180"Allah'ın fazl-u (kereminden) kendilerine verdiğinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar, aksine bu onlar için bir serdir. Onların cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır". Bil ki Allahü teâlâ, önceki âyetlerde cihad uğrunda canların harcanmasına iyice teşvik edince, bu âyette de cihad uğrunda mal hacamaya teşvik etmeye başlayarak, Allah yolunda malını harcamak istemeyip cimrilik edenler için şiddetli va'idinin söz konusu olduğunu bildirmiştir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Hamza bu kelimeyi, tâ ile (......) şeklinde; diğer kıraat imamları ise, yâ harfi ile (......) şeklinde okumuşlardır. Zeccâc, "Hamza'nın kıraatına göre mana, "Cimrilik edenlerin cimriliklerinin onlar için hayırlı olacağını sanma.." şeklindedir. Buna göre, "Cimrilik edenler.." sözü delâlet ettiği için, "cimrilikleri" ifâdesi hazfedilmiştir. Yâ ile okuyanların kıraatine göre ise şu iki izah yapılabilir: a) Bu fiilin, faili olan zamirin mercii ya Allah Resulü veya herhangibir kimsedir. Buna göre âyetin manası, "Allah'ın Resulü veya herhangibir kimse, cimrilik edenlerin cimriliğinin onlar için hayır olacağını sanmasın" şeklindedir. b) Bu fiilin faili, "cimrilik edenler"dir. Buna göre, âyette mef'ûl hazfedilmiş olup, takdiri, "cimrilik edenler cimriliklerinin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar" şeklindedir. "Cimrilik edenler" ifâdesi kendisine delâlet ettiği için, mef'ûl hazfedilebilmiştir. Bu, bir insanın "Kim yalan söylerse, o onun için bir şer olur, yani onun yalanı bir şer olur" sözü gibidir. Şu şiirler de bunun gibidir: "Akılsız, bir şeyden nehyolunduğu zaman, ona dogrugider" yani o sefeh'e, akılsızlığa doğru gider. Ferra da şu beyti nakletmiştir: "Onlar padişahlardır. Padişahoğulları da onlardır. O (mülkü) alanlar ve ilk efendilerdir." Ferrâ bu şiirdeki (onu) lâfzı ile, "mülkü" manasını kastetmiştir. Fakat daha önce melîklerden bahsedildiği için, bunu açıkça söylememiştir. "Bu kendileri için bir hayır..." ifâdesindeki hüve zamirine, Basralılar "zamir-i fasıl", Kûfeliler ise "zamir-i imâd" adını vermişlerdir. Çünkü daha önce, "cimrilik edenler" ifâdesinin zikredilmesi, sanki cimriliğin zikredilmesi gibidir. Buna göre âdeta, "Cimrilik edenler, bu cimriliklerini kendileri için bir hayır sanmasınlar" denilmektedir. Bu hususta sözün özü şudur: Hem mübtedânın hem de haberin bir hakikati vardır. Mübtedanın hakikatinin, haberin hakikati ile tavsif edilmesi, mübtedânın ve haberin hakîkatinden farklı bir şeydir. Binâenaleyh bu tavsif, her iki şeyin kendisinden fazla bir mana olunca o tavsife delâlet eden üçüncü bir sığanın olması gerekir ki bu da "hüve" (o) kelimesidir. Bil ki âyet, herhangibir hayır ve menfaat hususunda cimrilik etmenin kınandığına delâlet etmektedir. Bu hayır mal da olabilir, bir ilim de olabilir. Birinci görüşe göre, bu va'id malda cimrilik yapmadan ötürüdür. Buna göre âyetin manası, "O cimrilik edenler, cimriliklerinin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir serdir. Çünkü onların cimriliğinin cezası, kendi aleyhlerine olacaktır" şeklindedir. Bu da Hak teâlâ'nın, "Onların cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır" buyruğu ile kasdedilen husustur. Hem bu mallar onların yanında da kalmayacaktır ki bu da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır" buyruğu ile kasdedilen husustur. İkinci görüşe göre bu cimrilikten murad, ilimde yapılan cimriliktir. Çünkü yahudiler, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Tevrat'taki sıfatlarını gizliyorlardı. Binâenaleyh bu gizleyiş bir cimriliktir. Meselâ, "Falanca ilminde cimrilik yapıyor" denilir. İlmin, Allah'ın bir lütfü olduğunda şüphe yoktur, Cenâb-ı Hak, "(Allah) sana (evvelce) bilmediklerini öğretti. Allah'ın senin üzerindeki lütf-u inayeti çok büyüktür" (Nisa 113) buyurmuştur. Hem sonra Cenâb-ı Allah, Tevrat ve İncil'de olan şeyleri yahudi ve hristiyanlara öğretip bildirmiştir. Bundan dolayı onlar, bu iki kitapta bulunan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderileceği müjdesini gizleyince, bu bir cimrilik olmuş olur. Bil ki birinci görüş daha uygundur. Bunun evlâ olduğuna şu iki husus da delâlet eder: a) Allahü teâlâ, "Onların cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır " buyurmuştur. Biz buradaki cimriliği, ilimde yapılan cimrilik olarak alırsak, âyeti tefsir ederken mecazi manayı vermeye mecbur oluruz. Fakat onu malda yapılan cimrilik olarak alırsak, mecazi mana vermeye mecbur olmayız. Bundan dolayı birinci görüş daha evlâ olur. b) Âyeti, maldaki cimrilik manasında alırsak, bu, malı cihadda harcama hususunda bir teşvik olmuş olur ve böylece de, âyetin kendinden önceki âyetlerle ilgisi güzel bir şekilde kurulmuş olur. Fakat biz onu, yahudilerin Tevrat'taki şeyleri gizlemeleri manasına alırsak, bu ilgi kopmuş olur veya zorlanarak bir ilgi kurulabilir. Binaenaleyh birinci görüş daha evlâ olur. Âlimlerin ekserisi, cimriliğin, farz ve vacip olan şeyi vermemekten ibaret olduğunu ve nafile olanı vermemenin cimrilik olmadığı kanaatindedirler. Onlar bu görüşlerine delil olarak şunları getirmişlerdir: 1- Bu âyet, cimrilik hakkında çok şiddetti bir tehdid ifâde etmektedir. Böyle şiddetli bir va'id ise ancak vacip olanı yapmamaya uygundur. 2- Allahü teâlâ, cimriliği kınamış ve ayıplamıştır. Halbuki nafile olan birşeyi (sadakayı) vermeyen kimsenin kınanması ve ayıplanması caiz değildir. 3- Allahü teâlâ, dâima lütuf ve ihsanda bulunur. Çünkü onun lütfedebileceği şeylerin sınırı yoktur. Varlık alemine çıkan herşey sonludur. Binâenaleyh, şüphe yok ki Cenâb-ı Hak, her an lütfetmemektedir. Eğer lütfetmemek cimrilik olsaydı, Cenâb-ı Hakk'ın da cimrilikle tavsif edilmesi gerekirdi ki O, bundan münezzehtir. 4- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Cimrilikten daha ileri hangi hastalık vardır?" Buhâri, Humus, 15. buyurmuştur. Nafile olan bir şeyi yapmayanın, "cimri" diye tavsif edilemiyeceği malumdur. 5- Lütfü terkeden, şayet cimri sayılsaydı, çok malı olan insanın, ancak bütün malını vermek suretiyle cimri olmaktan kurtulabilmesi gerekirdi. 6- Cenâb-ı Hak, "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcarlar" (Bakara, 3) buyurmuştur ki bu âyetteki (......) harf-i cerh teb'iz (kısmiyyet) manasınadır. Binâenaleyh bu ifâdeden maksad, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden "bir kısmım" infâk eden kimseler olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu kimselerin sıfatları hakkında, "İşte onlar, Rablerinden (gelen) hidayetin tam üzerindedirler" (Bakara, 5) buyurmuş ve onların hidayete erip, felaha kavuştuklarını bildirmiştir. Eğer nafile olanı yapmayan kimse, kınanmış bir cimri sayılsaydı, böyle denilmezdi. Bundan dolayı bu âyet ile, cimriliğin "vacip olanı yapmamak ve vermemek" manasına olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat vacip olan infâklar pek çoktur: a) İnsanın hem kendisi, hem de bakmakla mükellef olduğu kimseler için yapacağı harcamalar. b) Zekata giren infâklar. c) Müslümanların, canlarına ve mallarına kasteden bir düşmanı defetmek mecburiyetinde kaldıklarında, düşmanı savuşturabilecek müslümanlara mallarını infâk etmeleri vacibtir. Çünkü bu, insanın, kendisinden bir zararı savuşturması gibidir. d) Bir müslüman çok muhtaç olduğunda, diğer müslümanların, ona hayatını sürdürecek kadar mat vermeleri vaciptir. İşte bütün bu infâk çeşitleri, vacip infaklardan olup, onu yerine getirmemek cimrilik babından sayıltr. Allah en iyi bilendir. Cenâb-ı Allah daha sonra, "Onların cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele bulunmaktadır: Bu va'id'in tefsiri hususunda bazı vecihler bulunmaktadır: 1- Bu ifâdeyi zahirî manasına hamletmek. O da şu şekilde olur: Allahü teâlâ, onlara azablarına sebep olacak bir tasma takar. Denildi ki, Allahü teâlâ bu mallarını, boyunlarına dolanmış olan tasmalar gibi yılanlar şekline sokacaktır. Bu yılanların, onların bedenlerinin diğer yerlerine de sarılması mümkündür. Bu malların, boyunlarında bir yılan gibi olması, önce zekatı ödemenin lüzumunu kabul edip, sonra da onu ödememelerinden ötürüdür. Yılanların, bedenlerinin diğer yerlerini sarması ise, mallarını sımsıkı tutup ayırmak istememeleri yüzündendir. Böylece bu yılanlar onların mallarının yerine geçmiş olur. Sanki onlar, o yılanları iyice kucaklamışlar ve kendilerine iyice bitiştirmişlerdir. Bunun, onların boyunlarına dolanmış ateşten bir tasma olması da mümkündür. Bunun bir benzeri de, "O gün o malları, cehennem ateşinin içinde, onların üzerinde kızdırılacak ve bunlarla onların alınları, böğürleri ve sırtlan dağlanacak" (Tevbe. 35) âyetidir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Verilmeyen o zekatlar, onların boyunlarında, onları sokan ve onlara "Ben, dünyada iken cimrilik edip vermediğin zekatım" diyen, başında iki siyah benek bulunan, tasma şeklinde bir yılan haline getirilir." 2- "Boyunlarına dolanacaktır" buyruğunun tefsiri hakkında Mücâhid: "Onlar, kıyamet günü, cimrilik ettiği o zekatı vermekle mükellef kılınacaklar" demiştir. Bunun bir misali de İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın, Bakara 184. âyeti, "Mükellef olanlara fidye gerekir" şeklinde okuyuşudur. Müfessirler, bu kıraatin, "mükellef olup da ona güç yetiremeyenler..." manasında olduğunu söylemişlerdir. Buna göre, buyruğu da, "Onlar, vermedikleri zekatı, yapamayacakları bir zamanda vermekle emrolunurlar ki, bu, "Bunu yapabileceğiniz zaman yapmalı değil miydiniz?" manasında bir azarlama olur. 3- Bu tabirin manası, "Onlar, bunun günahını âhirette kabullenecekler" şeklindedir. Bu, temsilî bir mana olup, aslında bir tasma söz konusu değildir. Meselâ, "Falan, falancanın boynunda bir tasma gibidir" denilir. Araplar, birşeyin birisinin boynunda olduğunu söylemekle, o şeyin gerekliliği manasını te'kid ederler. Meselâ, "Bu işi senin boynuna sardım, bu işi sana gerdanlık yaptım" deyişleri de bu manadadır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Herkesin amelini kendi boynuna doladık" (isra, 13) buyurmuştur. 4- Âyette geçen cimriliği, ilimde yapılan cimrilik manasına alırsak, "boyunlarına dolanacaktır" tabiri, "Allahü teâlâ, onların boyunlarına ateşten bir tasma takar" manasında olur. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Bir kimseye bildiği birşey sorulur da o da onu gizlerse, Allah, kıyamet günü ona ateşten bir gem vurur" Ebu Davud. İlm. 9 (111/321) buyurmuştur ki bunun manası, "Onlar, bu gem ile ağızlarından ve dillerinden azab olunurlar" demektir. Çünkü onlar ağızları ve dilleri ile, hakkı gösteren şeyleri söylememişlerdir. Bil ki bu cimriliği, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetinin delillerini gizleme manasında almak da uzak bir ihtimal değildir. Çünkü yahudi ve bristiyanfar, Kur'an'da "cimri" olarak tavsif edilip kınanmışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak onlardan bahsederken, "Yoksa onların, mülkten bir hisseleri mi var? Eğer öyle olsaydı. insanlara çekirdek zan kadar birşeyi bile vermezlerdi" (Nisa 53) ve "Onlar, hem cimrilik yapar, hvm de insanlara cimriliği emrederler" (Nisa. 37) buyurmuştur. Yine Cenâb-ı Hak. tefsir ettiğimiz âyetin hemen peşisıra, "Gerçekten Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü yemin olsun ki Allah işitmiştir" (Âl-i imran, 181) buyurmuştur ki bu söz yahudilere aittir. Âyetin, hem ilimde cimrilik, hem de malda cimrilik hakkında olup. bu tehdidin, her ikisi için olması da uzak bir ihtimal değildir. Mu'tezile, bu âyetin günahkârların ilâhi tehdidin muhatabı olduklarına kesinlikle delâlet ettiğini söylemektedirler. Çünkü bu vazifeleri (zekatları) yerine getirmekle mükellef olup da, bunlar uhdesinden düşmemiş olan kimseler, hem Hazret-i Peygamberi hem de İslâm şeriatını tasdik eden kimselerdir. Hak teâlâ'nın, "Aksine bu, onlar için bir serdir beyanı, onların sevaptan mahrum edilecekleri ve cehenneme girecekleri neticesine götürür. Onların cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır" buyruğu ise, çok net bir ilâhî va'İddir. Bil ki bu konudaki sözümüz Bakara suresinde geçmişti. Sonra Cenâb-ı Hak, "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır" buyurmuştur. Bu ifâde şu iki şekilde izah edilmiştir: a) Yerdeki ve göktekilerin. miras yoluyla sahip oldukları mallar ve diğer şeyler. Allah'a aittir. Binâenaleyh onların, Allah'ın mülkü ile. Allah'a karşı cimrilik edip. onun yolunda infâk etmemeye haklan yoktur Bunun bir benzeri de. "Siz, kendisinde vekil kıldığımız (mallar)dan (Allah yolunda) infâk edin" (Hadid. 10) âyetidir. b) Ekseri müfessirlere âit olan görüşe göre bu ifâdeden murad, yerdeki ve göktekilerin helak olup, neticede bütün mülkün Allah'tan başka bir maliki olmayacak tarzda geriye kalacağıdır. Bu "veraset" manasına gelen bir tabirdir. Çünkü insanlar. Mümkün kendilerinin olduğunu iddia etmişlerdi. Hepsi ölüp, geride hiç kimse ayınca. sanki o mülklerin varisi Allah olmuştur. Bu âyetin esas ifâde etmek stediğı şudur; Allah'tan başka bütün mâliklerin mülkü bâtıl olur. Böylece bu, bir miras gibi olur. İbnül-Enbâri şöyle demektedir: "Daha evvel onda ortak iken, sonra tek kaldığında, "falan, falancanın ilmine vâris oldu" denilir. Nitekim Allahü teâlâ da. Süleyman Davud'a mirasçı oldu" (Neml. 16) buyurmuştur ki bu, daha önce Davud (aleyhisselâm) mülkte Süleyman (as) ile ortak ve ona âmir iken, daha sonra bu işte Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)'ın tek kaldığı manasınadır. Allahü teâlâ daha sonra "Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" buyurmuştur. İbn Kesîr ve Ebu Amr, buradaki fiili, failinin "cimrilik edenler"olması için, gâibsîgasıyla ve yâ harfi ile Onların yaptıklarını..." seklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre mana. "Allah, onların zekatlarını vermediklerini ve onları bundan ötürü cezalandırır" şeklinde olur Diğer kıraat imamları ise, itab sîgası ile ve tâ harfi ile okumuşlardır. Çünkü bundan önceki, "Eğer inanır ve ittika ederseniz, size çok büyük bir mükat'aat var" buyruğu da muhatab sigasıyladır. Bu kiraata göre mana. "Allah, sizin yaptıklarınızı bilir ve onlara karşılık sizi mükafaatlandırır" şeklinde olur. Bu fiilin gâib sîgasıyla okunması, muhatab sigasıyla okunmasından daha evladır. Çünkü Keşşaf sahibi, "iltifat" üslubu ile, yâ'lı (gaib olarak) okumak, va'idi ifâde etmede daha beliğdir. Yahudilerin İleri Sürdüğü Şüphelerden:"Allah Fakir, Biz Zenginiz" |
﴾ 180 ﴿