187"Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu, mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve onu gizlemiyeceksiniz" diye misâk (söz) almıştı. Onlar ise onu sırtlarının arkasına attılar ve onunla az bir menfaat satın aldılar. Satın aldıktan o şey ne kötü...". Bil ki bu âyetin daha önceki âyetlerle münasebeti hakkında şu iki izah vardır: 1-Allahü teâlâ, yahudilerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğine ta'n eden şüphelerini bildirip, onlara gerekli cevabı verdikten sonra, peşisıra bu bu âyeti getirmiştir. Çünkü Hak teâlâ, Tevrat ve İncil'de, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'nın ümmetlerine, Hazret-i Muhammed'ın şeriatının, nübüvvetinin ve risâletinin doğruluğuna dair yer alan delilleri açıklayıp anlatmalarını vacip kılmıştı. Bu âyetten murad, onların bu haline taaccüb edip şaşmayı ifade etmektir. Sanki şöyle denilmektedir: "Kitabınız, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetinin ve dininin doğruluğuna detâlet eden delilleri ortaya koymanın size vacip olduğunu gösterdiği ve bunu emrettiği halde, O'nun nübüvvetine ve dinine ta'n etmeniz hiç size yakışır mı?" 2- Allahü teâlâ önceki âyette, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ehl-i kitabın eziyetlerine katlanmasını vacip kılıp onların kendisine eziyetlerinden birisinin de Tevrat ve İncil'de kendisinin nübüvvetine delâlet eden delilleri saklamaları olunca ve onlar bu delilleri tahrif edip, onlara yanlış tefsirler yapınca, Hak teâlâ bunun da sabredilmesi gereken işlerden olduğunu bildirmiştir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: İbn Kesir, Ebu Bekr, Âsim ve Ebû Amr, iki fiilin de fail zamirini ehl-i kitaba râci kılmak için gaib sigasıyla (......) ve (......) şeklinde okumuşlardır. Diğer kıraat imamları ise bu iki fiili, mîsak vaktindeki hitaba binâen, muhatab sigâsı ile ta'lı olarak okumuşlardır. Yani Cenâb-ı Hak onlara "Sizler onu mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve onugizlemiyeceksiniz" diye hitap etmiştir. Bunun bir benzeri de, (Bakara. 83) âyetidir. Bu âyetteki "Allah'tan başkasına ibâdet etmezsiniz" kelimesi, hem bu şekilde hem yâ ile "Allah'tan başkasına ibâdet etmezler" şeklinde okunmuştur. Yine, (isra, 4) âyeti de bunun bir benzeridir."Mutlaka fesat çıkaracaksınız" kelimesi, "(Onlar, mutlaka fesat çıkaracaklar)" şeklinde de okunmuştur. Bu misâkın nasıl alınmış olduğu hususundaki izahımız önceki âyetin tefsirinde geçmişti. Bu böyledir, çünkü peygamberler, bütün mükellefiyetler ile ilgili deliller getirmiş ve ümmetlerini o delilleri kabul etmeye mecbur bırakmışlardır. Binaenaleyh Hak teâlâ, o İsrailoğullarından, peygamberlerinin lisanında ifâdesini bulan bir ahid almıştı. İşte misak almaktan murad. peygamberlerin yaptığı bu te'kid ve ilzamdır. Sâ'id İbn Cübeyr'den şu rivayet edilmiştir: "İbn Abbas (radıyallahü anh)'a, "Abdullah İbn Abbas'ın arkadaşları (talebeleri) "Hani Allah, peygamberlerden mîsâk amh..."(Âl-i İmran, 81) seklinde okuyorlar" ne dersiniz?" dedim. O da: "Allah bu ahdi peygamberlerden, kavimlerine karşı bir hüccet olsun diye almıştı" dedi. Bil ki, âyette istenen bu açıklama emri, şüphe yok ki ehl-i kitabın ulemasına mahsustur. Zira kitapta bulunanı bilenler onlardır. Vallahu A'lem. Hak teâlâ'nın, "Onu mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve onu gizlemiyeceksiniz" âyetindeki, "onu" zamirleri neyi ifâde etmektedir? Bu hususta iki görüş vardır: a) Sâid İbn Cübeyr ve Süddı bu zamirlerin Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ifâde ettiğini söylemişlerdir ki buna göre zamirler, daha önce ismen geçmemiş, fakat bilinen birşeye ait olmuş olur. b) Hasan el-Basrî ve Katâde, bu zamirlerin âyetteki ifadesindeki "kitab"a râci olduğunu söylemişlerdir. Yani, "Biz onlardan, Tevrat ve İncil'de Hazret-i Muhammed'ın hak peygamber olduğunu gösteren delilleri insanlara açıklamalarına dair söz aldık" demektir. (......) kelimesindeki lâm harfi, yeminin cevabına gelen lâm-ı te'kiddir ve bu ifâdenin takdiri, "Allah, onu açıklamaları için onlardan yemin etmelerini istedi" şeklindedir. Cenâb-ı Hak, şeklinde değil de şeklinde söylemiştir. Zira bu ifâdenin başındaki vâv, atıf vâvı değil, vâv-ı haliyyedir. Buna göre manası, "sizler onu gizlemeksizin insanlara açıklayıp anlatırsınız" şeklinde olur. Binâenaleyh eğer: "Açıklamak zaten gizlemenin zıddıdır. Cenâb-ı Hak açıklamayı emrettiğine göre, bu emretmek aynı zamanda gizlemeyi nehyetmektir. Öyle ise ayrıca gizlemeyi nehyetmenin ne manası var?" denilir ise, biz deriz ki: Açıklamadan murad, Tevrat ve İncil'de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak nebî olduğuna delâlet eden o âyetleri zikretmektir. Gizlemekten nehyetmenin manası ise, bu âyetlere yanlış manalar verip, arasına onları bozacak şüpheler sokmamalarıdır. Bildiği Gerçeği Gizlemenin Vebali Bil ki, bu âyet zahiren, her nekadar yahudi ve hristiyanlarla ilgili ise de, müslümanların da bunun muhtevasına girmesi uzak bir ihtimal değildir. Çünkü müslümanlar da Ehl-i Kur'ân'dır. Kur'ân ise, Allah'ın kitaplarının en şereflisidir. Anlatıldığına göre Haccâc, Hasan el-Basrî'ye haber gönderip, "Senden bana ulaşan şeyler nedir?" dedi. Bunun üzerine Hasan el-Basrî, "Benden sana ulaşan herşeyi ben söylemedim ve söylediğim her şey de sana ulaşmamıştır" dedi. Haccac da, "Sen "Nifak zabt-u rabt altına alınmış idi, fakat umûmîleşti ve kılıcını kuşandı" demişsin" deyince, Hasan el-Basri "evet" cevabını verdi. Haccâc "Bundan hoşlanmadığımızı bildiğin halde, seni bunu söylemeye zorlayan nedir?" dedi. Hasan el-Basri de, "Çünkü Hak teâlâ, ehl-i kitap'tan, o kitabı insanlara açıklasınlar ve gizlemesinler diye söz almıştı" dedi. Katâde de, "söylenilip açıklanmayan ilim, harcanmayan hazine gibidir; ifâde edilmeyen hikmet, yeyip içmeyen bir heykel gibidir" demiştir. O şöyle de derdi: "Konuşan âlime ve dikkatli dinleyiciye nu muttu... Şu bir ilim öğrenmiş onu bol bol veriyor, öbürü de hayrı dinleyip, onu ezberliyor." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Kim bir bilgiyi ona ehil olan kimseden gizlerse, ateşten bir gem ile gemlenir" buyurmuştur. Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahü teâlâ, âlimleri, öğretip öğretmedikleri hususunda muaheze etmeden, cahilleri öğrenip öğrenmedikleri için muaheze etmez." Sonra Cenâb-ı Hak, Onlar ise onu sırtlarının arkasına attılar ve onunla az bir menfaat satın aldılar. Satın aldıkları o şey ne kötü..." buyurmuştur. Bu ifâdeden murad şudur: "Onlar ona riayet etmediler ve önemsemediler." Bir şeyi sırt arkasına atmak, uzaklaştırmak ve önem verip hesaba katmamak manasınadır. Bunun zıddı ise, onu gözünün önüne dikmek ve iki gözünün arasına koymaktır. "Onunla az bir menfaat satın aldılar" tabiri, "Onlar, dünyevî bir menfaata ulaşmak gayesi ile gerçeği gizlediler" manasındadır. Binâenaleyh, zalimlere müsamaha göstermek ve onların gönüllerini hoş etmek, veya bir menfaat elde etmek, veya bir sakınma ve korkudan dolayı, veyahut da bildiği şey hususunda cimrilik etmek gibi fâsid bir gaye sebebi ile gerçeği insanlara açıklamayan ve ondan herhangi birşeyi gizleyen herkes, bu âyetin ifâde ettiği tehdide dahit olur. |
﴾ 187 ﴿