186"Andolsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan bir çok eziyet duyacaksınız. Eğer sabreder ve ittika ederseniz, işte bu, azmedilmesi gereken işlerdendir". Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, "Her nefis ölümü tadıcıdır" diye teselli edince, bu âyet ile de O'nu daha çok teselli etmiş ve kâfirlerin, Uhud günü kendisine ve ashabına yaptıkları eziyetten sonra, ileride de canlan ve malları hususunda, mümkün olan her türlü yolla eziyet edeceklerini bildirmiştir. Bu bildirmeden maksad, onların gönüllerine sabrı yerleştirip, sabırsızlık göstermelerini engellemektir. Bu böyledir, çünkü insan, başına gelecek belâyı bilemediği zaman, o belâ kendisine geldiğinde, bu onun için daha zor olur. Fakat o böyle bir betanın gelebileceğini bildiğinde, o belâ geldiği zaman, bu ona fazla zor gelmez. Hak teâlâ'nın, "Andolsım kî mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız" ifâdesi ile ilgili birkaç mesele vardır: Vahidi (r.h), bu cümlenin başındaki lam harfinin, kasem lamı olduğunu; fiilin sonundaki "nûn"un ise te'kid için getirildiğini; hem vâv hem de nün sakin olduğu için, vâv'ın zammelendiğini; kelimenin sonunun ictimâ-i sakineynden ötürü kesrelenmediğini; çünkü bunun cemî vâvı olduğunu, bundan dolayı makablinin harekesi olan zamme ile harekelen meşinin vacip olduğunu ve (......) (Bakara, 16) âyetinin bunun bir benzeri olduğunu söylemiştir. Allah'ın İmtihan Etmesinin Mânası Âyetteki (......) kelimesi "imtihan olunacak, deneneçeksiniz" manasınadır. Halbuki Allah hakkında, "deneme" fiilinin kullanılamayacağı, herkesin malumudur. Çünkü deneme, İyinin kötüden ayırdedilip bilinmesi için, bilgi edinme gayesiyle yapılır. Fakat bu kelimenin Hak teâlâ hakkında kullanılışı, "O, kuluna, denenen ve imtihan edilen kimseye yapılan muamele gibi bir muamele yapar" manasındadır. Âlimler bu denemenin ne ile olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları, "Bundan murad, o müslümanların başına gelen zorluk, fakirlik, kâfirler eliyle gelen ölüm, yaralama ve bozgundur. Yine onlar, cihadda sabra yapışmaları emredilme ile de denenmişlerdir" demişlerdir. Hasan el-Basrî ise, bundan maksadın, namaz, zekat ve cihad gibi bedenî ve mâlî olan, meşakkatli ve güç mükellefiyetler olduğunu söylemiştir. Kâdî, "İfâdenin zahiri, her iki hususa da muhtemeldir. Binâenaleyh âyeti her iki manada birden anlamak imkansız değildir" demiştir. Hak teâlâ'nın, "Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan bir çok eziyet duyacaksınız" buyruğundan murad, yahudi, hristiyan ve müşrîklerce, müslümanlara karşı yapılan her türlü eziyettir. Çünkü ehl-i kitap, "Üzeyir Allah'ın oğludur"; "İsâ, Allah'ın oğlu ve üçün üçüncüsüdür" diyor ve ellerinden gelen her şey ile, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ta'n ediyorlardı. Ka'b İbn Eşref, onu hicvetmiş ve insanları ona muhalefet etmeye teşvik etmiştir. Müşrikler ise, insanları Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e inanmamaya teşvik etmiş, onunla savaşmak için ordular toplamış ve müslümanları ona yardım etmekten alıkoymaya uğraşmışlardır. Binâenaleyh âyeti, bütün bunlara hamletmek gerekir. Çünkü ifâdeyi bunlardan bir kısmına vermek, diğerlerine vermekten daha evlâ değildir. Allahü teâlâ, daha sonra bu iki şeye atfen "Eğer sabreder ve ittikâ ederseniz, işte bu, azmedilmesi gereken işlerdendir" buyurmuştur. Bu ifâde hakkında da birkaç mesele vardır: Müfessirler şöyle demişlerdir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ebu Bekir'i, yahudi Fenhâs'a yardım istemek için göndermişti. Fenhas da, "Rabb'in, bizim kendisine yardım etmemize muhtaç oldu" deyince, Ebu Bekir (radıyallahü anh), onu kılıçla vurmak istedi. Halbuki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderirken ona, "Bana dönüp gelinceye kadar, hiçbir şeyi zorla alma" demişti. Hazret-i Ebu Bekir bunu hatırlayınca, kendine hâkim olup vurmadı ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu." Âyetin iki açıklaması vardır: a) Bundan murad, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, canları ve mallarına gelen belâlar ile eziyetlere katlanma ve karşı koymama hususlarına sabırla üstün gelmeyi emretmedir. Allahü teâlâ bunu, muhalif olanların dine girmesini daha fazla sağlayacağı için emretmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler, yahut (Allah'tan) korkar" (Taha. 44); "İman edenlere söyle, Allah'ın günlerini ümid etmeyenleri bağışlasınlar" yani "onlara karşı sabretsin ve intikamı bıraksınlar" (Casiye, 14); "Onlar, boş ve kötü söze rastladıktan zaman, şerefli olarak geçip giderler" (furkan, 72)"O halde, azim sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret" (Ahkaf, 35) ve "Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde savuştur. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın bir dost gibi olur" (Fussilet, 34) buyurmuştur. Vahidi (r.h), bunun Seyf âyeti inmezden önce böyle olduğunu söylemiştir. Kaffal (r.h) ise şöyle demektedir: "Bana göre bu âyet mensuh değildir. Çünkü âyetin zahiri, Uhud kıssasından sonra nazil olduğunu göstermektedir ve manası "Mü'minler, müşriklerin ve Ehl-i Kitab'ın Resulullah'a eziyet veren sözlerine karşı sabretmek ve onlara mudara yapmakla emredilmişlerdir" şeklindedir. Savaşı emretmek, bütün bu işlere sabırla mukabeleyi emretmeye ters düşmez." Bil ki Vâhidi'nin sözü zayıftır; kuvvetli görüş, Kaffal'inkidir. b) Bu sabır ve ittikadan murad, kâfirlerle mücahede ve muharebe etmeye ve onları reddetme hususunda sabretmeleridir. Böylece onlar, cihadın sıkıntılarına karşı sabretmekle ve yahudi Fenhas'ın hareketini reddetmede kâfirlere müdârâ etmekten ve reddini açıklamaytp sükût etmekten kaçınma hususunda Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) gibi davranmakla emrolunmuşlardır. Sabır, hoş olmayan şeylere tahammül etmekten; takva da gerekmeyen şeylerden sakınmaktan İbarettir. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak önce sabrı zikretti, sonra bunun peşisıra takvayı getirdi. Çünkü insan, ancak gerekmeyen şeylerden geri durmak için sabra yönelir. Bunun şu şekilde bir diğer izahı daha vardır. Sabırdan murad şudur: Kötülüğe kötülükle karşılık vermek, kötülüklerin artmasına sebebiyet verir. Bundan dolayı Allahü teâlâ, dünya zararlarını azaltmak için sabrı, âhiret zararlarını azaltmak için de takvayı emretti. Âyet. bu izaha göre, dünya ve âhiret âdabını içinde toplamaktadır. Âyetteki, "İşte bu, azmedilmesi gereken işlerdendir" buyruğu kendisinde doğruluğun zuhur ettiğinde şüphe olmayan en doğru tedbirlerdendir" demektir. Bu da her akıllının, kendisine azmetmesi ve kesin olarak yapması gereken şeydir. "Azm", sanki hazm (ihtiyatlı ve sebatlı olma) cümlesindendir. Bunun aslı, adamın şeklindeki sözüne dayanır ki bu, "onu, terketmen caiz olmayacak bir şekilde hiç şüphesiz sana mecbur kıldım" manasınadır. Neticesi güzel olan, doğruluğu bilinen her iş, azmedilmesi gereken işlerdendir. Çünkü bunlar, insanın terketmesine ruhsat verilmemiş olan şeylerdendir. Bu ifâde, şöyle bir diğer manaya da gelebilir: Bu, size, kendisini alıp yapmanız mecbur edilen şeylerdendir. Yani onu yapmaya mecbursunuz. Allah en iyisini bilendir. |
﴾ 186 ﴿