195"Nihayet Rab'leri onlara şöyle icabet etti: "İçinizden gerek erkek, gerek kadın ki birbirinizden gelmesinizdir- (hayırlı) bir iş yapanın amelini ben muhakkak ki boşa çıkarmayacağım. İşte hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyana uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerin de andolsun günahlarını örteceğim ve andolsun, Allah katından bir mükâfaat olmak üzere, onları altından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım. Güzel mükâfaat ise, Allah'ın katındadır". Bil ki Cenâb-ı Hak onlar hakkında, onların, Cenâb-ı Hakk'ın "Gerçekte, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, temiz akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır" (Âl-i İmran, 190) âyeti olan delil ile Allah'ı tanıdıklarını nakledip, yine onların, "Onlar ayakta iken, otururken ve yanlan üstünde iken Allah'ı hatırlayıp anarlar" (Âl-i İmran. 191) ayetinin ifâde ettiği zikrullaha ve "Gökler ile yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler" (Âl-i İmran, 191) âyetinin beyân ettiği tefekküre devam ettiklerini anlatıp, sonra onların, "Ey Rabb'imiz, sen bunları boşuna yaratmadın" (Âl-i İmran, 192) diye Allah'ı sena ettiklerini açıklayarak, bu hamd-ü senadan sonra "Bizi ateşin azabından koru... Şüphe yok ki sen asla sözünden caymazsm" (Âl-i İmran. 191-194) diye dua ettiklerini beyân edince, bu âyet-i kerîmede de onların dualarına icabet ettiğini bildirerek, "Nihayet Rableri onlara icabet etti.." demiştir. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır: Bu âyette, duaya icabet etmenin bu şeylere bağlı olduğuna bir tenbih ve işaret bulunmaktadır. Bu şartların meydana gelmesi pek güç olduğu için, duasına icabet edilenler de pek az ve nâdirdir. Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Arapçada, aynı manada (Ona icabet etti) denilir. Nitekim şâir şöyle demiştir: "Bir kimse "Ey çağrılara icabet eden kişi" diye duâ etti, fakat bu esnada hiçbir kimse ona icabet etmedi cevap vermedi." Cenâb-ı Hak da, "Ey iman edenler, Allah'a ve Peygambere icabet ediniz" (Enfal, 24) buyurmuştur. Âyetteki ifâdesi, fethalı olarak şeklinde de okunmuştur ki bunun takdiri, (boşa çıkarmayayım diye..) şeklindedir. Yine bu ifâde, başına bir (dedi) fiili takdir edilerek kesre ile (......) şeklinde okunmuştur. Buradaki fiil, şeddeli olarak şeklinde de okunmuştur. Âyetteki ifâdesindeki harf-i cerrin, "O halde murdardan, yani putlardan kaçının" 30)âyetinde de olduğu gibi min-i beyâniyye olduğu veya, "İster erkek, ister kadın olsun, hayırlı bir iş yapan hiçbirinizin amelini boşa çıkarmam" manasında, olumsuzluğu te'kid için olduğu söylenmiştir. Bil ki bu âyetten murad, amelin bizzat kendisini zayi etmek değildir. Çünkü ameller, meydana geldikleri zaman yok olur, fanı olurlar.. Bilâkis bundan murad Allah'ın, amellerin mükâfaatını zayi etmemesidir. Zayi etmek ise, mükâfaat vermemeden ibarettir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın ifâdesi, olumsuzu nefyetmek için olur ki, bu netice olarak müsbet bir mana ifâde eder. Böylece âyetin manası, "Bütün amellerinizin mükâfaatını size ulaştıracağım" demektir. Bizim bu söylediğimiz sübut bulunca, âyet, mü'minlerden hiç kimsenin cehennemde ebedî olarak kalmayacaklarına delâlet etmiş olur. Bunun delili ise şudur: Mü'min olan kimse, imanı sebebiyle bir sevaba; isyan etmiş olması sebebiyle de bir ikâba müstehak olur. Binâenaleyh, bu âyetin hükmüne göre sevap ve ikabın mü'mine ulaşması gerekir. İkisinin bir arada bulunması ise imkânsızdır. Bundan dolayı, o kimseye ya önce sevap verilir, daha sonra da ikâba duçar olur, ki bunun böyle olması icmâ ile bâtıl ve geçersizdir; veyahut da önce ikâba duçar edilir, sonra da mükâfaatı kendisine verilir, ki işte elde edilmek istenen netice de budur.. Müfessirlerin çoğunluğu, âyeti, "Allahü Teâlâ onların dualarını kabul etmiş; çünkü onları, amellerine ve tâatlarına göre mükâfaatlandırmış ve amellerinin mükâfaatım onlara ulaştırmıştır" şeklinde tefsir etmiştir. Buna göre eğer, "Mü'minler Cenâb-ı Hak'tan, önce günahlarının bağışlanmasını, ikinci olarak da kendilerine mükâfaat verilmesini talep etmişlerdir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben muhakkak ki, iş yapanın amelini boşa çıkarmayacağım" buyruğu Cenâb-ı Hak tarafından, sevap verme konusunda mü'minlere icabet ederek, dualarını kabul ettiğini gösterir. İmdi, günahlarının bağışlanmasını kabul ettiğini nereden anlayabiliriz?" denilirse biz deriz ki: Azâb etmemekten, sevabın bulunması gerekmez. Ancak, mükâfaatın bulunmasından, cezanın düşmesi gerekir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın, "Ben muhakkak ki, iş yapanın amelini boşa çıkarmayacağım" sözü, O'nun, her iki konuda da onların dualarını kabul ettiğini göstermektedir. Bana göre âyet hakkında bir başka açıklama da şu olabilir: Hak teâlâ'nın, "Ben muhakkak ki, iş yapanın amelini boşa çıkarmayacağım" vâ'adi, "Ben dualarınızı zayi etmem!" demektir. Duaları zayi etmemek, onları kabul etmekten ibarettir. Binâenaleyh bu ifâdeden murad, "Sizin isteyip arzu ettiğiniz her hususta, dualarınıza bir icabet bulunur" şeklinde olur. Üstünlük Erkeklik Veya Kadınlık İle Değil, İyi İşle Olur Cenâb-ı Hakk'ın, "Gerek erkekgerek kadın olsun" buyruğunun manası, "Her iki tür de eşit olarak, Allah'a itâata sımsıkı sarıldıklarında, dualarının kabul edilerek kendilerine mükâfaat vermek hususunda, erkekle kadın arasında bir fark yoktur" şeklindedir. Bu da, çalışanların diğer sıfatlarına bakılmaksızın, din konusunda üstünlük ve faziletin iyi amellere göre olacağını gösterir. Çünkü, onların bir kısmının erkek bir kısmının dişi veya soylu ya da soylu olmayan bir nesepten olmalarının din konusunda herhangi bir tesiri bulunamaz. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "İş ne sizin kuruntularınızla, ne de ehl-i kitabın kuruntulanyla olmaz. Kim bir kötülük yaparsa, onunla cezalanır..." (Nisa, 123)âyetidir. Rivayet olunduğuna göre Ümmü Seleme, "Ey Allah'ın Resulü! Ben, hicret konusunda Allah'ın sadece erkeklerden bahsedip kadınlardan bahsetmediğini duyuyorum" dediği zaman, işte yukardaki âyet nazil olmuştur. (......) ifâdesine gelince, bu hususta da şu izahlar yapılmıştır ki, en güzeli bu ifâdenin başındaki harf-i cerrinin kef manasına olduğunun söylenmesidir. Yani, "Tâatlerinize mukabil mükâfaat; günahlarınıza mukabil de bir cezanın verilmesi hususunda, birbirinize benzersiniz" demektir. Kaffâl (r.h) bu ifâdenin. Arapların, "Benim huyum ve gidişatım üzeredir" manasında olmak üzere, "Falanca bendendir" tabirinden alındığını söylemiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "İşte kim ondan içerse benden değil kim onu tutmazsa artık o bendendir" (Bakara. 249) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Bizi aldatan, bizden değildir" Müslim, İmân, 164 (1/99). ve "Bize karsı silah çeken bizden değildir" buyurmuştur. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, tabirinin manası, "Tâate mukabil sevaba, isyana mukabil ikâba müstehak olma hususunda sizin bir kısmınız bir kısmına benzer, birbirinize benzersiniz. Binâenaleyh, bu hususta bir farklılığın bulunması nasıl mümkün olabilir?" şeklinde olur. Hicret Edip Allah Yolunda Çile Çekenlerin Mükafaatı Sonra Cenab-ı Hak, "İşte hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyana uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerin de, andolsun günahlarını örteceğim ve andolsun, Allah katından bir mükâfaat olmak üzere, onları altından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım" Buharî, Fiten, 7; Müslim, İman, 161 (1/98). buyurmuştur. Allahü Teâlâ'nın, buyruğundan murad, "Allah'ın Resulüne hizmet uğrunda, vatanlarından göç etmeyi seçenler" demektir. buyruğundan murad da, kâfirlerin zorla çıkardıkları mü'minlerdir. Şüphe yok ki, öncekilerin dereceleri daha üstündür. Çünkü onlar Hazret-i Peygamber'e hizmet etmeyi tercih etmiş, o hizmete de gönülden bir bağlılıkla devam etmişlerdir. Binâenaleyh onlar daha üstündürler. Hak teâlâ'nın, (......) ifâdesinin manası ise, "Benim için, benim uğruma işkenceye... uğrayanlar" demektir. "Muharebe ettiler ve öldürüldüler" buyurulmuştur; çünkü muharebe, öldürülmeden önce bulunur. Nafi; Âsim ve Ebu Âmr, önce elifle olmak üzere (......) peşinden de, şeddesiz olarak (......) şeklinde okumuşlardır ki bunun manası, "Onlar o peygamberle, öldürülünceye kadar savaşmışlardı" şeklinde olur. İbn Kesîr ve İbn Âmir, önce (......) sonra da şeddeli olarak (......) şeklinde okumuşlardır, Şeddeli olarak okumanın, mübalağa ve çokça öldürüldüklerini ifâde için olduğu söylenmiştir. Bu, Hak teâlâ'nın "Onlar için bütün kapılar tastamam açılmıştır" (Sad, 50) âyetinde olduğu gibidir. Hasan el-Basrî'den de, şeddeli olarak okumanın "...ve kesip doğrandılar" anlamında olduğu rivayet edilmiştir. Hamza ve Kisaî, önce elifsiz olarak sonra da elifle (......) şeklinde okumuşlardır ki, bu hususta da şu izahlar yapılmıştır: a) Buradaki vâv harfi, "Secde et rükûya var" (Âl-i imran. 43) âyetinde de olduğu gibi, tertip ifâde etmez. b) Bu, Arapların, öldürülme emareleri belli olduğunda veya kişinin kavmi ve kabileleri öldürüldüğünde söylemiş oldukları "Ka'be'nin Rabb'ine andolsun ki, öldürüldük! (biçildik)" demeleri gibidir. c) edatı takdir edilir. Yani "Muharebe ederek, savaşarak öldürüldüler" demektir. Allahü teâlâ sonra, bunu yapana şu üç şeyi va'adetmiştir: a) Kusurları silip, günahları bağışlamak.. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Andolsun günahlarını örteceğim" âyetinin ifadesidir ki, bu mü'minlerin "Ey Rabb'imiz, artık bizim günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört..." (Al-i İmran, 193) diyerek istemiş oldukları şeydir. b) Onlara büyük mükâfaat vermektir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ve onları, altından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım" âyetinin ifadesidir. Bu, mü'minlerin "Ey Rabb'imiz, peygamberlerine bizim için va'adettiğin şeyleri bize ver" (Al-i imrân, 194) diyerek istemiş oldukları şeydir. c) Bu sevabın ta'zîm ve ululamaya mazhar olmuş büyük bir sevap olmasıdır. Bu Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah katından" ifadesidir ki, bu da o mü'minlerin "Kıyamet günü bizi rüsvay etme" (Al-i imran, 194) diyerek istemiş oldukları şeydir. Çünkü Cenâb-ı Hak, azameti sonsuz olan azîm bir varlıktır. Büyük hükümdar hizmetkârına, "Sana, katımdan bir elbise giydireceğim" dediği zaman bu ifâde, o elbisenin son derece kıymetli ve değerli olduğunu gösterir. Hak teâlâ'nın "mükâfaat olmak üzere" ifâdesi, te'kîd için getirilmiş olan mefül-ü mutlaktır. Buna göre kelamın takdiri ise, şeklindedir. Bu da, "Muhakkak ki ben onları, Allah katından bir sevap verme veya bir mükâfaatlandırma olarak mükâfaatlandıracağım" demektir. Çünkü Hak teâlâ'nın, ifâdeleri, manasındadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Güzel mükâfaat ise, Allah'ın katındadır" buyurmuştur ki bu, bu sevabın çok kıymetli bir sevap olduğunu te'kîd etmek için getirilmiştir. Çünkü Allahü teâlâ, güç yetirilen her şeye kadir, her şeyi bilen, bir şeye muhtaç olmaktan müstağni olunca, O, hiç şüphesiz, cömertliğin ve ihsanın doruk noktasında bulunmuş olur. Böylece güzel mükâfaat da, O'nun katında olmuş olur. Cafer es-Sadık'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kime bir şey güç gelir de, o kimse beş defa (Ey Rabb'imiz) derse, Allah o kimseyi korkuttuğu şeyden kurtarır ve ona istediği şeyi verir.." Daha sonra da o bu âyeti okuyarak şöyle demiştir: "Çünkü Allahü teâlâ, o mü'minlerin beş kere (Ey Rabb'imiz) dediklerini nakletmiş, daha sonra da onların dualarını kabul ettiğini haber vermiştir." |
﴾ 195 ﴿