183

"Hakikaten, Allah, hiçbir peygambere, o (gökten inecek) bir ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar, imân etmememizi emretti" diyen (yahudilere) de ki: "Size, benden evvel nice peygamberler apaçık deliller ve mu'cizelerle beraber, o dediğinizi de elbette getirmişti. O halde, sadıklar iseniz, onları niçin öldürdünüz".

Bil ki bu âyet, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini ta'n etmek üzere kâfirlerin ileri sürdükleri ikinci şüphedir. Bunun izahı şu şekildedir: Onlar, "Allah, (gökten inecek) bir ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere imân etmememizi emretti. Ey Muhammed sen ise, böyle yapmadın. Binâenaleyh senin, peygamberlerden biri olmaman gerekir" demişlerdi. Âyetin, önceki âyetlerle münasebeti işte bu husustur.

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Bu âyet, Ka'b İbn el-Eşref, Ka'b İbn Esed, Malik İbn es-Sayf, Vehb İbn Yahuza, Zeyd İbn Tâbûb, Fenhâs İbn Âzûrâ ve benzerleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek "Ey Muhammed, Allah'ın peygamberi olduğunu ve Allah'ın sana bir kitap indirdiğini iddia ediyorsun. Halbuki Allah bize Tevrat'ta, hiçbir peygambere, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe, imân etmememizi emretti. O ateşin hafif bir sesi olur ve gökten iner. Eğer sen bize bu ateşi getirirsen, seni tasdik ederiz" dedikleri zaman, işte bu âyet-i kerime nazil olmuştur. Atâ şöyle demiştir: "İsrailoğulları Allah için kurban kesiyor, onun iç yağları ile etinin en güzel yerlerini alıp, bunları tavanı açık bir evin ortasına koyuyorlardı. Peygamberleri evin içinde durup, Rabb'isine dua ediyordu. İsrailoğulları da dışarıda, evin etrafında bekleşiyorlardı. Derken gökten hafif bir sesi olan, dumansız beyaz bir ateş iniyor ve o kurbanı yakıp bitiriyordu."

Bil ki âlimlerin, yahudilerin bu iddiaları hakkında şu iki görüşü vardır:

1- Birincisi Süddî'nin görüşüdür. Bu görüşe göre, böyle bir şart Tevrat'ta vardır. Fakat şartlı olarak vardır. Bu da şudur: Cenâb-ı Hak Tevrat'ta, "Size peygamber olduğunu iddia eden birisi gelince, Mesîh ve Muhammed hâriç, size bir ateşin yiyip bitireceği bir kurban getirmedikçe ona inanmayın. Fakat Mesîh İsa ile Muhammed geldiklerinde, onları hemen tasdik edin. Çünkü onlar, ateşin yiyip bitireceği bir kurban olmadan gelirler" buyurmuştur. Süddî sözüne devamla, "Bu âdet Hazret-i İsa (aleyhisselâm) gönderilinceye kadar devam etmiştir. Allahü teâlâ, Hazret-i İsa'yı peygamber olarak gönderince, bu sona ermiştir" demiştir.

2- Böyle bir şart iddiası, Tevrat'a bir iftiradır. Bunun bir iftira olduğunu şunlar da gösterir:

a) Bu gerçek olsaydı, bütün peygamberlerin mu'cizesi, böyle bir kurban olurdu. Halbuki işin böyle olmadığı malumdur. Çünkü Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın Firavuna karşı mu'cizeleri, bu kurbanın dışında birtakım şeylerdi.

b) Böyle bir ateşin gökten inip, kurbanı yemesi bir mu'cizedir. Binâenaleyh gerek bu, gerek diğer mu'cizeler birbirine denktir. Bundan dolayı, bilhassa bu mu'cizenin olmasında ve ille de bunun istenmesinde bir mana yoktur. Aksine, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elinde çok açık mu'cizeler zuhur edince, bu kurban mu'cizesi bulunsa da bulunmasa da O'nun peygamber olduğuna kesinkes hükmetmek gerekir.

c) Tevrat'ta ya, "Peygamberliğini iddia eden birisi, hertürlü mu'cizeyi getirse bile, bu kurban mu'cizesini göstermedikçe, ona inanmayın" diye bir hüküm, veyahut da "Peygamberliğini iddia eden kimseden mu'cize istenilir. İster bu mu'cize, gökten ateş getirme mu'cizesi, isterse başka birşey olsun..." şeklinde bîr hüküm vardır denilebilir. Birincisi söylenemez, çünkü ona göre, diğer mu'cizeleri getirmek, o kimsenin peygamberlik iddiasında doğru olduğuna delâlet etmez. Bu mu'cizelere ta'n etmek eğer mümkin ise, o zaman o kurban mu'cizesine ta'n etmek de mümkindir. İkincisine gelince, bu doğruluğun o muayyen kurban mu'cizesinin zuhuruna değil, mutlak olarak (herhangi)bir mu'cizenin zuhuruna bağlanmasını gerektirir. Binâenaleyh, sadece bu kurban mu'cizesini isteyip, ona itibar etmek abes ve lağiv olur. Bizim söylediğimiz bu hususlarla, böyle bir şüphenin sakıt olduğu ortaya çıkmış olur. Allah en iyi bilendir.

İkinci Mesele

(......) kelimesinin cümledeki yeri hakkında da şu görüşler ileri sürülmüştür:

a) Zeccâc, bu kelimenin, (......) kelimesinin sıfatı olup mahallen mecrur olduğunu ve kelâmın "Senin Rabb'in, şöyle şöyle diyen kutlarına karşı zulümkâr değildir" şeklinde olduğunu söylemiştir.

b) Takdirin "Gerçekten Allah fakirdir..." diyenlerin sözünü ve "Hakikaten Allah., iman etmememizi emretti..." diyenlerin sözünü, andolsun ki Allah işitmiştir" şeklinde olması...

c) Bunun, mahzuf bir mübtedânın haberi olması sebebiyle merfu olması. Takdiri, "Onlar, böyle söyleyenlerdir" şeklindedir.

Üçüncü Mesele

Vahidî (r.h) şöyle demektedir: "Kurban, kendisi vesilesiyle Allah'a yaklaşılan bir iyiliktir. Bunun aslı (yaklaştı) fiilinden bir masdardır. Bu, "küfran", "rüchân" ve "hüsran" masdarlart gibidir. Daha sonra bu kelime ile, Allah'a yaklaşma vesilesi olan şeyin bizzat kendisi adlandırılmıştır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Ka'b İbn Ucre'ye "Ey Kâ'b, oruç kalkandır, namaz da kurban (Allah yaklaşma vesilesi)dir" Buhârî, Savm. 2. sözü de bu manadadır. Yani, "O namaz ile Allah'a yaklaşılır ve hacetler hususunda Allah'tan yardımı istenir" demektir.

Bil ki, Allahü teâlâ, yahudilerin bu ikinci şüphesine cevap vererek, "De ki, "Size, benden evvel nice peygamberler apaçık deliller ve mu'cizelerîe beraber, o dediğinizi de elbette getirmişti. O halde sâdık iseniz, onları niçin öldürdünüz?" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki Allahü teâlâ, bu delillerle onların bu mu'cizeyi, hakka ulaşmak maksadıyla değil, aksine işi yokuşa sürmek ve haksız yere diretmek için istediklerini beyân buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü o yahudilerin ataları, Hazret-i Zekeriyya, Hazret-i İsa ve Hazret-i Yahya gibi önceki peygamberlerden de bu mu'cizeyi istemişlerdi, onlar da bunu göstermişlerdi. Fakat sonra onlar, Hazret-i Zekeriyya ve Hazret-i Yahya'yı öldürmek için ellerinden gelen gayreti sarfetmişler; Hazret-i İsa'yı da öldürdüklerini iddia etmişlerdir. Bu da, o yahudilerin, işi sarpa sardırmak ve haksızlıkta diretmek için, o peygamberlerden bu mu'cizeyi istediklerine delâlet eder. Çünkü eğer böyle olmasaydı, onlar, o peygamberleri öldürmeye çalışmazlardı. Daha sonraki yahudiler, atalarının yaptıkları o fiillere razı olmuşlar ve onları her yaptıkları işte tasvib etmişlerdir ki bu da, onların Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, böyle bir mu'cizeyi isteme hususunda haksızlıkta diretenler olmalarını gerektirir. Onların bu mu'cizeyi hakka ulaşmak maksadıyla değil de, haksızlıkta diretmek için istemiş oldukları sabit olunca, Allah'ın hikmetinde, onlara bu mu'cizeyi vererek icabet etmesi vacip değildir. Hele bu mu'cizeden başka, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e birçok mu'cize verilmişken!.. İşte bu, onların ileri sürdükleri o şüpheye yeterli bir cevaptır.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak, bu âyette şeklinde değil de, buyurmuştur. Çünkü müennesin fiili, kendinden önce geldiğinde müzekker sîgasıyla olabilir. (Cemi olan isim) önce geldiğinde fiili müennes yerine müzekker de getirilebilir.

Üçüncü Mesele

Âyetteki, "O dediğinizi..."sözünden maksad, yahudilerin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den istedikleri şeydir ki bu da, ateşin yiyip bitirdiği kurban mu'cizesidir.

Bil ki Allahü teâlâ, "Peygamberlerin benden önce o dediğinizi size getirmişlerdi..." buyurmayıp, "Size, benden evvel nice peygamberler apaçık deliller ve mucizelerle beraber, o dediğinizi de elbette getirmişti" buyurmuştur. Bunun faydası şudur: Yahudiler "Allahü teâlâ, nübüvveti tasdik etmeyi, (gökten inen) bir ateşin yiyip bitirdiği bir kurban'ın zuhuruna bağlamıştır" demişlerdir. Binâenaleyh Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "Önceki peygamberler, bu kurbanı getirmişlerdir" demiş olsaydı, bu kadar bir ifâde ile, onların peygamberliklerini itiraf etmek gerekmezdi. Çünkü bu kurbanı getirmenin nübüvvetin mucibi değil, . şartı olması ihtimali vardır. Şart ise, bulunmadığında, meşrutun bulunmaması gerektiği, bulunduğunda ise meşrutun bulunmasının gerekmediği şeydir. Binaenaleyh eğer bu kadarla yetinilmiş olsaydı, bu ilzamın varid olmayacağı sabit olurdu. Ama Cenâb-ı Hak, "De ki, size, benden evvel nice peygamberler apaçık deliller ve mu cizelerle beraber, o dediğinizi de elbette getirmiştir" buyurunca, bu ilzam (kabule mecbur bırakma) söz konusu olmuş olur. Çünkü o peygamberler, mu'cizeler ve deliller getirince, kendilerini tasdiki gerektiren şeyi de getirmiş olmuşlardır. Onlar bu kurban mucizesini getirince, şartı da getirmiş olmuşlardır. Bu ikisi getirilince de, onların peygamberliğini kabul etmek vacip olur. Binâenaleyh peygamberin "Onlar size mu'cize ve açık deliller getirmişlerdi" şeklindeki ifâdesi olmasaydı, onlara böyle bir ilzam yapılmamış olurdu. Allah en iyi bilendir.

Onlar Yalnız Seni Değil Önceki Peygamberleri de Yalanladılar

183 ﴿