179

"Allah mü'minleri, sizin üzerinde bulunduğunuz (şu halde) bırakacak değildir. Nihayet pis olanı temiz olandan ayıracaktır. Allah size gaybi bildirecek değildir, fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Binâenaleyh siz Allah'a ve peygamberlerine inanın. Eğer inanır ve ittikâ ederseniz, size çok büyük birmükâfaat var".

Bil ki bu âyet Uhud hadisesi ile ilgili âyetlerin en son kısmıdır. Allahü teâlâ, o hadisede meydana gelen ölüm, bozgun, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ağır yaralı oldukları halde, ashabını düşmanı takibe davet edişi, daha sonra onları Ebu Süfyan'a verilen sözü yerine getirmek için Bedr-i Suğra'ya gitmeye çağırışı ve bütün bunların mü'min ile münafığın birbirinden ayırdedilmesine bir delil oluşu gibi durumları haber vermiştir. Çünkü münafıklar korkmuşlar, geri dönmüşler ve müslümanlardan çok kişinin ölüşünü dillerine dolamış, daha sonra da savaşa katılmadıkları gibi, mü'minleri tekrar cihada gitmekten alıkoymaya uğraşmışlardır. İste bunun üzerine Allahü teâlâ, sizi münarıklarla birlikte ve onları siz ehl-i imandan olduklarını iddia eder vaziyette bırakmasının, hikmetine uygun düşmeyeceğini, aksine, mü'min ile münafık birbirinden ayırdedilebilsin diye bu hâdiseleri meydana getirmesinin hikmeti gereği olduğunu haber vermiştir ki işte âyetin, önceki âyetlerle irtibatı budur. Bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır:

179. Âyette Kıraat Farkı ve Her Bir Kıraatin Hücceti

Hamza ve Kisâî, şeddeli olarak (......) şeklinde okumuşlardır ki Kur'ân'ın her yerinde bu fiili bu şekilde okumuşlardır.

Diğer kıraat imamları ise, birinci yâ'nın fethası, mîm harfinin kesresi ve ikinci yâ'nın sükûnu ile ve şeddesiz olarak (......) şeklinde okumuşlardır. Vahidi (r.h), fiilin her iki şeklinin de kullanıldığını, meselâ o şeyin, bir kısmını bir kısmından ayirdettim" ve "Ben onu iyice ayırdettim" "Onu temyiz edip, iyice ayırdettim" denildiğini, "Kim, herhangi bir yoldan, eziyet veren bir şeyi giderir ise, bu onun için bir sadakadır" Bu anlamda hadisler için bkz: Buhari, Mezâlim, 24; Ahmed İbn Hanbel. Müsned, İV/422, 423. hadis-i şerifindeki kelimenin de aynı kökten olduğunu söylemiştir.

Bu fiili, (......) şeklinde okuyanların delili, fiilin sülâsisinin hem lâfız bakımından daha hafif olması, hem de sülâsî mezid sığasının manasını ifâde etmesidir. Onlar, "Binâenaleyh bu şekilde okumak daha evladır" demişlerdir. Ebu Zeyd, Ebu Amr'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Bu fiili şeddeli okumak "kesret (çokluk)" manasından dolayıdır. Fakat birşeyin bir şeyden ayırdedilmesinde, şeddesiz olarak fiili kullanılır. Nitekim Cenâb-ı Hak da burada, "Nihayet pis olanı temiz olandan ayıracaktır" buyurmuş ve iki şey zikretmiştir. Bu bazı dilcilerin, "fark" ile "tefrik" kelimeleri hakkında söyledikleri husus gibidir. Yine Cenâb-ı Hak, "Bugün siz ayrılın" (Yâsin. 59) buyurmuştur ki, bu fiilin mutavaat sîgasıdır." Fiili şeddeli okuyanların delili ise şudur: Şeddeli okuyuş, teksîr (çokluk) ve mübalağa manâsından dolayıdır. Mü'min ve münafıkların sayısı çoktur. Binâenaleyh bu fiili burada şeddeli okumak daha evlâdır. Âyette "tayyib" (temiz) ve habis (pis) lâfızları, her nekadar müfred olarak getirilmiş ise de, bunlardan "cins" manası kastedilmiştir. Bundan dolayı, bu kelimelerden kastedilen bir mü'min ile bir münafık değil, bütün mü'min ve münafıklardır.

Mü'minle Münafığın Nasıl Ayırd Edildiği

Biz âyetin manasının, "Ey mü'minler, Allah, pis olan temiz olandan, yani münafık mü'minden ayrılıncaya kadar, sizi, üzerinde olduğunuz halde, yani mü'min ile münafığın birbirine karışık olması ve benzeri haller üzere bırakacak değildir" şeklinde olduğunu söyledik. Âlimler, mü'min ile münafığın nasıl ayırdedildiği hususunda ihtilâf etmiş ve şu görüşleri serdetmişlerdir:

a) Bu, Allah'ın, çeşitli sıkıntı, musibet ve ölümler verip, onları bozguna uğratmasıyla olmuştur. Binâenaleyh mü'min olan, Allah'a imana ve Resûlullah'ı tasdika bunlardan sonra da devam etmiş, münafık ise nifak ve küfrünü ortaya koymuştur.

b) Hak teâlâ, mü'minlere yardım edeceğini ve kâfirleri zelîl kılacağını va'adetmiştir. Binâenaleyh İslâm kuvvet bulunca, İslâm'ın devleti yücelmiş, küfür ve kâfirler ise zelil ve perişan olmuşlar ve böylece de bu ayrılma gerçekleşmiştir.

c) Buna delâlet eden emare ve ipuçlarının bulunmasıdır. Meselâ müslümanlar İslâm'ın güç ve kuvvet bulmasıyla sevinirler, münafıklar ise bundan gam ve keder duyarlar.

Bu Ayırd Etme Kat'i Değil de Zanni Kalır

Burada şöyle bir soru vardır: Bu ayırma işi, iyice ortaya çıkarsa, münafıkların küfrü de ortaya çıkmış olur. Münafıkların küfrünün ortaya çıkması ise, onların münafık olarak kalmalarına mânidir. Eğer bu ayırdetme işi, iyice açık olmaz ise, o zaman da Allah'ın bu va'adi gerçekleşmemiş olur? Buna şöyle cevap veririz: Bu, katî bir ayrılışı değil de, zanni bir ayrılışı ifade etmesi bakımından tahakkuk etmiştir.

Sonra Cenâb-ı Hak, 'Allah sizegaybı bildirecek değildir" buyurmuştur ki, Subhânehû ve Teâlâ, bu ayırma işini yapacağını bildirmiş ve daha sonra bu buyruğu ile, bu ayırma işinin, Allah'ın sizi gaybına muttali kılıp da "falan münafıktır, falan da mü'mindir; falan cennetlik, falan da cehennemliktir" diyebileceğiniz bir şekilde olmayacağını beyan etmiştir. Çünkü Sünnetullah, Allah'ın cahit insanları gaybına muttali kılmamak üzere cereyan etmektedir. Hatta sizin için bu ayırma işini bilmenin tek yolu, yukarıda zikrettiğimiz, mü'min ile münafığın ayrılmasını sağlayan çeşitli belâ ve musîbetlere uğramak gibi imtihanlardır. Fakat bunu gayba muttali olma yoluyla bilmek, ancak peygamberlerin özelliklerindendir.

İşte bu sebepten ötürü Cenâb-ı Hak, "Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer" buyurmuştur. Bu, "Allah peygamberlerinden dilediğini seçer ve sadece onlara, "şunlar mü'min, şunlar da münafıktır" şeklinde insanları tanıma bilgisini verir" manasındadır. Bu cümlenin şu manada olması da muhtemeldir: "Allahü teâlâ, peygamberlerinden dilediğini seçer ve böylece insanları, ellerindeki şeriatlarla imtihan eder. İmtihan neticesinde de bu iki grup birbirinden ayrılmış olur."

Bu âyet şu manaya da gelebilir: "Allah sizin hepinizi, peygamberin bildiği miktarda, gaybı bilen kimseler kılmamıştır ki sizler peygamberlerden müstağnî olasınız. Aksine O, kullarından dilediğine peygamberliği verir, sonra diğer insanları o peygamberlere itaatla mükellef kılar."

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Öyleyse siz Allah'a ve peygamberlerine inanın" demiştir. Bu emirden maksad şudur: Münafıklar, Uhud'da meydana gelen o arzu edilmeyen hâdiseler sebebiyle, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamberliğine ta'n etmişlerdi. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ, bu hâdiselerde habis (pis) olan münafığın, tayyib (temiz) olan mü'minden ayrılması gibi birtakım faydaların bulunduğunu beyan buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, münafıkların ileri sürdükleri şüphelerine bu şekilde cevap verince, "Öyleyse Allah'a ve peygamberlerine inanın" demiştir. Bu, "Bütün deliller, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğine delâlet edip, O'nun nübüvvetini ta'n hususunda ileri sürdüğünüz o şüpheye de biz cevap verince, geriye size, sadece Allah'a ve peygamberlerine iman etmek kalmıştır" demektir. Allahü teâlâ, şu incelikten ötürü "peygamberine" değil de, "peygamberlerine" demiştir: Kişiyi, peygamberlerden birisinin peygamberliğini ikrar ve itirafa götüren yol sadece mu'cizedir kî bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de de vardır. Bundan dolayı, peygamberlerden her birinin peygamberliğini kabul etmek gerekir. İşte bu nükteden ötürü Hak teâlâ, "Peygamberlerine., " buyurmuştur. Bundan maksad, bütün peygamberlerin nübüvvetini isbât etmenin yolunun tek olduğuna dikkat çekmektir. Binâenaleyh onlardan herhangi birinin peygamber olduğunu kabul eden kimsenin, hepsinin peygamberliğini kabul etmesi gerekir. Cenâb-ı Allah, insanlara bunu emredince, peşisıra mükafaat va'adini getirerek, "Eğer inanır ve ittika ederseniz, size çok büyük bir mükafaat var" buyurmuştur ki bunun ne demek olduğu açıktır.

Hakkı Verilmeyen Mallar Ateş Olup Âhirette Sahibinin Boynuna Dolanacak

179 ﴿