onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler" buyurmuştur ki, "Onlar Hazret-i Muhammed'e ve ashabına hiçbir şekilde zarar veremeyecekler" demektir. Atâ, "Allahü teâlâ bu ifâde ile, "Onlar Allah dostlarına hiçbir yönden zarar veremezler" demek istemektedir" demiştir.

Küfür Allah'ın İradesiyle Olup Mu'tezile Yanlış Yoldadır

Sonra Cenâb-ı Allah, "Allah, onlara âhirette bir nasib vermemeyi murad eder" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili bazı meseleler vardır:

Birinci Mesele

Bu âyet-i kerime, Mu'tezile'nin aleyhine bir âyet olup, hayır ve şerrin Allah'ın iradesi ile olduğu hususunda kat'î bir delildir. Kadî, bu âyetteki Ilmurad etmemden kastın, Allah'ın haber vermesi ve bu şekilde hükmetmesi olduğunu söylemiştir. Bil ki, bu söz şu iki bakımdan zayıftır:

a) Öncelikle bu, âyetin zahirî manasını bırakmadır.

b) İşin Kâdî'nin söylediği gibi olduğu farzedilse bile, Allah'ın haber verip, hükmettiği şeyin aksini yapmak imkansızdır. Binâenaleyh müşkil aynen devam etmektedir.

İkinci Mesele

Mu'tezile, "Cenâb-ı Hakk'ın irâdesi ademe (yokluğa) taalluk etmez"; âlimlerimiz ise, "Bu, caizdir" demişlerdir.

Âyet, âlimlerimizin görüşünün doğruluğuna delâlet etmektedir. Çünkü Allahü Teâlâ, "Allah, onlara âhirette bir nasib vermemeyi murad eder" buyurmuş ve kendi irâdesinin ademe (yokluğa) da taalluk ettiğini göstermiştir. Mu'tezile, bu âyetin manasının, "Allahü teâlâ, onu murad etmedi" şeklinde olduğunu ve bunun, "(Allah) sizin için zorluğu dilemez" (Bakara, 185) âyeti gibi olduğunu söylemişlerdir. Biz deriz ki: "Bu, âyetin zahiri manasından kaçıştır."

Üçüncü Mesele

Âyet, nefyde (olumsuz ifâdede) bulunan nekire kelimelerin umûm (genel mana) ifâde ettiğine delâlet etmektedir. Çünkü bu kelimeler umûm ifâde etmeseydi, kâfirleri bu ifâde ile tehdid etmek mümkün olmazdı.

Daha sonra da Cenâb-ı Allah, "Onlar için pek büyük bir azab vardır" buyurmuştur. Bu, başlıbaşına bir cümle olup, "Allahü teâlâ, onlar için kesinlikle âhiret faydalarını düşünmediği gibi, onlar için âhiret zararlarından büyük bir hisse bulunduğunu beyân etmektedir" manasınadır.

İnkârı Satın Alanlar Allah'a Zarar Veremezler

176 ﴿