2

"Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak ki büyük bir günahtır".

Bil ki, Cenâb-ı Hak bu sûreye, kuluna, Allahü Teâlâ'nın emir ve tekliflerine boyun eğmesinin, O'nun gazabına sebebiyet verecek şeylerden de sakınmasının farz olduğuna delâlet eden hususları zikrederek başlayınca, bundan sonra da kısım kısım mükellefiyetleri açıklamaya başlamıştır.

Yetimin Hakkını Gözetmek

Birinci çeşit teklif: Bu, yetimlerin mallarıyla ilgili olan tekliftir ki, işte bu âyetin konusu da budur. Allahü teâlâ, önceki âyette sıla-i rahmi tavsiye buyurduğu gibi, bu âyette de yetimlerin haklarına riâyeti tavsiye etmiştir. Çünkü yetimler, kendilerinin işlerini görecek bir kefil ve üzerlerine titreyecek bir hâmî bulunmayan bir hale düşmüşlerdir. Böylece onların durumları, ya anne ve babası veyahut da yakın akrabası olması sebebiyle, kendilerinin başını okşayan ve onlara şefkat edecek birileri bulunan kimselerin hallerinden ayrılmıştır. Böylece de Cenâb-ı Hak, "Yetimlere mallarını verin" buyurmuştur. Âyette birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "Yetim, babaları ölmüş, böylece de babalarından ayrı kalmış kimselerdir. Binâenaleyh, yetimliğin manası, tek kalmak demektir." Nitekim, "(tek kalmış kum tanesi(?) ve "Eşsiz İnci" denilmektedir. İnsanlarda yetimliğin baba tarafından; hayvanlarda yetimliğin ise, ana tarafından olduğu söylenmiştir." Keşşaf sahibi sözüne devamla şöyle demektedir: "Esasen bu isim, babalardan ayrılık devam ettiği için, büyüğe de küçüğe de verilir. Ancak ne var ki örfde bu isim, henüz buluğa ermemiş kimselere tahsis edilmiştir. Böyle bir kimse, işlerini görme hususunda, kendisine kefalet eden bir kefile ve işlerini yerine getiren bir kayyime muhtaç olmayacak bir duruma gelince, o kimseye artık yetim denilmez. Kureyş, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Ebu Talib'in yetimi" diyorlardı. Onların bu sözü, ya kıyastan ötürü, veyahut da Hazret-i Peygamber'in kadr-ü kıymetini düşürmek için, O'nun amcasının evinde büyüyen bir çocuk iken üzerinde bulunduğu hali anlatmak içindir. Hazret-i Peygamber'in, "Bulûğa erdikten sonra yetimlik yoktur" Ebu Dâvud, Vesâyâ, 9 (3/115). ifadesi, kelimenin kullanılışını değil, şer'î durumu öğretmektedir. Yani, kişi bulûğa erdiği zaman, ona küçük çocuğun hükümleri tatbik edilmez.

Ebu Bekr er-Razî, "Ahkâmu'l-Kur'ân"ında, dedesinin İbn Abbas'a, "yetim ne demektir? Yetimlik ne zaman sona erer?" diye bir mektup yazdığını, İbn Abbas'ın da ona, "Onun rüşdü ve rüşde erdiği görüldüğü zaman, onun yetimliği sona erer" şeklinde cevap verdiğini nakletmiştir. Rivayetlerin birinde de şu yer almaktadır: "Bir kimse, sakalını tutsa dahi, henüz onun yetimliği sona ermez." Böylece İbn Abbas, o kimsenin rüşdü görülmediği zaman, buluğa erdikten sonra bile o kimseye yetim sıfatının verilebileceğini haber vermiştir. Ebu Bekr şöyle demektedir: "Kocasından ayrılan kadına "yetim" denebilir." Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), buyurmuştur. Yani, "Kocasız kalan yetim kadın ile nikahı hususunda müşaverede bulunulur.." Ebu Davud, Nikâh, 23 (2/231); Maksad: "evleneceği zaman onun görüşü alınır" demektir Tirmizî, Nikah, 19 (3/417). Buradaki kadından, baliğa olduğu halde izin istenmiştir (Yani, bâliğa olduğu halde yetim vasfı ona verilebilmiştir). Nitekim şâir:

"Muhakkak ki kabirler, bekârları, yetim ve dul olan kadınlarla nikahlıyor."

Şu söylediklerimizden çıkan netice; "yetim" vasfının, lügat bakımından hem küçük hem de büyük yaşta kimseler için, örfte ise sadece küçük yaştakiler için kullanıldığıdır.

Yetim Kelimesinin Cemi Hakkında

Burada şöyle bir soru vardır: "Yetim" kelimesi, nasıl "yetâmâ" şeklinde cemi yapılmıştır. Halbuki yetîm, fail veznindedir ve fail vezninde olan kelimeler, ve (hasta, hastalar; ölü ölüler; yaralı yaralılar) kelimelerinde olduğu gibi, vezni üzere cemîlenir. Keşşaf sahibi, bu hususta şu iki izahın yapıldığını söylemiştir:

a) Şöyle denilebilir: "Yetim" önce şeklinde; daha sonra da vezninde şeklinde cemilenmiştir. Nitekim "esîr", "esrâ" (esirler) ve "esârâ" "üsârâ" (esirler) kelimesinde olduğu gibi...

b) Şöyle de denilebilir: "Yetîm" kelimesinin çoğulu "yetâim"dir. Çünkü "yetim", sahip ve fâris (......) gibi isimlerdendir. Sonra "yetâim" kelimesi, "yetâmâ" şekline dönüşmüştür.Kaffâl (r.h), bu kelimenin "nedîm", "nedâmâ" (pişman olanlar) kelimesi gibi, "yetîm" "yetâmâ" şeklinde; "şerîf", "eşraf" kelimesi gibi de, "yefîm" - "eytâm" şeklinde cemîlenebileceğini söylemiştir.

Yetimin Mâlı Kaç Yaşında Verilir?

Burada ikinci bir soru da şudur: Biz, "yetîm" isminin, küçük yaşta olanlara verilebileceğini söyledik. Binaenaleyh ona, yetîm sayıldığı müddetçe malını kendisine teslim etmek caiz olmaz. O, malı kendisine verilecek kadar büyüyünce de ona yetîm denmez. Öyle ise Cenâb-ı Hak niçin, 'yetimlere mallarını verin" buyurmuştur? Bu soruya şu iki şekilde cevap verilir:

1- "Buradaki yetimden murad, buluğa ermiş ve büyümüş kimselerdir" deriz. Sonra verdiğimiz bu manayı şu iki bakımdan izah ederiz:

a) Hak teâlâ, onları bu kelimenin lügat manasına göre "yetim" diye adlandırmıştır.

b) Allah, her nekadar o anda yetim olmasalar bile, yetimlik çağını henüz geçmiş oldukları için onları "yetim" diye adlandırmıştır. Bu, Allahü teâlâ'nın "Büyücüler, derhal secde ediciler olarak yere kapandılar" (Şuara, 46) âyetinde olduğu gibidir. Yani, "Secde etmezden önce büyücü olan o kimseler..." demektir. Yine Cenâb-ı Hak, "İddetlerini bitirdiler mi, artık onları ya tutun..." (Bakara, 231) âyetinde, iddetin bitimine yaklaşma halini, "iddetin bitimi" diye ifâde etmiştir. Bu âyetteki yetimlerden muradın, buluğa ermiş kimseler olduğuna, "Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz zaman, karşılarında şahid bulundurun" (Nisa, 6) âyeti de delâlet etmektedir. Bulûğdan önce şahid bulundurmak yerinde olmayıp, ancak bulûğdan sonra doğru olur.

2- Buradaki "yetim" kelimesi ile küçüklerin kastedilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu manaya göre de âyeti şu iki şekilde izah ederiz:

a) Âyetteki "verin" kelimesi, bir emirdir. Emirler, geleceği de içine alırlar. Binâenaleyh bunun manası, "şu anda yetim olan o çocuklara, bu sıfatları gittikten sonra onlara mallarını verin" şeklinde olur. Bu izaha göre bir çelişki söz konusu olmaz.

b) Bu, "Yetimlere, yetimlikleri döneminde nafaka ve giyimlerini karşılayacak nisbette ihtiyaçları kadar şeyi verin" demektir. Bu mananın sağladığı fayda şudur: Onlar küçük iken, onlara mallardan harcamanın caiz olmayacağı sanılabilir. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ, bu emirle bunun mübahlığım beyan etmiş olur. Fakat bu manaya göre de şu problem ortaya çıkar: Eğer bu ifâdeden maksad bu olsaydı, o zaman Cenâb-ı Hak, "mallarından" (bir kısmını) verin" derdi. Allah, onlara bütün mallarını vermeyi emrettiğine göre, bu mana düşer.

Yetimin Malı Hakkındaki Âyetin Nüzul Sebebi

Ebu Bekir er-Râzi, Ahkâmu'l-Kur'ân'ında, Hasan el-Basrînin şöyle dediğini nakletmiştir: "Yetimlerin malları hakkında bu âyet nazil olunca, ashâb, onların mallarını kendi mallarıyla birlikte tutmayı uygun görmemiş ve onları kendi mallarından ayırmışlardı. Onlar bu hususu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şikayet ve arzedince Cenâb-ı Hak, "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yararlı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileri ile bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerimizdir..." (Bakara. 220) âyetini indirmiştir. Ebu Bekir er-Râzi şöyle demiştir: "Ben, bunun râvinin bir hatası olduğunu sanıyorum. Çünkü bu âyetten maksad, yetimlere bulûğa erdikten sonra matlarını vermektir. Râvi bunu başka bir âyetle karıştırmıştır."

Sa'id İbn Cübeyr, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:'Cenâb-ı Hak, "Yetim, erginlik çağına erinceye kadar malına yaklaşmayın, ancak bunun en iyi bir suretle olanı müstesna..." (İsra.34)ve "Gerçekten, yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler.." (Nisa, 10)âyetlerini indirince, uhdesinde yetim bulunan herkes varıp yetimin yiyeceğini kendi yiyeceğinden, içeceğini de kendi içeceğinden ayırmışlardı. Ama bu durum, yetimlere çok güç ve zor gelmişti. Böylece yetimler bu durumu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e anlatınca, Hak teâlâ, "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yararlı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileri ile bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerimizdir.." (Bakara. 220) âyetini indirdi. Böylece de ashâb, bu durumda onların yiyeceklerini kendi yiyeceklerine, içeceklerini de kendi içeceklerine karıştırdılar."

Müfessirler bu hususta doğru olanın şu olduğunu söylemişlerdir: Bu âyet, yanında yetim ve zengin bir yeğeni olan Gatafan kabilesinden bir kimse hakkında nazil olmuştur. Çocuk bulûğa erince malını istemiş, amcası ise malını vermemişti. Bunun üzerine her ikisi de Hazret-i Peygamber'e müracaat etmişlerdi. İşte bunun üzerine de bu âyet-i kerime nazil oldu. Amcası bu âyeti işitince, "Allah'a ve peygambere itaat ettik. Büyük günah işlemekten Allah'a sığınırız" demiş ve malını ona teslim etmiş; Hazret-i Peygamberde: "Kim, nefsinin cimriliğinden korunur ve bu şekilde Rabb isine itaat ederse, o yurduna (yani cennetine) konar" buyurur. Çocuk malını teslim alınca, onu Allah yolunda infak etmiş, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Mükâfaat sabit oldu, günah ise kaldı" buyurmuştur. Bunun üzerine orada bulunanlar, "Ya Resûlallah, andolsun ki mükafaatın sabit olduğunu anladık, fakat şu çocuk malını Allah yolunda infâk ettiği halde, geriye günah ve mesuliyet nasıl kalır?" deyince O, "çocuğun mükafaatı sabit oldu, fakat babasındaki mesuliyet ve günah devam ediyor" buyurmuştur.

Beşinci Mesele

Ebu Bekir er-Râzî bu âyeti, yirmibeş yaşından sonra sefih (aklı kıt) olanın "hacr" altına alınamayacağına hüccet getirmiş ve şöyle demiştir: Çünkü, âyetteki "yetimlere mallarını verin " emri, mutlak bir emir olup, sefih olanı da içine alır. İster rüşdü görülsün, isterse görülmesin, âlimler bu yaştan önce rüşdün görülmesinin, malın ona verilmesinin vacip olmasında şart olduğuna ittifak ettikleri için, yirmibeş yaşından öncesi için bu âyetle amel edilmemiştir. Bu ittifak, yirmibeş yaşından sonrası için yoktur. Binâenaleyh âyetin emrini, bu yaştan sonrası için zahirî manasına göre almak gerekir.

Âlimlerimiz (Şafiî fakihleri), ona şu şekilde cevap vermişlerdir: Bu âyet, âmmdır. Çünkü Allahü teâlâ bu âyette yetimlerden genel olarak bahsetmiştir. Daha sonra yetimler, "Yetimleri deneyin" (Nisa, 6) ve "Mallarınızı sefihlere (akılsızlara) vermeyin.." (Nisa. 5) âyetleri ile daha iyi anlatılmışlardır. Allahü teâlâ bu iki âyetle yetimler aklı kıt olduklarında, onlara mallarını vermeyi haram kılmış (ve böylece umûmi hükmü, tahsis etmiştir). Hâs olan âyetin âmm olan âyetten önce geleceğinde şüphe yoktur.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Temizi, murdara değişmeyin" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Keşşaf sahibi, âyetteki "değişmeyin" sözünün "değiştirmeyi istemeyin" manasında olduğunu; "tebebddül" masdarının, "istibdat" manasına kullanılmasının pek nâdir olmadığını, nitekim isti'cal (acele etmesini istemek) manasına, "ta'accül" kelimesinin ve isti'hâr (gecikmesini istemek) manasına, "te'ahhur" kelimesinin kullanıldığını söylemiştir. Vahidi (r.h) de, birisi birşeyi birşeyin yerine aldığı zaman, denildiğini söylemiştir.

"Kötüyü İyiye Değişmeyin" Buyruğu Ne Demettir?

Âyette bahsedilen değişmenin nasıl olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır:

Birinci izah: Ferrâ ve Zeccâc şöyle demektedir: "Size haram olan yetim mallarını, helâl kazançlarınız ve Allah'ın yeryüzüne saçılmış rızıklarından sizin için mubah kılınmış helâl mallarınızla değiştirip de, o haramı helâl yerine yemeyiniz."

İkinci izah: "Kötü, murdar olan işi, yani yetimlerin mallarını (kendi mallarından) ayırma işini, onları koruyup muhafaza etmek demek olan güzel ve temiz işle değiştirmeyin." Bu, ekseri âlimlerin görüşüdür. Çünkü yetimlere velayet eden kimseler, onun malının iyisini alıp, yerine kendisinin daha kötü mallarını koyuyor, kendi kötü malını, yetimin iyi malı ile; kendi zayıf malını, yetimin semiz malı ile değiştiriyorlardı. Keşşaf sahibi bu açıklamayı tenkid ederek, "Bu şekilde yapma, bir tebeddül (değişme) değil, tebati (değiştirme)dir. Ancak o kimsenin kendi arkadaşlarından birine cemile olsun diye, yetimin parasıyla onun zayıf malını, semîz mal yerine alması (değiştirmesi) müstesna" demiştir.

Üçüncü izah: Bu tebeddülün manası şudur: Onlar, daha sonra yerine koymak üzere yetimin malını yiyorlardı. Bunda da iyiyi kötü ile değiştirme oluyordu.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin" buyurmuştur. Bu ifadenin iki izah şekli vardır:

a) Bunun manası, "infâk ederken onların mallarını kendi mallarınıza katmayınız; sonra, kendisinden faydalanmanın helalliği hususunda kendi mallarınızla onların mallarını birbirinden ayıramazsınız.." şeklindedir.

b) Âyetteki edatının (harfi ceninin), (ile) manasında olmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kim?" (âl-i imran, 52) buyurmuştur; yani Allah'la beraber" demektir. Ancak birinci görüş daha doğrudur.

Şunu bil ki, Allahü Teâlâ burada her ne kadar "yemek" işini zikretmişse de, bundan murad çalıştırmak, tasarrufta bulunmaktır. Çünkü, yetimin malını yemek nasıl haram ise, bunun gibi bu malları yok edecek olan diğer tasarruflar da haram kılınmıştır. Bunun delili ise, malda yenilmesi uygun olmayan şeylerin bulunmasıdır. Böylece, yemek fiilinden muradın, tasarrufta bulunmak olduğu sübut bulmuş olur. Cenâb-ı Hak burada yemek fiilini zikretmiştir, çünkü tasarrufun büyük bir kısmı yemek için yapılır.

Eğer, "Cenâb-ı Hak önceki ifâdede haksız yere yetimlerin mallarını yemeyi haram kılınca, buna o malların tek başına ve başka mallarla beraber yenilmesinin haramlığı da dahil olmuştur. O halde, o malların, kendi mallarıyla yenilmesinin tekrar yasaklanmasının manası nedir?" denilirse, deriz ki:

Çünkü veliler, Allah'ın kendilerini rızıklandırmış olduğu helâl malları sebebiyle, yetimlerin mallarına muhtaç olmadıkları halde, bununla beraber yine de onlar yetimlerin mallarına göz dikiyorlardı. Bu sebeple de bu kabahat daha çirkin.oluyor ve daha fazla kınama gerekiyordu.

Hûb Kelimesinin İzahı

Allahü teâlâ bundan sonra, yetimlerin mallarını, hangi haram cihetten olursa olsun, yemenin büyük bir günah olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Çünkü bu, muhakkak ki büyük bir günahtır." Vahidî (r.h.) şöyle demiştir: Buradaki kinayeli ifâde, yemek fiiline râcidir. Bu böyledir, çünkü Cenâb-ı Hakk'ın "yemeyin" buyruğu, yemeye; "günâh" kelimesi de, büyük günaha delâlet etmektedir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Eyyûb'un annesini boşaman günahtır (Ey Ebu Eyyûb)." Itırı Esîr, Nihâye, 1/455. Bunun gibi, ve ifâdeleri de, isim ve masdarda üç okuyuş şeklidirler. Ferra şöyle demiştir: şeklindeki okuyuş Hicazlıların, şeklindeki okuyuş da Temimtilerindir. Her ikisinin manası da, (günah)tır." Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Rabbim, tevbemi kabul buyur; günahımı ise yıka, arıt." İbn Mâce, Ouâ, 2 (2/1259); Tirmizî, Deavât, 103 (5/554). Keşşaf sahibi, kelimeleri tıpkı (söz, ifâde, görüş) kelimeleri gibidir" demiştir. Kaffâl ise, "kelimenin aslı, acı ve eziyyet duymak anlamına gelen (......) kelimesinden gelmektedir. Binâenaleyh, (......) kelimesi, irtikâb edenin, kendisinden bir acı duyacağı şeyi irtikâb edip yapmasına denilir" demiştir. Basralılar ise şunu söylemiştir: "Hâ harfinin fethasıyla olmak üzere (......) kelimesi masdar, hâ harfinin ötresiyle (......) kelimesi de isimdir. (......) kelimesi ise, "binâ-i merre" dir. Sonra bu kullanışlar, ras)' (kelâm, söz, ifâde) kelimesinde olduğu gibi birbirine karışmıştır. Çünkü, (......) kelimesi bir isim iken, sonra, as "Muhakkak ki ona öyle bir söz söyledim ki..." denildiğinde aynı kelime bu sefer masdar olmuştur." Keşşaf sahibi şöyle demiştir: Hasan el-Basrî bu kelimeyi (......) şeklinde okumuştur. Yine bu kelime, şeklinde de okunmuştur.

Kist, İksat Kelimelerinin İzahı

2 ﴿