189"Yaptıkları ile sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmelerini arzu eden kimselerin, azabtan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını sakın sanma, onlara pek acıklı bir azab vardır. Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir". Bil ki bu, müşriklerden gelecek olan çok eziyetlere dahil olan şeyler cümlesindendir. Cenâb-ı Allah, o eziyetlerden birisinin de, müşriklerin zayıf müslümanlara karşı yaptıkları her türlü habaset ve karıştırmadan dolayı sevinmeleri ve aynı zamanda da iyifik, takva, doğruluk ve diyanet ehli kimselermiş gibi övülmeyi arzu etmeleri olduğunu beyân etmiştir. Şüphe yok ki insan, bu gibi şeyleri müşahede etmekten dolayı eziyet duyar, rahatsız olur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, bunlara sabırla göğüs germeyi emretmiş ve o müşrikler için söz konusu olan şiddetli va'idi bildirmiştir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır: Hamza, Asım ve Kisâî, baştaki fiili ve fiilim muhatab sîgası ile tâ'lı olarak-, İbn Kesir, Nâfî, Ebu Amr ve İbn Âmir ise gâib sîgası ile yâ'lı olarak okumuşlardır. Birinci kıraate göre iki ihtimal vardır: a) Her iki fiili de bâ harfinin fethası ile okumak. b) Her ikisini de bâ harfinin zammesiyle okumak. Bâ harfinin fethası ile okuyana göre, bu iki fiil "Ey Muhammed, veya ey dinleyen! Sanma ki..." manasındadır. Bâ harfinin zammesi ile okuyana göre ise, bunlar "Ey mü'minler! siz sanmayın ki..." şeklinde, hitap.mü'minleredir ve (sevinenleri)kısmı birinci mef'ul, Kurtulacak bir yerde" kısmı da ikinci mef uldür. Âyetteki, sözü, birinci fiilin te'kididir.Söz uzadığı için, fiilin burada tekrar getirilmesi güzel ve yerindedir. Nitekim sen, "Sakın sanma, Zeyd sana gelip, şöyle şöyle dediği zaman doğru olduğunu sakın sanma" dersin. İkinci kıraata, yani bu iki fiili yâ ile okuma şekline gelince, bunda da iki ihtimal söz konusudur: 1- Her ikisinde de bâ harfinin fethası ve zammesi ile okumak... Bu durumda fail, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olmaktadır. (Yani Resul onların... olacaklarını zannetmesin.) Diğer kısımlar bildiğin gibidir. 2- Birincisinde bâ harfini fetha ile, ikinci fiilde ise zamme ile okumak.. Bu Ebû Amr'ın kıraatidir. Ona göre, "Sevinenler" kısmı faildir ve iki mef'ulden birisi zikredilmemiştir. Sonra Cenâb-ı Allah, bâ'nın zammesi ile fiili "Onlar sanmasınlar" şeklinde tekrar etmiştir. Bunun sonundaki zamiri fiilin faili olarak ref mahallindedirve bunun birinci mef'ûlü hazfedilmiştir. İfâdenin takdiri ise: "Şu sevinenler, kendilerini, azabtan kurtulacak bir yerde olacaklarını sanmasınlar" şeklindedir. Yaptıklarından Hep Hoşlanıp Kendilerine Olmayan Vasıflarla Övülmekten Hoşlananlar Bil ki Allahü teâlâ o kavmin, yaptıkları şeylere sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi arzu eden kimseler olduğunu bildirmiştir. Müfessirler bu hususta şunları söylemişlerdir: a) O yahudiler, Tevrat'ın âyetlerini tahrif ediyor, onları yanlış şekillerde tefsir edip, bunu bilmeyenlere hoş göstermeye gayret ediyor ve bu yaptıkları işlerden sevinç duyuyorlardı. Sonra da kendilerinin din, diyanet, iffet, sadakat sahibi, yalandan uzak kimselermiş gibi övülmelerini arzu ediyorlardı. Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür. Sen insaflıca düşünürsen, çoğu insanların bu durumda olduklarını görürsün. Çünkü onlar, dünyevi menfaatları elde etmek için her hileye başvuruyor ve gayelerine ulaşmaları sebebiyle seviniyorlar. Daha sonra da, iffetli, sadakatli ve dindar kimseler olarak övülmelerini arzuluyorlar. b) Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yahudilerden Tevrat'ta bulunan bir hususu sormuş, onlar da gerçeği gizlemiş, onun aksini haber verip, ona Kendilerinin doğru söylediklerini ifâde etmişler, bu tersyüz edişleri sebebi ile sevinmişler ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bundan dolayı kendilerini medh-ü sena etmesini istemişlerdi. Bu âyetle Cenâb-ı Allah, peygamberini işte bu sırra muttali Kılmıştı. Buna göre mana, "O yahudiler, yaptıkları o tersyüz ediş ile seviniyor ve senin, Kendilerini doğru ve vefalı kimseler diye övmeni bekliyorlar" şeklindedir. c) Onlar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak peygamber olduğuna delâlet eden -assları gizlemelerinden dolayı seviniyor ve aslında tabî olmadıkları halde, Hazret-i İbrahim'in dinine tâbi olmakla övülmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü onlar Hazret-i İbrahim'in yahudi olduğunu ve kendilerinin de O'nun dini üzere olduklarını iddia ediyorlardı. d) Bu âyet münafıklar hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, müslümanlara karşı iman ettiklerini münafıkça ifâde etmelerinden dolayı seviniyorlardı. Çünkü onlar böylece, dünyevi menfaatlerini elde edebiliyorlardı. Daha sonra da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kalplerinde olmayan imanları ile kendilerini övmesini bekliyorlardı. e) Ebu Sâ'îd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Bu âyet, bir savaşa Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıkmayan ve savaşa katılmadıkları için sevinen bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştan dönünce, ona mazeret beyân etmişler, O da onların mazeretlerini kabul etmiş, daha sonra da O'nun müslüman mücahidleri müdh-ü sena edişi gibi, kendilerini de medh-ü sena etmesini ummuşlardı." f) Bundan maksad, yahudilerin, Tevrat'ta Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kabul etmelerine ve O'nun nübüvvet ile dinine inanmaya dâir kendilerinden alınmış olan mîsâkı (ahdi) gizlemiş olmalarıdır. Sonra onlar, bu gizlemelerinden ve Allah'ın emirlerinden yüz çevirmelerinden dolayı sevinmişler, hem de Allah'ın evlatları ve sevgili kulları olduklarını iddia ederek, "Sayılı günler dışında cehennem bize katiyyen dokunmayacak" (Bakara, 80) demişlerdir. Bil ki evlâ olan, âyeti bu manaların hepsine birden hamletmektir. Çünkü hepsi ortak bir noktada birleşirler ki bu da, insanoğlunun uygunsuz bir fiili yapıp, ondan dolayı sevinmesi, sonra da insanlardan, kendisini gidişatı düzgün, yolu müstakim, zâhid, kendisini Allah'ın yoluna adamış bir kimse gibi tavsif etmelerini beklemesidir. Hak teâlâ'nın "Yaptıkları ile.." ifâdesi hakkında şu iki izah yapılmıştır: a) Ferrâ "Bu ifâde, "Yaptıkları şeyler ile..." manasınadır. Bu, "Sizden bunu getiren, yani yapan o iki kişi..." (Nisa, 16) ve "Andolsun ki sen acâib bir şey getirdin, yani yaptın" (Meryem, 27) âyetlerinde olduğu gibidir” dedi. Keşşaf sahibi, fiillerinin "yapmak" manasına kullanıldığını, nitekim Cenâb-ı Hakk'ın da, "Hiç şüphesiz Onun vaadi gelecektir, yani yapılacaktır" (Meryem, 61) ve "Andolsun ki sen acâib bir şey getirdin, yani yaptın" (Meryem, 28) buyurduğunu ve Übeyy (radıyallahü anh)'in de âyeti "Yaptıkları şeylerle sevinenler.." şeklinde kıraatinin de buna delâlet ettiğini söylemiştir. b) Bu kelime, "verdikleri şeylerle" manasında şeklinde de okunmuştur. Hazret-i Alî (radıyallahü anh)'nin, bunu "kendilerine verilen şeylere" manasında (......) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Âyetteki ifâdesi, "azaptan Kurtulacak bir yerde" manasınadır. Bu, Arapların, birisi bir şeyden kurtulduğunda söyledikleri tabirinden alınmıştır. Ferra, bunun "azaptan uzak" manasında olduğunu söylemiştir. Çünkü "fevz" masdarı, hoş gelmeyen şeylerden uzak olma manasınadır. 'Cennete sokulursa artık o muradına ermiş olur" (Al-i imran. 185) âyetinde de bu hususu zikretmiştir. Cenâb-ı Hak daha sonra bu hususu, "Onlara pek acıklı bir azab vardır" buyruğu ile pekiştirmiştir. Şüphe yok ki bu âyet, Allah, Hazret-i Peygambere eziyetlerine karşı sabretmesini emrettiği kâfir ve münafıklar hakkında nazil olmuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. Allah herseye hakkıyla kadirdir" buyurmuştur. Bu âyet, "gökler ve yer kendisine âit olan zat tarafından, onlar için çok acıklı bir azab vardır. O halde, kendilerine azab edecek olan, herşeye gâlib ve kadir Allah'tan, kurtulabileceklerini nasıl ümid ederler?" demektir. |
﴾ 189 ﴿