190

"Gerçekten gökler ile yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün peşpeşe gelişinde, temiz akıl sahipleri için elbette deliller vardır",

Resûlullah'ın Derin Tefekkürü ve İbâdeti

Bil ki Kur'ân-ı Kerim'in maksadı, kalbleri ve ruhları yaratıklarla meşgul olmaktan kurtarıp yaratıcıyı bilme deryasında garkolmaya götürmektir. Hükümleri izah ve bâtıl ehlinin şüphelerine cevap verme hususunda epeyce söz edilince, Kur'ân, tevhid, ulûhiyet, Allah'ın kibriya ve celâlini anlatan âyetleri zikrederek yeniden kalpleri nurtandırmaya yönelerek bu hususu zikretti.

Ibn Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Hazret-i Aişe'ye, "Allah'ın Resulünden gördüğün en şaşırtıcı ve hayret verici şeyi bana söyle" dedim de, o hemen ağlamaya başlayıp, epeyce ağladıktan sonra, "O'nun hangi işi hayranlık ve hayret verici değildi ki! Meselâ O, benim sıram olan bir gece bana geldi ve yatağa girdi, hatta bana iyice sokuldu. Sonra bana, "Ey Âişe, bu gece Rabb'İme ibâdet etmeme izin verir misin?" dedi. Ben de, "Ya Resulallah! senin, Allah'a iyice yaklaşmanı ve isteğinin yerine gelmesini ben de arzu ederim. Sana müsâade ediyorum" dedim. Bunun üzerine o, odadaki su kabına gitti, ondan az bir su ile abdest alıp namaza durdu ve Kur'ân'dan bir parça okudu. Derken ağlamaya başladı. Sonra ellerini kaldırıp yine ağladı. Hatta göz yaşlarının yeri ıslattığım gördüm. Bilâl, sabah namazı vaktinin girdiğini O'na haber vermek için geldiğinde O'nu ağlar buldu ve "Ya Resulallah, Cenâb-ı Hak gelmiş-geçmiş bütün günahlarını affetmiş olduğu halde sen de mi ağlıyorsun?" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Bilal şükreden bir kul olmayayım mı?" dedi. Daha sonrada: "Allah, bu gece âyetini indirmiş olduğu halde, nasıl ağlamayayım" dedi ve "Bu âyeti okuyup da, bunun üzerinde düşünmeyen kimseye yazıklar olsun" öiye ilâve etti." Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Bu âyeti İki çenesi arasında telaffuz edip de, üzerinde düşünmeyen kimseye yazıklar olsun" dediği rivayet edilmiştir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin, "Hazret-i Peygamber, gece namaza kalktığı zaman dişlerini misvaklar, sonra gökyüzüne bakarak, "Gerçekten gökler ile yerin yaratılışında.., " derdi" dediği rivayet edilmiştir.

Hikâye edildiğine göre İsrailoğullarından bir adam, Cenâb-ı Allah'a otuz yıl ibâdet ettiği zaman, bir bulut ona devamlı gölge yapardı. Fakat onlardan bir genç bu kadar müddet Allah'a ibâdet ettiği halde, onu böyle bir bulut gölgelememişti. Bunun üzerine annesi ona, "Belki de, bu müddet içerisinde senden bir ihmal sâdır olmuştur" deyince o genç, "Böyle birşey hatırlamıyorum" dedi. Annesi, "Belki de gökyüzüne bakışlarının birinde bundan ibret almadın" deyince o, "Evet" dedi. Bunun üzerine Kadın: "İşte başına gelen bundandır" dedi.

Bakara Süresindeki Benzer Âyetle Mukayese

Bil ki Allahü Teâla, bu âyeti Bakara sûresinde zikrettiği gibi, burada da zikretmiş, Bakara sûresinde "Akleden bir kavim için âyetler vardır" (Bakara. 164) buyruğu ile; bu surede ise "Temiz akıl sahipleri için elbette âyetler vardır" ifâdesi ile bitirmiştir. Hak teâlâ, Bakara sûresinde bu üç delilin yanısıra toplamı sekize varan beş delil daha zikretmiştir. Burada ise şu üç delili zikretmekle yetinmiştir ki bunlar gökler, yer ve gece ile gündüzdür. Buna göre üç soru vardır:

Birinci soru: İki sûrede aynı âyeti aynı lâfızla tekrar etmenin faydası nedir?

İkinci soru: Allahü teâlâ, niçin bu sûrede üç delili zikretmekle yetinmiş, diğer beş delili getirmemiştir?

Üçüncü soru: Cenâb-ı Hak, niçin orada, "akleden bir kavim için.." buyurmuş, burada da "temiz akıl sahipleri için..." buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerim'in sırlarını en iyi bilen Allah'tır. Fakat ben derim ki: Basiret gözünün siyahı, gözün siyahı gibidir. Gözün siyahı, bir anda iki ayrı şeye bakamayıp, gözbebeği ancak tek şeye yöneldiğinde, o esnada onu başka bir şeye doğru da çevirmek imkansız olduğu gibi, insan basiret gözünün gözbebeği olan aklını, akledilecek birşeyi düşünmeye yönelttiğinde, o esnada o kimsenin, basiret gözünün gözbebeği olan aklını akledilebilecek başka bir şeye doğru da çevirmesi imkansızdır. İşte buna göre akıl, akledilebilecek farklı şeylerle ne kadar meşgul olursa, o şeyleri kavramaktan mahrum oluşu o nisbette çok olur. İşte bundan dolayı, Allah yoluna girmiş kimsenin, işin başında mutlaka delilleri çoğaltması gerekir. Fakat kalbi marifetullah nuru ile nurlandığında, o delillerle uğraşması, kalbinin marifetullaha garkolmasına âdeta bir perde olur. Binaenaleyh Allah yoluna giren insan, işin başında delillerin çoğaltılmasını ister. Marifetullah nuru onun kalbine düştüğü zaman, delilleri azaltmadan yana olur. Öyle ki kalbinin Allah'tan başka bir şeyle uğraşmasından ötürü meydana gelen zulmetler (karanlıklar) yok olup gidince, orada marifetullah'ın nurları mükemmel olarak tecelli etmiş olur. İşte Cenâb-ı Hak bu hususa, ' Haydi pabuçlarını çıkar. Çünkü sen mukaddes Tuvâ vâdisindesin" (Tahâ, 12) buyruğu ile işaret etmiştir. Buradaki pabuçlar aklın, kendileri sayesinde marifetullaha ulaşabildikleri bir çift mukaddime demektir. Akıl, marifetullaha ulaşınca onları çıkarması emredilir ve sanki ona "Sen, iki ayağını vahdaniyyetin kutsiyyet vadisine basmak istiyorsun. O halde artık delillerle uğraşmayı bırak" denilir.

Sen bu prensibi iyice anladığın zaman, bil ki Cenâb-ı Hak, Bakara suresinde sekiz çeşit delil zikretmiş, bu sûrede ise onlardan sadece üçünü getirmiştir. Bu, şuna dikkat çekmek içindir: Arif, arif olduktan sonra medlulün (delillerin gösterdiği varlığın) bilgisine iyice dalmak için, delillere daha az iltifat etmesi gerekir. Binâenaleyh işte bu sûrede üç delilin zikredilip, diğerlerinin zikredilmemesini maksadı, biraz önce söylediğimiz hususa dikkat çekmektir. Sonra Cenâb-ı Hak bu âyette, semavi delilleri zikretmiş, arzı (yeryüzüne âit) olan diğer beş delili getirmemiştir. Zira semavî dediler daha güçlü, daha açık, onlardaki dikkat çekici durumlar daha çok ve kalbin o delillerden Allah'ın azamet ve kibriyasına geçişi daha kuvvetlidir. Hak teâlâ, Bakara süresindeki âyetini, 'akleden bir topluluk için, , "; buradaki âyetini ise "temiz akıl sahipleri için..." ifâdeleri ile bitirmiştir. Zira aklın bir zahirî, bir de lübbü (özü) vardır. İşin başında ona akıl denir. Hali mükemmelleştiğinde ona "lüb" denir. Bu da söylediğimiz hususu kuvvetlendirir. İşte kalbime doğan ve aklıma gelen manalar bunlardır. Allah, azim, kerîm ve hakîm olan kelâmı Kur'ân'ının sırlarını en iyi bilendir.

Kulluğun Kemâli

190 ﴿