8

"Miras taksim olunurken, akraba, yetimler ve yoksullar hazır bulunursa, kendilerini ondan (bir şey vererek) rızıklandırın ve onlara güzel sözler söyleyin".

Âyette birkaç mesele vardır:

Taksim Sırasında Orada Bulunan Akrabalara da Birşeyler Verin

Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın, "Miras taksim olunurken, hazır bulunursa" ifâdesinde, bu taksimatın ne olduğunun izahı bulunmamaktadır. İşte bu sebepten dolayı müfessirler bu âyet hakkında pekçok görüş beyân etmişlerdir:

Birinci görüş: Allahü teâlâ bundan önceki âyette, mirastaki payları hususunda kadınların da erkekler gibi olduğunu zikredip, akraba arasından varis olan ve olmayanlar ile, taksimat zamanında orada hazır bulunup da varis olmayan kimseleri ve bu kimseler mirastan tamamen mahrum edildiklerinde, bu durumun onlara ağır geleceğini bildirince, hiç şüphesiz güzel bir edeb ve güzel bir muamele gerçekleşsin diye, taksimat esnasında bu kimselere de bir şeyler verilmesini emretmiştir. Sonra, bu görüşü ileri sürenler de kendi aralarında ihtilâf etmişlerdir. Meselâ bunlardan bazıları bu verme işinin vacip olduğunu ileri sürerlerken, bazıları da bunun mendub olduğunu söylemişlerdir.

Akrabaya Birşeyler Vermenin Vacip Olduğunu Söyleyenler

Vacip olduğuna taraftar olanlar da birçok şekilde ihtilâf etmişlerdir:

a) Onlardan bir kısmı şöyle demektedir: "Mirasa konan kimsenin, eğer bulûğa ermiş ise, vereceği kimseyi memnun edecek kadar orada hazır bulunanlara birşeyler vermesi gerekir. Eğer bu kimse bulûğa ermemiş ise, onun velîsinin o maldan orada hazır bulunanlara'birşeyler vermesi vacip olur." Bazıları da şöyle demişlerdir: "Eğer mirasa konan kimse bulûğa ermişse, o maldan birşeyler vermesi ona vaciptir. Bulûğa ermemiş ise, velisinin, onlara özür beyân ederek şöyle demesi gerekir: "Ben bu malın sahibi değilim. Bu mal, kendilerine terettüb eden şeyleri akledemiyecek kadar küçük olan şu aciz kimselerindir. Bülüğa erdiklerinde onlar sizin haklarınızı bilirler..." İşte âyette bahsi geçen "güzel söz" ifâdesinden murad budur.

b)Hasan el-Basri ve en-Nehaî şöyle demektedirler: "Bu birazcık verme işi, eşyanın taksimatıyla ilgili bir husustur. Ama arazî, köle, vb. şeylerin taksimatına gelince, mirasa konan kimse, meselâ onlara, "Varın gidin; Allah hakkınızda hayırlar ihsan etsin" demesi gibi, güzel sözler söyler."

c) Alimler şöyle demişlerdir: "Verilmesi vacip olan miktar, az bir şeydir. Bunun miktarının tayin edilmediği icmâ ile sabittir."

d) Bu verme işinin vacip olmasının kabul edilmesi halinde, bu âyet mensûh olur. Atâ'nın rivayetine göre İbn Abbas şöyle demektedir: "Bu âyet, miras âyetiyle mensûhtur." Bu, Saîd İbnu'l-Müseyyeb ve Dahhâk'ın da görüşüdür. İkrime'nin rivayetine göreyse İbn Abbas, âyetin mensûh değil muhkem olduğunu söylemiştir ki bu da, Ebu Musa el-Eş'ârî. İbrahim en-Nehaî, Şa'bî, Zührî, Mücahid, Hasan el-Basri ve Saîd İbn Cübeyr'in görüşüdür. Bu zatlar, taksimat esnasında orada bulunan kimselere miras malından bir şeyler verilmesi taraftarıdırlar. Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Aişe hayatta iken, Abdullah İbn Abdurrahman İbn Ebî Bekr es-Sıddîk, babasının mirasını taksim etti ve orada bulunan hiç kimseyi miras dışı bırakmaksızın herkese bir şeyler verdi, sonra da bu âyeti okudu. İşte bütün bunların hepsi, bu hükmün vacip olduğunu söyleyenlerin görüşünün tafsilatıdır.

Bir Şeyler Vermenin Mendub Olduğunu Söyleyenler

Bazıları da bu hükmün farz ve vacip olmadığını, mendûb ve müstehâb olarak sübût bulduğunu söylemişlerdir. Bu mendûb oluş da ancak, mirasa konan kimselerin bulûğa ermeleri halinde tahakkuk eder. Onlar baliğ olmamışlarsa, güzel söz söylemeden başka bir hüküm söz konusu değildir. İşte bu görüş, cumhur-u fukahânın benimsediği görüştür. Bunlar şu şekilde istidlal etmişlerdir: "Eğer bu kimseler için muayyen bir hak olmuş olsaydı, diğer haklarda olduğu gibi, muhakkak ki Cenâb-ı Hak, bu payın miktarını beyân ederdi. Böyle bir beyânda bulunmadığına göre, biz bu hükmün vacip olmadığını anlamış oluruz. Bir de şayet bu hüküm vacip olmuş olsaydı, fakir ve yoksul kimseler, bunun miktarının ne kadar olduğu hususunda aşırı özen gösterecekleri için, bu miktarın ne kadar olduğunun anlatılıp nakledilmesini gerektiren sebepler de o kadar çok olmuş olurdu. Böyle olunca da, muhakkak ki bu, tevatür yoluyla nakledilmiş olurdu. Durum böyle olmayınca, biz bu hükmün vacip olmadığını anlamış oluyoruz.

Bu Taksimattan Maksad Vasiyyettir

İkinci görüş: Âyette bahsedilen taksimattan murad, vasiyyettir. Akrabadan varis olmayan kimseler ile, yetimler ve yoksul kimseler orada hazır bulunduklarında, Allahü teâlâ, ölen kimsenin onlar için bir pay ayırmasını ve bununla beraber, onlara o zaman güzel söz de söylemesini emretmiştir. Böylece bu durum, o kimselere o anda ve gelecekte bir neşe ve sevincin gelmesine vesile olmuştur.

Birinci görüş daha uygundur. Çünkü, mirastan bahsedilmiş, ama vasiyyet mevzubahis olmamıştır. Bu görüşün daha uygun olduğunun söylenmesi de mümkündür. Çünkü önce geçen âyet, vasiyyet hakkındadır.

Üçüncü görüş: Bu âyette geçen, "akraba" kelimesinden maksat, varis olan kimseler; 'yetimler ve yoksullar' kelimesinden maksat ise, varis olmayan kimselerdir.

Cenâb-ı Hak daha sonra, 'Kendilerini ondan (birşey vererek) rızıklandırın ve onlara güzel sözler söyleyin" buyurmuştur. Buna göre O'nun "Kendilerini rızıklandırın" buyruğu, vâris olan akrabalar ile; "... ve onlara güzel sözler söyleyin" buyruğu ise, varis olmayan yetim ve yoksul kimselerle ilgilidir. Bu görüş, Sâîd İbn Cübeyr'den nakledilmiştir.

İkinci Mesele

Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "Cenâb-ı Hakk'ın emrindeki zamiri, ebeveyn ve en yakın akrabanın miras olarak bıraktığı şeylere racidir." Vahidî ise bu zamirin, mirasa ait olduğunu söylemektedir. Bu izaha göreyse zamir, âyette geçen (taksimat) kelimesinin lafzına, manasına raci olmuş olur. Bu Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı "Nihayet onu kardeşinin kabından çıkardı" (Yusuf 76) ifâdesi gibidir. Âyette geçmekte olan (su tası) kelimesi müzekker bir kelimedir. ateşindeki zamiri, bu kelimeye raci olamaz. Ancak ne var ki, (......) kelimesi ile (maşraba, su içme kabı) manası kastedilmiştir. Böylece de müennes zamir lâfza değil, manaya raci olmuş olur. Bu izaha göre, âyette geçen (taksimat) lâfzı ile, (taksim edilen şey) manası kastedilmiştir. Çünkü rızık, taksimatın bizzat kendisinden değil, ancak taksim edilen şeylerden olur.

Üçüncü Mesele

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede yetimleri yoksullardan önce zikretmiştir. Çünkü yetimlerin acziyyeti daha fazla ve ihtiyaçları daha çoktur. Bu sebeple sadakaları onlara vermek, ecir ve sevap bakımından daha faziletli ve üstün olmuş olur.

Dördüncü Mesele

En uygun olan, âyette geçen "güzel sözler" ifâdesinden muradın, verdiği hediyyeye sözlü bir başa kakma ve eziyyetin eklenmemesi olduğunun söylenmesidir. Veyahut da bundan muradın, (verdiği kimselere) daha fazlasını va'adetmek; bir şey vermediği kimselere ise, özür beyân etmesidir...

8 ﴿